İnsaf etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İnsaf etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Haziran 2025 Perşembe

Ebu Hanzala mı Ebu'l-Hıyal mi?

Dün önüme bir video düştü. 'Ebu Hanzala' nâm ile meşhur 'Halis Bayancuk'un "Risale-i Nur'a nasıl bakıyorsunuz?" sorusuna verdiği cevap. Uzatmayayım. Halis Bayancuk, soruyu soran Şeyhmus abimize, 'tuzaklı' bir yol tavsiye ediyor. Öncelikle Kur'an'ın Arapçasını (yani aslını) bir kenara bırakıp meal okumasını salık veriyor. (Daha sonra meali de kendisinin vereceğini söylüyor.) İkinci olarak da Risale-i Nur'u tenkid eden herhangi bir eseri mütalaa etmesini öneriyor. (Sonraki 'Baskısı var-yok' muhabbetinden onu da kendisinin vereceğini anlıyorsunuz.) Hülasa: Halis Bayancuk'un, muhatabının Risale-i Nur'u tartacak Kur'an ve sünnet bilgisine sahip olmaması(!) nedeniyle, Şeyhmus abiyi yeterli bir Kur'an ve sünnet bilgisiyle donatmaya çalıştığını sanıyorsunuz. Nihayetinde de, kendisi tarafsızmış gibi, bir dua tavsiyesinde bulunuyor. Yerseniz. Yemezseniz, ki tavsiye edilen de odur, Halis Bayancuk'un çevirdiği numaralara dair diyeceğim birşeyler var:

1) Bayancuk, taktiksel ilk adım olarak, muhatabının özgüvenini kırmaya yöneliyor. Onu bir şekilde 'kendi dininin cahili' durumuna düşürüyor. Halbuki, diyaloğun öncesinden anladığımız kadarıyla, Şeyhmus abi Diyarbakırlı. Yani belki 1400 yıldır müslüman olan bir coğrafyada yetişmiş. Ve yine neredeyse 1400 yıldır müslüman olan bir milletin mensubu...

Düşünün: Eş'arî-Şafiî gelenekle, ve yine bin yıla yakındır devam etmekte olan medrese sistemiyle, mezcolmuş bir yer. Son iki yüzyılıysa bu şerefe Nakşibendî-Halidî sistemiyle cila çekmiş, sürme sürmüş, tezyin etmiş. Maşaallah. Bu kalem bu göze çok yakışmış. Evet. Kabul. Araya bir karanlık dönem de girmiş. Fakat damar o damar. Kan o kan. Terbiye o terbiye.

Şeyhmus abi de o damarın devamı olan bir medresede derslere gidiyormuş. Yine maşaallah. Yani, bence, an'ane-yi İslamiye itibariyle, Şeyhmus abi zaten ehl-i sünnet ve'l-cemaat çizgisinin kabullerine sahiptir, imanlıdır, tamamdır. Hatta, mizana vursak, Halis Bayancuk'un selefîlik üzerinden zihnen yaşadığı bulanıklığa bedel Şeyhmus abinin sinesi daha billur çıkar. (Sözgelimi: Halis Bayancuk'a sorsan 'Allah göktedir' der, Şeyhmus abiye sorsan 'Allah mekandan münezzehtir' der.) Bu nedenle Bayancuk, âvâm-ı mü'min olarak gördüğü Şeyhmus abiyi, sahip olduğu kabullerde tereddüte düşürmek istiyor. 'Risale-i Nur'da bir yanlış olsa da farkedemeyecek kadar cahil...' gibi hissettiriyor. Halbuki, eğer Bediüzzaman Hazretleri, içinden çıktığı Eş'arî-Şafiî geleneğe aykırı birşey söylese, akılbaliğ çocuktan tut seksenindeki pir-i fânisine kadar, bütün müslümanlar beyanındaki hatayı anlardı. Öncelikle uleması anlardı. İlla medrese hocaları anlardı. Onlar da Bediüzzaman'ı hemen tenkid ederlerdi. Halbuki devrinde yaşayanlar, bırakın tenkidi, kemalini takdir ediyorlar. Halis Bayancuk bu takdiri unutturuyor-anmıyor. Muhatabına bu 'takdir mazisini' aştırıp 'kolayca tenkide koyulacağı' bir kapıyı açtırmayı düşünüyor.

