Diyarbakır etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Diyarbakır etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Haziran 2025 Perşembe

Ebu Hanzala mı Ebu'l-Hıyal mi?

Dün önüme bir video düştü. 'Ebu Hanzala' nâm ile meşhur 'Halis Bayancuk'un "Risale-i Nur'a nasıl bakıyorsunuz?" sorusuna verdiği cevap. Uzatmayayım. Halis Bayancuk, soruyu soran Şeyhmus abimize, 'tuzaklı' bir yol tavsiye ediyor. Öncelikle Kur'an'ın Arapçasını (yani aslını) bir kenara bırakıp meal okumasını salık veriyor. (Daha sonra meali de kendisinin vereceğini söylüyor.) İkinci olarak da Risale-i Nur'u tenkid eden herhangi bir eseri mütalaa etmesini öneriyor. (Sonraki 'Baskısı var-yok' muhabbetinden onu da kendisinin vereceğini anlıyorsunuz.) Hülasa: Halis Bayancuk'un, muhatabının Risale-i Nur'u tartacak Kur'an ve sünnet bilgisine sahip olmaması(!) nedeniyle, Şeyhmus abiyi yeterli bir Kur'an ve sünnet bilgisiyle donatmaya çalıştığını sanıyorsunuz. Nihayetinde de, kendisi tarafsızmış gibi, bir dua tavsiyesinde bulunuyor. Yerseniz. Yemezseniz, ki tavsiye edilen de odur, Halis Bayancuk'un çevirdiği numaralara dair diyeceğim birşeyler var:

1) Bayancuk, taktiksel ilk adım olarak, muhatabının özgüvenini kırmaya yöneliyor. Onu bir şekilde 'kendi dininin cahili' durumuna düşürüyor. Halbuki, diyaloğun öncesinden anladığımız kadarıyla, Şeyhmus abi Diyarbakırlı. Yani belki 1400 yıldır müslüman olan bir coğrafyada yetişmiş. Ve yine neredeyse 1400 yıldır müslüman olan bir milletin mensubu...

Düşünün: Eş'arî-Şafiî gelenekle, ve yine bin yıla yakındır devam etmekte olan medrese sistemiyle, mezcolmuş bir yer. Son iki yüzyılıysa bu şerefe Nakşibendî-Halidî sistemiyle cila çekmiş, sürme sürmüş, tezyin etmiş. Maşaallah. Bu kalem bu göze çok yakışmış. Evet. Kabul. Araya bir karanlık dönem de girmiş. Fakat damar o damar. Kan o kan. Terbiye o terbiye.

Şeyhmus abi de o damarın devamı olan bir medresede derslere gidiyormuş. Yine maşaallah. Yani, bence, an'ane-yi İslamiye itibariyle, Şeyhmus abi zaten ehl-i sünnet ve'l-cemaat çizgisinin kabullerine sahiptir, imanlıdır, tamamdır. Hatta, mizana vursak, Halis Bayancuk'un selefîlik üzerinden zihnen yaşadığı bulanıklığa bedel Şeyhmus abinin sinesi daha billur çıkar. (Sözgelimi: Halis Bayancuk'a sorsan 'Allah göktedir' der, Şeyhmus abiye sorsan 'Allah mekandan münezzehtir' der.) Bu nedenle Bayancuk, âvâm-ı mü'min olarak gördüğü Şeyhmus abiyi, sahip olduğu kabullerde tereddüte düşürmek istiyor. 'Risale-i Nur'da bir yanlış olsa da farkedemeyecek kadar cahil...' gibi hissettiriyor. Halbuki, eğer Bediüzzaman Hazretleri, içinden çıktığı Eş'arî-Şafiî geleneğe aykırı birşey söylese, akılbaliğ çocuktan tut seksenindeki pir-i fânisine kadar, bütün müslümanlar beyanındaki hatayı anlardı. Öncelikle uleması anlardı. İlla medrese hocaları anlardı. Onlar da Bediüzzaman'ı hemen tenkid ederlerdi. Halbuki devrinde yaşayanlar, bırakın tenkidi, kemalini takdir ediyorlar. Halis Bayancuk bu takdiri unutturuyor-anmıyor. Muhatabına bu 'takdir mazisini' aştırıp 'kolayca tenkide koyulacağı' bir kapıyı açtırmayı düşünüyor.

