"Herşey dışarıya akar. Fotoğraflar geçmişleri, kitaplar sözcüklerini, duvarlar sesleri akıtır." Patti Smith, M Treni'nden.
Susan Fletcher'ın Gümüş Karası Deniz'inde okuduğumu hatırlıyorum. Şöyle diyordu: "İnci dalgayla doğar. Dalga denizin nabzıdır. Okyanusu ve içindeki herşeyi canlı tutar..." Benzer birşeyi de, mürşidim, Nebe sûresinin 7. ayetini (Kısa bir meali: 'Dağları zemininize kazık ve direk yaptım') tefsir sadedinde, dağlar hakkında söylüyor:
"Hikmet-i tabiiyenin bir feylesofunun şu kelâmdan nasibi şudur ki: Küre-i zeminin karnında bazı inkılâbat ve imtizâcâtın neticesi olarak hasıl olan zelzele ve ihtizâzâtı, dağların zuhuruyla sükûnet bulduğunu ve medar ve mihverindeki istikrarına ve zelzelenin irticâcıyla medar-ı senevîsinden çıkmamasına sebep, dağların hurucu olduğunu ve zeminin hiddeti ve gazabı, dağların menâfiziyle teneffüs etmekle sükûnet ettiğini fehmeder, tamamen imana gelir, 'el-hikmetü lillâh' der."
Nabız neyin işaretidir? Kendi bedenlerimizden hareketle düşünelim: Temiz kanın, yani oksijenle temizlenmiş kanın, karbondioksitten arındırılmış kanın vücudun içerisine sevkedildiğinin, öyle değil mi? Nihayetinde bu da bir teneffüstür/nefeslenmedir. Veya teneffüs kanununun bir parçasıdır.
Teneffüs kanunu ile kastettiğim ise özetle şudur: Nefeslenmek birşeyin kendisinden taşarak veya kendisine katarak yaşadığı rahatlamadır. Yani; birşey, içindekiyle dışındaki dünya arasında bir etkileşim yaşıyorsa, yani ona bir parça katılıyor veya bir parçasını ona terkediyorsa ve bununla da bir sükûnet sağlanıyorsa, bu türden eylemelerin tamamı teneffüs fiiline dahildir. Ve biz böylesi nefeslenmeleri dışarıdan dalgalanma olarak okuruz.
İnsanın duyguları ve bunların sonucu olarak meydana gelen fiileri birer dalgalanma olduğu gibi, denizin yükselişleri ve inişleri de birer dalgalanmadır. Bütününe bakıldığında görülen hakikat o şeyin nefeslenmesidir. Kendisine verebileceği zararlardan kurtulmasıdır. Örneğin: Akıttırdığı gözyaşları hüznün içeride yapacağı yıkımı engeller. Tenden akan ter koşucunun hararetini alır. Bunlar içten dışa taşmalardır. Yani bir tür dalgalanmalardır.
Demek; dalgalar denizin, dağlar zeminin nefes almasını sağlıyor. Yani; birşeyin içinden yükselenler ve tekrar kendisine dönenler, bu hareketleriyle aslında o şeyin (veya içindekilerin) canlılığının da delili oluyor. Yaşananın yavaşlığı veya hızlılığı durumu değiştirmiyor. Tıpkı kaplumbağa ile tavşanın farklılığın ikisini birden canlı olmaktan alıkoymaması gibi. Veya kavak ağacı ile ceviz ağacının büyüme hızlarının ikisinin de 'ağaç olmasına' engel olmaması gibi.
Dikkat edin! Bedenimiz de aynı hareketi yapıyor aslında. Eğer biz tastamam su olsaydık, yani bedenimiz bir su birikintisi olsaydı, ciğerlerimizin o birikintideki hareketini nasıl algılardık? O yükselişlerin/inişlerin bedenimize kattığı hareket de dalgalanma gibi olmaz mıydı? Ciğerimizin her çıkışında ve inişinde meydana gelen dalgacıklar, giderek küçülerek, bedenimizin kenarlarına vurmaz mıydı? (Aslında her an benzeri şeyler oluyor ama katılığımız müşahademizi zorlaştırıyor.) O halde şunu söylemenin artık yanlış olmayacağını düşünüyorum ben: "Dalgalanan herşeyde bir canlılık vardır." Çünkü bir nefeslenmenin delilidir. Bizim ciğerimiz kalkıp indiği gibi, deniz de kalkıp iner, dalgalanır. Zemin de dağ dağ dalgalanır. Birisinin hareketindeki yavaşlık diğerinin hızıyla uyuşmadığı için kanunun dışına atılamaz. Dalgalanmanın olduğu heryerde bir nabız atıyor demektir.