2) Bayancuk'un ikinci adımı muhatabına meal okutmak. Onu da kendi vereceği mealden yaptırmak. Arkadaşlar, hepimiz biliyoruz ki, "Doğrudan Kur'an'a gidelim!" söylemi, hangi fırka onu kendine bayrak kılarsa kılsın, tek amaçla savunulmuştur: "Doğrudan Kur'an'a gidelim ki İslam geleneği/mirası aradan çıksın!" Yani, Nebi aleyhissalatuvesselam aradan çıksın, sahabe aradan çıksın, tabiîn aradan çıksın, tebeü't-tabiîn aradan çıksın, bütün bir İslamî miras aradan çıksın. Geriye ne kalsın peki? Geriye Kur'an'ın metni kalsın. Ve böylece onun 'çok anlama gelebilir' yapısını 'ehl-i sünnet zırhından' kurtaralım. İstediğimiz anlama getirebilelim. Bize, ne peygamber, ne sahabe, ne tabiin, ne tebeü't-tabiin, ne de sonraki salih miras vahyi nasıl anlayacağımızı söylesin. Söyleyemesin. Ki serbestliğimizi kıramasın. Kıramasın ki, tıpkı hariciler gibi, gerekirse ayete dayanıp (doğrusu: yanlış mana verip) sahabeyi bile tekfir edebilelim. Hevamızla dinde at oynatabilelim.

Bayancuk da aynı zakkum kökünün mirasçısı sayılabileceğinden benzer bir yöntemi deniyor. Risale-i Nur gibi bir tefsiri tartmak için muhatabını meale davet ediyor. Halbuki ehl-i sünnet mirası nice nice tefsirlerle doludur. Haydi, Maturidî-Hanefî çizginin mübarek ilmi coğrafya itibariyle kenarda kalsın, tamam. Fakat Eş'arî-Şafiî medresesi de nice muazzez müfessir yetiştirmiştir. Risale-i Nur'u neden onlar tartmıyor? Neden 'tefsir tartmak' için muhatap, hacim olarak onda biri bile etmeyecek, meallerle muhatap kılınıyor? Bunda bir suikast aramak yanlış mıdır? Bence, Halis Bayancuk, muhatabına başka bir tefsir okuyup Risale-i Nur'la karşılaştırmasını tavsiye etmiyor, çünkü ehl-i sünnet diğer tefsirlere de güvenmiyor.

Eş'arîlik-Şafiîlik zaten selefiler için problemli... O yüzden 'halis gelenekle' muhatap edeceğine Halis Bayancuk'un vereceği mealle muhatap olmasını istiyor. Şaşırmayalım. Bunu Mustafa İslamoğlu da istiyor. Caner Taslaman da istiyor. Yani, ters yöndeymiş gibi görünseler de, ehl-i bid'a genelde kafamızı istedikleri kolaylıkta tutabilmek için bizi meallere sevkediyorlar. Yoksa, ya tavsiye ettikleri eserden sakladıkları kimlikleri ortaya çıkacak, yahut da muhatab kıstası yanlış edinmeyeceğinden stratejileri istedikleri sonuçları vermeyecek. Yani Kur'ancılık deyince illa damağını kaldıracaksın.

Bir de mevzuun şöyle bir yanı var: Bayancuk'un vereceği mealin ehl-i sünnet sıhhatine sahipliği ne malum? Meal zaten tür olarak da Kur'an'daki manaları aktarmakta eksiktir. Ümmet, istikameti şüpheli asrımıza kadar, Kur'an'ı anlamak için mealleri değil tefsirleri tercih etmiştir. Çünkü Kur'an'ı anlamak gibi anlatmak da ihtisas işidir. Her "Arapça biliyorum!" diyenin çevirisi Kur'an'ın kifayetini kaldıramaz. Zira meal sonuçta beşer sözüdür. Mealcinin Kur'an'dan anladığından aktarabildiği kadardır. Ve eğer mealcinin itikadı/ameli sorunluysa bu sorunu mealine de yansır. Anlayışı kıtsa meali de kıtlaşır. O yüzden meallere Kur'an'ın aynısı gibi davranılmaz. Halbuki, Bayancuk, Şeyhmus abi gibi bir 'tefsir talebesini' tutup 'meal talebesi' seviyesine düşürmeye çalışıyor. Ardından da meale tefsir dövdürebileceği imâsında bulunuyor.

