Duymuşsundur sen de: Evvelce kırdığı cevizler kesmemiş olacak ki en nihayet ateistleri de cennete iteklemeye kadar vardırdı işi. Gerçi, Allah var, ateistlerin böyle birşey arandığı yok. Ricacı olmuş da değiller. Zaten inanmıyorlar ki adamlar. Neye ricacı olsunlar? Hem niye ricacı olsunlar? Cennet-cehennem enterese etmiyor ki onları. Fakat Eliaçık'ın eli Suyudurmaz Çeşmesi gibi. Durmuyor. Duramıyor. Akıyor. Dağıtıyor da dağıtıyor. Paylaştırıyor da paylaştırıyor. Katolik kilisesi bile cennetten arsa ayarlarken bu kadar bonkör değildi be arkadaşım. En azından bir çorba parası olsun tokatlıyordu rahipleri. Eliaçık o kadarına bile bakmıyor. Damat gibi sırtlarına vura vura sürüklüyor adamları. İlla gireceksin! İnanmıyor musun? Yahu boşver. Ne önemi var? İhsan'ın eli açık ya. Tü, tü, tü. Yani hocamızın hem eli açıktır hem de dininin ucu açıktır. Dün deistleri sokar, bugün ateistleri, yarın da kimbilir? Azıcık nazını çekerse İblis'i bile içeri alabilir.
Aaa, zulmetmeyelim, elbette böylesine zırvalarken dayandığı argümanlar var. Mesela diyor ki: "Kur'an'da ateistlerin cehenneme gireceğini söyleyen ayet yok." Sahi. Bektaşî gibi gönülsüzce aranınca "Hakikaten yok!" diyebilirsiniz belki. Yani arkadaşım 'ateist' kelimesi Kur'an'da gerçekten hiç geçmiyor. Ama, fakat ve de lakin. Mevzuu lügat cambazlığından biraz uzaklaştırınca insan uyanıyor ki: Müşriklerin cehenneme gideceğine dair çok ayet var. "Eee?" Yani Allah'a ortak koşanların cezalandırılacağını söylüyor Kur'an. "Eeee?" Yahu ne 'Eeee'si? "Bu işin ateistlerle ne ilgisi var?" diye mi soruyorsun bir de! Cık, cık, cık. Yahu ateistler de müşrik değil mi? "Nasıl yani?" Şöyle yani: Ateistler de tıpkı müşrikler gibi tek olan Allah'ı inkâr ettikten sonra onun mülkünü, sıfatlarını, isimlerini, yaratışlarını, tecellilerini başkalarına/sebeplere dağıtıyor değiller mi? "Eveeet. Aaaa. Saahiii." Yaaaa. Şimdi derkettin işte. Ateistler aslında politeistlerdir. Bir Allah'ı inkâr ettikleri için sebepler sayısınca ilahları kabul etmişlerdir. Bakma Eliaçık'ın aptala yattığına. Onun gözü ancak işine gelmeyenlere açılmıyor. Yoksa şapkasından ne tavşanlar çıkardığını tanıyanlar bilir.
Bediüzzaman da bu konu hakkında diyor ki: "Hem nasıl ki bulutsuz gündüz ortasında güneşin deniz yüzünde, bütün kabarcıklar üstünde ve karada bütün parlak şeylerde ve karın bütün parçalarında cilvesi göründüğü ve aksi müşahede edildiği halde güneşi inkâr etmek ne derece acip bir divanelik hezeyanıdır. Çünkü, o vakit birtek güneşi inkâr ve kabul etmemekle, katarat sayısınca, kabarcıklar miktarınca, parçalar adedince hakikî ve bil'asâle güneşçikleri kabul etmek lâzım geliyor. Her zerrecikte—ki ancak bir zerre sıkışabildiği halde—koca bir güneşin hakikatini içinde kabul etmek lâzım geldiği gibi; aynen öyle de, şu sıravâri içinde her zaman hikmetle değişen ve düzgünlük içinde her vakit tazelenen şu muntazam kâinatı görüp Hâlık-ı Zülcelâli evsâf-ı kemâliyle tasdik etmemek, ondan daha berbat bir dalâlet divaneliğidir, bir mecnunluk hezeyanıdır. Zira herşeyde, hattâ herbir zerrede, bir ulûhiyet-i mutlaka kabul etmek lâzımdır."
Yani bu anlamda ateizm müşrikliğin dibidir. Zirvesidir. En rezilidir. 1000 tanrıya taptıkları söylenen Hititler bile bu kadar aptallaşmayı göze alamamışlardır. Yalnız Allah'ın hesabına eli açık Eliaçık da şu tezadı görmezden gelmektedir: Kur'an, Mekke müşriklerini cehenneme sokmaktan çekinmezken, ondan bin beter müşrik olan günümüz ateistlerini mi sokmaya kıyamamaktadır? Neden? Hangi mecburiyetle? Eliaçık'ın tevili hazırdır: Çünkü 'ateist' kelimesini Kur'an'da bulamamaktadır. Bana öyle geliyor ki arkadaşım: Kelimeyi apaçık bulsaydık da Eliaçık eli açıklığı bize izin vermeyecekti. Hatta Eliaçık eli açıklığını daha ileri vaziyetlere götürecekti. "Mesela?" Mesela: İsimleri bizzat Kur'an'da cehennemlikler olarak geçmeyen ateistleri kıyıp sokturmayacaktı. Ebu Leheb'in bizzat adı geçmese, ihtimaldir, Eliaçık ona da cehennemi kondurmayacaktı.