2) Bayancuk'un ikinci adımı muhatabına meal okutmak. Onu da kendi vereceği mealden yaptırmak. Arkadaşlar, hepimiz biliyoruz ki, "Doğrudan Kur'an'a gidelim!" söylemi, hangi fırka onu kendine bayrak kılarsa kılsın, tek amaçla savunulmuştur: "Doğrudan Kur'an'a gidelim ki İslam geleneği/mirası aradan çıksın!" Yani, Nebi aleyhissalatuvesselam aradan çıksın, sahabe aradan çıksın, tabiîn aradan çıksın, tebeü't-tabiîn aradan çıksın, bütün bir İslamî miras aradan çıksın. Geriye ne kalsın peki? Geriye Kur'an'ın metni kalsın. Ve böylece onun 'çok anlama gelebilir' yapısını 'ehl-i sünnet zırhından' kurtaralım. İstediğimiz anlama getirebilelim. Bize, ne peygamber, ne sahabe, ne tabiin, ne tebeü't-tabiin, ne de sonraki salih miras vahyi nasıl anlayacağımızı söylesin. Söyleyemesin. Ki serbestliğimizi kıramasın. Kıramasın ki, tıpkı hariciler gibi, gerekirse ayete dayanıp (doğrusu: yanlış mana verip) sahabeyi bile tekfir edebilelim. Hevamızla dinde at oynatabilelim.

Bayancuk da aynı zakkum kökünün mirasçısı sayılabileceğinden benzer bir yöntemi deniyor. Risale-i Nur gibi bir tefsiri tartmak için muhatabını meale davet ediyor. Halbuki ehl-i sünnet mirası nice nice tefsirlerle doludur. Haydi, Maturidî-Hanefî çizginin mübarek ilmi coğrafya itibariyle kenarda kalsın, tamam. Fakat Eş'arî-Şafiî medresesi de nice muazzez müfessir yetiştirmiştir. Risale-i Nur'u neden onlar tartmıyor? Neden 'tefsir tartmak' için muhatap, hacim olarak onda biri bile etmeyecek, meallerle muhatap kılınıyor? Bunda bir suikast aramak yanlış mıdır? Bence, Halis Bayancuk, muhatabına başka bir tefsir okuyup Risale-i Nur'la karşılaştırmasını tavsiye etmiyor, çünkü ehl-i sünnet diğer tefsirlere de güvenmiyor.

Eş'arîlik-Şafiîlik zaten selefiler için problemli... O yüzden 'halis gelenekle' muhatap edeceğine Halis Bayancuk'un vereceği mealle muhatap olmasını istiyor. Şaşırmayalım. Bunu Mustafa İslamoğlu da istiyor. Caner Taslaman da istiyor. Yani, ters yöndeymiş gibi görünseler de, ehl-i bid'a genelde kafamızı istedikleri kolaylıkta tutabilmek için bizi meallere sevkediyorlar. Yoksa, ya tavsiye ettikleri eserden sakladıkları kimlikleri ortaya çıkacak, yahut da muhatab kıstası yanlış edinmeyeceğinden stratejileri istedikleri sonuçları vermeyecek. Yani Kur'ancılık deyince illa damağını kaldıracaksın.