Dikkat buyurunuz. Sonundaki hidayet duasına kanmıyoruz asla. Zira kendisinin videonun geri kalanındaki beyanatı Risale-i Nur'u Kur'an'a uygun görmüyor tıynetindedir. O tıynet de zaten selefîlerin kadim hastalığıdır. O tıynetten çıkmış bir meal tavsiyesinin 'bile bile lades'e götürmeyeceği ne malumdur? Tuzaklı olmadığı nasıl söylenebilir? Yani, meali, beşer sözü değil de Kur'an'ın aynısı sanan muhatap, selefîlerin yanlış anlamalarını ayetin kendisi bilip, Risale-i Nur'u da bunlara muarız zannederse, onu hatadan ne kurtarabilecektir? Ebu Hanzala'nın Ebu'l-Hıyal'e dönüştüğü bir yerdir burası...

3) Halis Bayancuk videonun devamında diyor ki: Risale-i Nur'u tenkid eden bir kitap okumalısın. Sonrasında kitabın baskısının olup-olmadığına dair bir konuşma geçiyor ekibinden birisiyle. Anlıyoruz ki: Tenkid kitabını da kendisi verecek. Yani selefî kütüphanelerinde bu konuya dönük de çalışmalar var. Eh, ne yapalım, Suud sermayesi sağolsun, petrol parası onlara akıyor. İstedikleri kadar kitap basarlar. Fakat, Halis Bayancuk, videonun tamamında sanki 'insaf ehlinden' gibi görünmeye gayret ediyor. Halbuki, insan, ehl-i insaf olanın şöyle bir tavsiye vermesini de bekler: "Kardeşim, Risale-i Nur'u tenkid eden kitapları da oku, sonra bu tenkidlere cevap veren nurcu metinleri de oku. Yani nurcuların kendilerine yapılan eleştirilere ne karşılık verdiğini de bil. Sadece tenkide bakıp durma. Çünkü, belki, tenkid yapan da seni kandırıyor olabilir."

En azından bunu beklerim. Halis Bayancuk ise böyle yapmıyor. Muhatabını tenkidlerle başbaşa bırakıyor. Yalnızca tenkid okutuyor. Bu tenkidler de muhtemelen selefîlerin İslam coğrafyasında kendilerine alan bırakmayan ehl-i sünnet ekollerini geriletmek için propaganda olarak hazırlattığı metinler. Evet. Selefîlerin her coğrafyaya, oradaki ekollere, hassaten de tasavvuf ekollerine dönük hazırlanmış metinleri var. Bunlar yeni şeyler değil. Bunları yayıp o bölgelerdeki müstakim mürşidleri geriletmeye çalışıyorlar ki kendilerinin halay çekeceği boşluk oluşsun. Yani selefîlik, hakikati arayan bir yolculuk değil, İslam âlemi için bir kanser. Öyle de bir kanser ki, yayıldığı her yerde, kardeş kardeşin gırtlağına çöküyor.

Ben Şeyhmus abimize ulaşsam şöyle derim: Nurcular eleştirilmez insanlar değildir abi. Risale-i Nur da eleştirilmez bir kitap değildir. Fakat, bizi eleştirenlere bakacaksan, bizim de ne dediğimize bir bak lütfen. Operasyonel adamların oyununa gelip dostluğumuzu bırakma. Bediüzzaman Said Nursî emsali ulema İslam coğrafyasının yerli malıdır. Halis sütüdür. Özbeöz evladıdır. Ekmeğini de yemiştir, çilesini de çekmiştir, yani her ne demişse 'buralı olarak' demiştir. Yalnızca ismi Halis olanlar gibi proje değildir. Sipariş değildir. Sonradan ortaya çıkmamıştır. Geçmişine küsmemiştir. Kendi ceddine sövmemiştir. Şimdilerde, maalesef, Kürdistan coğrafyasında da bu damar kendine yer bulmaya çalışıyor. Kürtlerin fıtraten sertliğini/dindarlığını kendi mesleğine sermaye etmeye gayret ediyor. Ancak, ümidim o ki, Kürtler de Türkler de, tasavvuf büyüklerine hürmetleri nedeniyle, bu zehri içlerinden kusacaklardır. Kendi tarlalarını elin yabanına sürdürmeyeceklerdir. 

Bu vesileyle, selefîlik-şiilik gibi tehlikeleri evvelinden öngörüp, onlara karşı dersleri, kitapları, seminerleriyle mücadele eden Ebubekir Sifil Hoca'nın ilgili kayıtlarının internetten takip edilmesini öneririm. Halis Bayancuk tuttuğunu kendince Kur'an'a-sünnete arzediyorsa, kendisinin de hakettiğidir, Kur'an'a-sünnete arzedilsin. İşte, Ebubekir Sifil Hoca, Türkiye'de bu arzı en yetkin biçimde yapan bir âlimdir. Allah afiyet versin. Sa'y u gayreti bereketle dolsun. Âmin. Âmin...