Tabii ki tevil cambazlarında tevil tükenmez. Eliaçık'ta da teviller tükenmiyor. Ateistleri bile cennete sokarak 'dinin gönderilmesini amaçsızlaştırdığını' farketmiyor. Farkediyorsa da önemsemiyor. Allah'ı abesle itham ediyor. Kendisinin ikinci bir argümanı da şöyle şekilleniyor arkadaşım: "Bir ateist ahlaklı olduktan sonra Allah'a inanmasa da olur. Zaten Allah'ın istediği gibi bir kul olmuştur." Ooo... Görüyor musun tesbiti. Vay, vay, vay. Hey gidinin kilolu Gandhisi hey. Nasıl da yakıştırdın kendine böyle bir panteizmi? Neyse, o pehlivan cüsseni tartmayalım da, ettiğin lafların cirmini tartalım. Tartalım ama kendi sözümüzle tartmayalım. Sen daha sosyalizmin 's'sini söyleyemezken Marksizmin tahsilini yapmış, davasını savunmuş, bedelini de ödemiş bir filozoftan alıntı yapalım. Bilgiler Kitabı'ndaki söyleşisinde diyor ki Leszek Kolakowski:
"Sekülerleşme çağında yaşıyoruz. Ki bu da kendi içinde çelişik bir olgudur. Etkisini ancak birkaç on yıldır tam anlamıyla yaydığından, geleneksel dinin tamamen unutulduğu, yitirildiği, gömüldüğü bir toplumun neye benzediğini bilmiyoruz. Bunun ahlakî ya da entelektüel kalıntılar biçiminde varlığını sürdürebileceğinden sözetmiyorum. Ama eğer her türlü dinden arınmış bir toplum hayal etmeye kalkışırsak, bu, birçok noktada, muhtemelen bir tiranın yönettiği, kaygının ve tamahkârlığın egemen olduğu Thomas Hobbes'un geometrik modeline benzer. Dinsel miras fiilen yok olursa iyi ile kötü arasındaki ayrım da geçerliliğini yitirir. Ama bunu kanıtlayamam. Çünkü zorunlu amprik koşullar yerine getirilemez."
Yani, işin kitabını yazmış filozof-profesör Kolakowski "Dinsiz ahlak da varolamaz!" diyor, ama bizim kenardan sosyalist müslüman Eliaçık'ımız "Ahlaklı olduktan sonra dine gerek yok!" deyu ahkâm kesiyor. Vay arkadaş vay. Elbette merakı olan sormadan edemiyor: İyi de 'akide' olmadıktan sonra 'ahlak' neyin üzerinde duracak? Bir ateist için bir hamamböceğiyle insan arasında varoluşsal hiçbir ayrım yokken ikincisine neden ayrı bir saygı gösterilecek? Neden malından çalınmayacak? Neden canı yakılmayacak? Neden kendisinin tanrısı olduğu bir düzlemde insan başkasını nefsine tercih edecek? Hangi kutsala(!) boyun bükecek? Hangi ahirete erteleyecek? Ateist ahlakının sahiden dayanağı var mı? İyiliğin de kötülük kadar hiçliğe gittiği bir inanışta 'iyi olmaya çabalamanın' ontolojik bir anlamı bulunabilir mi?
Tabii bu suallere İhsan Bey'den cevap bekleyemiyoruz. Onun böylesi çelişkileri çözmeden önce göbeğiyle Gandhiliği arasındaki çelişkiyi çözmesi lazım. Tok karna yaptığı sosyalistliği bir yere oturtması lazım. Das Kapital'i abdestle okumayı anlamlandırması lazım. İşi çok yani. Bitirip buralara gelemez. Sonra bir de artık kendi malından cömertlik yapmayı öğrenmesi lazım. Allah'ın razılığı bol keseden dağıtılarak cömert olunmaz. Öyle cömert olunsaydı, hele sen sıranı bil, İblis cömertlerin şahı olurdu. Çünkü o bin yıllar önceden başladı usûlsüzce dağıtmaya. "Dağıtıyorum!" deyu insanlığı kandırmaya. Cümle Eliaçıklar da bağışladıklarını yine ondan ders alıyorlar zaten. Fakat yaratamadıktan sonra vaadetmenin anlamı ne ki? Allah sahiden vermedikten sonra onun adına verilenlerin hakikati ne ki? Nereye götürür ki? Vesselam.