Bir de mevzuun şöyle bir yanı var: Bayancuk'un vereceği mealin ehl-i sünnet sıhhatine sahipliği ne malum? Meal zaten tür olarak da Kur'an'daki manaları aktarmakta eksiktir. Ümmet, istikameti şüpheli asrımıza kadar, Kur'an'ı anlamak için mealleri değil tefsirleri tercih etmiştir. Çünkü Kur'an'ı anlamak gibi anlatmak da ihtisas işidir. Her "Arapça biliyorum!" diyenin çevirisi Kur'an'ın kifayetini kaldıramaz. Zira meal sonuçta beşer sözüdür. Mealcinin Kur'an'dan anladığından aktarabildiği kadardır. Ve eğer mealcinin itikadı/ameli sorunluysa bu sorunu mealine de yansır. Anlayışı kıtsa meali de kıtlaşır. O yüzden meallere Kur'an'ın aynısı gibi davranılmaz. Halbuki, Bayancuk, Şeyhmus abi gibi bir 'tefsir talebesini' tutup 'meal talebesi' seviyesine düşürmeye çalışıyor. Ardından da meale tefsir dövdürebileceği imâsında bulunuyor.

Dikkat buyurunuz. Sonundaki hidayet duasına kanmıyoruz asla. Zira kendisinin videonun geri kalanındaki beyanatı Risale-i Nur'u Kur'an'a uygun görmüyor tıynetindedir. O tıynet de zaten selefîlerin kadim hastalığıdır. O tıynetten çıkmış bir meal tavsiyesinin 'bile bile lades'e götürmeyeceği ne malumdur? Tuzaklı olmadığı nasıl söylenebilir? Yani, meali, beşer sözü değil de Kur'an'ın aynısı sanan muhatap, selefîlerin yanlış anlamalarını ayetin kendisi bilip, Risale-i Nur'u da bunlara muarız zannederse, onu hatadan ne kurtarabilecektir? Ebu Hanzala'nın Ebu'l-Hıyal'e dönüştüğü bir yerdir burası...

3) Halis Bayancuk videonun devamında diyor ki: Risale-i Nur'u tenkid eden bir kitap okumalısın. Sonrasında kitabın baskısının olup-olmadığına dair bir konuşma geçiyor ekibinden birisiyle. Anlıyoruz ki: Tenkid kitabını da kendisi verecek. Yani selefî kütüphanelerinde bu konuya dönük de çalışmalar var. Eh, ne yapalım, Suud sermayesi sağolsun, petrol parası onlara akıyor. İstedikleri kadar kitap basarlar. Fakat, Halis Bayancuk, videonun tamamında sanki 'insaf ehlinden' gibi görünmeye gayret ediyor. Halbuki, insan, ehl-i insaf olanın şöyle bir tavsiye vermesini de bekler: "Kardeşim, Risale-i Nur'u tenkid eden kitapları da oku, sonra bu tenkidlere cevap veren nurcu metinleri de oku. Yani nurcuların kendilerine yapılan eleştirilere ne karşılık verdiğini de bil. Sadece tenkide bakıp durma. Çünkü, belki, tenkid yapan da seni kandırıyor olabilir."

En azından bunu beklerim. Halis Bayancuk ise böyle yapmıyor. Muhatabını tenkidlerle başbaşa bırakıyor. Yalnızca tenkid okutuyor. Bu tenkidler de muhtemelen selefîlerin İslam coğrafyasında kendilerine alan bırakmayan ehl-i sünnet ekollerini geriletmek için propaganda olarak hazırlattığı metinler. Evet. Selefîlerin her coğrafyaya, oradaki ekollere, hassaten de tasavvuf ekollerine dönük hazırlanmış metinleri var. Bunlar yeni şeyler değil. Bunları yayıp o bölgelerdeki müstakim mürşidleri geriletmeye çalışıyorlar ki kendilerinin halay çekeceği boşluk oluşsun. Yani selefîlik, hakikati arayan bir yolculuk değil, İslam âlemi için bir kanser. Öyle de bir kanser ki, yayıldığı her yerde, kardeş kardeşin gırtlağına çöküyor.