29 Haziran 2015 Pazartesi

Ne olacak bu HDP'ye oy vermemiş Kürtlerin hali?

Seçim sonuçları bazılarımızı sarstı. Bazılarımızı daha iyi sarstı. 'İyi sarstı!' denilebilecek gruptayım sanırım. 12 yılın yorgunluğuyla bir oy kaybı bekliyordum. Ama bu oranda bir kayıp, hele hele Türkiye'nin koalisyona muhtaç olacağı bir kayıp, beklemiyordum. Bir de öyle bir kem tablo var ki karşımızda, bir 'tekrar seçim' olmadan düğümün çözülmesi mümkün görünmüyor. Fakat bundan da ötede, beni asıl üzen/yeise düşüren, Kürt seçmenin AK Parti'den vazgeçiyor oluşuydu. İşaretlerini görüyordum. "Sandığa gidince iş böyle olmaz!" diyordum. Ferasetin galip geleceğini umuyordum. Ama olmadı. Olmuşla ölmüşe çare yok. Şimdi, önümüzdeki tabloyu konuşmak gerek.

Bu tablonun en ağır darbesini milliyetçilik bağlamında tüm Türkiye'ye vurduğu kanaatindeyim. Seçimden evvel de twitter'da ve facebook'ta beni takip edenlere anlatmaya çalıştım: Bu ülkede barışın teminatı HDP, MHP ve CHP çizgisi değildir. Bu ülkede barışın teminatı DP'den AK Parti'ye uzanan çizgide Kürtlerin ve Türklerin birleşmiş, beraber yaşamaya niyet etmiş iradeleridir. Şimdiye kadar böyleydi, bundan sonra da böyle olacak inşaallah. Fakat şu son seçim DP'den AK Parti'ye kadar uzanan bu 'buluşturucu' çizginin büyüsünü büyük oranda bozdu. Yüzler asıldı. Telafisi mümkün mü? Elbette. Önümüzdeki seçimde Kürt seçmenin oyu tekrar AK Parti'ye dönerse mümkün. Fakat ya dönmezse?

Dönmezse, kimse kusuruma bakmasın ama, ben karamsarım. Ülkenin gerilimli ortamında, bu kadar ağır bir milliyetçi dile sahip siyasetinde, eğer bu dil ve gerilim bir nebze yumuşuyorsa bunun sebebi hem Kürt hem de Türk oylarını alan partiler sayesindedir. Ve bu oyların en yüksek oranda buluştuğu parti ise AK Parti'dir. Hadi, parti ismi konuşmayalım, bu çizgidir. Eğer bu çizgide buluşan Kürt ve Türk oyları bir daha biraraya gelmezse; sadece Türklerin veya sadece Kürtlerin oylarını almış partilerin birbirilerine karşı daha saldırgan, daha agresif bir dil kullanmalarını ne engelleyebilir? Hatta bu dilin daha sık bir şekilde etnisiteye vurgu yapması kaçınılmaz olur. Siyasiler kendilerini tutmaya çalışsalar da, bu partilerin seçmenlerinin birbirlerine karşı ırkçılık yapmalarını ne durdurabilir?

Şener Aktürk Hoca'nın Türkiye'nin Kimlikleri kitabında yaptığı çok güzel bir analiz var. AK Parti'nin Kürt haklarına karşı duyarlılığını ve barış sürecinin Milli Görüş çizgisinin Kürt vatandaşlardan aldığı destekle ilgisini analiz ediyor orada. Diyor ki mesela: Bu çizgiden gelen partiler Batı ve Orta Anadolu'da kalesi olduğu düşünülen yerlerde bile düşük oy aldıklarında Doğu'da yüksek oy aldılar. Bu da ister istemez onları Kürtlerin sorunlarına daha duyarlı yaptı. Nitekim merhum Erbakan'ın Kürtlerin varlığı ve haklarıyla ilgili ilk açıkça kelam eden siyasilerden olduğu malumdur. Elbette bu çizgiden yetişen isimlerin ağırlıkla yeraldığı AK Parti'de de Kürt haklarına karşı bir duyarlılık miras kalmıştır.