Yine mürşidim bir yerde diyor ki: "Küremiz hayvana pek benziyor, âsâr-ı hayat gösteriyor. Eğer yumurta kadar küçülse, bilfarzımuhal, mini mini bir hayvan olması pek muhtemel. Yuvarlak bir huveyne, küre kadar büyüse, o da böyle olması pek karîb bir ihtimal. Âlemimiz insan kadar küçülse, yıldızları zerreler suretine dönerse, bir zîşuur hayvana dönmesi caiz olur, akıl da bulur mecal. Demek âlem erkânlarıyla birer âbid-i müsebbih, birer mutî musahhar Hâlık-ı Lemyezele, Kadîr-i Lâyezâle. Kemmen büyük olması, keyfen büyük olması her vakit lâzım gelmez."
Denilebilir ki: İnsan, nasıl kendisini sarsan büyük bir olay yaşadığında daha derinden ve daha koca nefesler alır ve etkileri vücuda daha hızlı yayılır, aynen öyle de, arz da veya deniz de büyük olaylar yaşadığında aldığı nefesler kocamanlaşır. Tsunami denilen deprem sonrası dev dalgaların veya fırtınalarda gemicilere zor anlar yaşatan benzerlerinin denizin heyecanı olarak tarif edilmesi imkansız mıdır? Hem yine, benzer şekilde, Kur'an'daki kıyamet tasvirlerinde yeralan 'dağların yürütülmesi' hakikati, zeminin kıyameti yaşamaktan ve üzerindeki kudret tasarrufunun sarsıcılığından nasıl heyecanlanacağını, bir açıdan, anlatmaz mıdır?
Öyle ya! Daha çok gerilen daha büyük nefesler alır. Daha çok korkan daha sık nefes alır. Daha sarsıcı şeyler yaşayan daha tempolu nefes alır. Ben de bu dalgalanma bahsinde, kendimce, dalgalanan herşeye bakışımızı Hayy ism-i şerifinin gölgesine taşıyacak bir bakış açısı geliştirdim. "Dalgalanan herşeyin hayatla bir ilgisi var!" diye düşündüm. Bu gitmeleri-gelmeleri bir varolma telaşı gibi tahayyül ettim. Her yorumun hakkı olan o cümleyle bitirelim: Allahu'l-alem.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Yaranın inkârı her yaradan daha büyük yaradır
'Delilleri küçümsemek' diye bir hastalığımız var arkadaşım. Acizliğimizden kaynaklanıyor. Çünkü ellerimiz pek küçük. Okyanussa çok b...
-
Allah kendisini rahmetiyle sarsın sarmalasın. Bu sıralar Esad Coşan Hocaefendi'nin (k.s.) Ramuzu'l-Ehadis derslerini takip ediyoru...
-
" Seninle gurur duyuyorum ama vicdan aynı zamanda düşmanın olabilir. Vicdanlısın, merhametlisin ve aynı zamanda sevimli ve tatlısın. O...
-
Hatırlarsanız, bir hafta kadar önce Cemil Tokpınar abiye dair bir analizimi yazmıştım. Çok derinlemesine sayılmayacak, kısacık birşey. Şim...
O da bakar, görür ki: Hayatdarane mütemadiyen çalkanan ve dağılmak ve dökülmek ve istilâ etmek fıtratında olan denizler, arzı kuşatıp, arz ile beraber gayet sür'atli bir surette bir senede yirmibeş bin senelik bir dairede koşturulduğu halde; ne dağılırlar, ne dökülürler ve ne de komşularındaki toprağa tecavüz ederler.
YanıtlaSil