Fakat bugün, bu seçim sonuçlarıyla bu duyarlılığın altına bir dinamit koymuş olduk. Tabii ki, AK Parti içindeki ehl-i basiret, ehl-i kemal insanlar bu duyarlılığın bir seçim sonucuyla sarsılmaması ve korunması gerektiğini söylüyorlar. Ancak Türkiye gibi Türk milliyetçiliğinin yerleştiği bir ülkede, Kürt oyları onlardan uzaklaşıyor olduğu halde, daha ne kadar dayanabilirler? Çatlak sesleri ne kadar bastırabilirler? Daha da acısı, eğer iki halkın oylarının buluştuğu parti büyüsü bozulursa, AK Parti içindeki Türk seçmenin Kürtlere karşı hissettiği duyarlılık (ki her şekilde CHP ve MHP seçmenine fark atar bu konuda) ne zamana kadar korunabilir? Bence bu noktada Kürtler olarak takkemizi önümüze koyup tekrar düşünmeliyiz. Milliyetçiliğe prim vererek neyi bombalıyoruz, gerçekten farkında mıyız?

Tabii genç Kürtler yahut tuzukuru Kürtler bu sözlerimle alay ederler. Belki beni ezik de bulurlar. Fakat bugün en fazla Kürdün yaşadığı İstanbul gibi bir şehirde ayakta durmaya, hayatta kalmaya çalışan bir Kürdün, Türklerle yaşayacağı gerilim kaçının umurundadır? (Kaçı bu gerilimin farkındadır?) Benim umurumda. Böyle birçok arkadaşımdan üzüntü dolu, keder dolu mesajlar alıyorum. Bulundukları her ortamda Kürtler hakkında kem sözler işittiklerini ve çok üzüldüklerini/yıprandıklarını anlatıyorlar. Yanlış anlaşılmasın, oylarını HDP'ye vermiş de değiller. Fakat bu eleştiriler HDP'li/HDP'siz ayırmıyor ki. Kürtler diye başlıyor, Kürtler diye gidiyor maalesef.

Kandil'de yaşayanın bunu anlaması mümkün değil. Yaptığı açıklamalar anlamadığını ve hatta umursamadığını da gösteriyor zaten. Ama Selahaddin Demirtaş'ın veya HDP'lilerin biraz daha duyarlı olması lazımdı. Ne yazık ki, Demirtaş'ın bizi getirip sapladığı nokta da CHP veya MHP'den çok farklı olmadı. Erdoğan düşmanlığı en çok tutan argümanı. AK Parti neredeyse, onlar karşısında. Bu demektir ki; Selahaddin Demirtaş da metropollerde Türklerle birlikte hayatta kalmaya çalışan Kürdü umursamıyor. MHP'yle bile sıcak baktığı koalisyona (ki alabildiği tek şey hakarettir) AK Parti'yle sıcak bakmaması bunun bir delili. Peki, ben soruyorum şimdi: Ne olacak HDP'ye oy vermeyen Kürtlerin hali? Hadi vermiş olsun, ne olacak bu insanların siyasetten çözüm beklentisi? Ortalığı gerdikçe germek, Erdoğan'a/AK Parti'ye veya Türkiye'ye eline geçen her fırsatta atar yapmak, Türkiye'de yaşamaya azmetmiş Kürtlere "Ya benimsin ya toprağın!" demek mi? Kürt siyasetinin yarını düşündüğünü görebilecek miyiz?

Buradan AK Parti'li kardeşlerime de şöyle seslenmek istiyorum: İçinizdeki MHP'linin uyanmasına fırsat vermeyin. İnşaallah bu seçim sonuçları değişir. Hem değişmese bile yine de bu iradeden vazgeçmemiş benim gibi pekçok Kürt var. Onların hatırına içinizde asabiyet-i cahiliye uyandırmaya çalışanlara fırsat vermeyin. Uzun vadede elbette haklı olan kazanacak. Sizi MHP'ye giden oylardan ziyade HDP'ye giden Kürt oylarının üzdüğünü biliyorum. İnkisar-ı hayale uğradığınızı hissediyorum. Anlamlandıramadığınızı, hakları konusunda verdiğiniz desteğe rağmen neden HDP'yi seçtiklerini çözemediğinizi idrak ediyorum. Fakat kardeşliğin bir yanı sabırdır. Hangi aile vardır ki, kardeşler hiç anlaşmazlık yaşamamış olsunlar. Elbet bu kara bulutlar da dağılacak. İmanımız bize 'birbirimiz hakkında da' iyimser olmayı emrediyor.

'İsmet Özel anakronizmi' İslamcılığı zehirliyor

"Fünun-u cedideyi, ulûm-u medaris ile mezc ve derc; ve lisân-ı Arabî vâcip, Kürdî câiz, Türkî lâzım kılmak..."  Münazarat'tan....