Ben Şeyhmus abimize ulaşsam şöyle derim: Nurcular eleştirilmez insanlar değildir abi. Risale-i Nur da eleştirilmez bir kitap değildir. Fakat, bizi eleştirenlere bakacaksan, bizim de ne dediğimize bir bak lütfen. Operasyonel adamların oyununa gelip dostluğumuzu bırakma. Bediüzzaman Said Nursî emsali ulema İslam coğrafyasının yerli malıdır. Halis sütüdür. Özbeöz evladıdır. Ekmeğini de yemiştir, çilesini de çekmiştir, yani her ne demişse 'buralı olarak' demiştir. Yalnızca ismi Halis olanlar gibi proje değildir. Sipariş değildir. Sonradan ortaya çıkmamıştır. Geçmişine küsmemiştir. Kendi ceddine sövmemiştir. Şimdilerde, maalesef, Kürdistan coğrafyasında da bu damar kendine yer bulmaya çalışıyor. Kürtlerin fıtraten sertliğini/dindarlığını kendi mesleğine sermaye etmeye gayret ediyor. Ancak, ümidim o ki, Kürtler de Türkler de, tasavvuf büyüklerine hürmetleri nedeniyle, bu zehri içlerinden kusacaklardır. Kendi tarlalarını elin yabanına sürdürmeyeceklerdir. 

Bu vesileyle, selefîlik-şiilik gibi tehlikeleri evvelinden öngörüp, onlara karşı dersleri, kitapları, seminerleriyle mücadele eden Ebubekir Sifil Hoca'nın ilgili kayıtlarının internetten takip edilmesini öneririm. Halis Bayancuk tuttuğunu kendince Kur'an'a-sünnete arzediyorsa, kendisinin de hakettiğidir, Kur'an'a-sünnete arzedilsin. İşte, Ebubekir Sifil Hoca, Türkiye'de bu arzı en yetkin biçimde yapan bir âlimdir. Allah afiyet versin. Sa'y u gayreti bereketle dolsun. Âmin. Âmin...

19 Haziran 2024 Çarşamba

Liberalin koyunu, sonra çıkar oyunu...

"Bu asırdaki ehl-i İslâmın fevkalâde safderunluğu ve dehşetli cânileri de âlicenâbâne affetmesi; ve bir tek haseneyi, binler seyyiatı işleyen ve binler mânevî ve maddî hukuk-u ibâdı mahveden adamdan görse, ona bir nevi taraftar çıkmasıdır. Bu suretle, ekall-i kalîl olan ehl-i dalâlet ve tuğyan, safdil taraftarla ekseriyet teşkil ederek, ekseriyetin hatâsına terettüp eden musibet-i âmmenin devamına ve idamesine, belki teşdidine kader-i İlâhiyeye fetva verirler; 'Biz buna müstehakız' derler."


Kastamonu Lahikası'ndan...


Hele maşaallah. Yüzbin maşaallah. Diyarbakırlı kardeşlerimin gözlerinden öpmüşüm. Yiğitçe bir iş etmişler. Müslüman oğlu müslüman Kürdistan'ı (kastettiğim devlet değil bölge) LPG'ci, estağfirullah, LGBT'cilerin 'dans etkinliği' ile kirletmemişler. Dindar cedlerine yakışır bir tavır sergilemişler. Tekbirlerle hepsini dehdehlemişler. O toprakların ulu büyüklerinin ruhaniyetine tebessüm ettirmişler.

Elhamdülillah. Barekallah. Tekrar bin maşaallah. Zaten, öyledir, müslüman Ömerleşti mi İblis bile onu görünce yolunu değiştirmeye başlar. Bak şimdi, anlatınca, gözlerinden öpmek de az geldi. Ben onların ellerinden de öpmüşüm. Öyle sayın kârilerim. Zira bu zamanda hamiyet-i diniyesiyle böyle celadetli işler yapan gençler Allah'a pek yakındır.

Bu vesileyle yaptığım evhamlardan birisini de sizinle paylaşmak isterim. Efendim, bu diyeceğim, Ebubekir Sifil Hoca'nın kitaplarında-beyanlarında çok dikkat çektiği birşeydir. 28 Şubat sürecinde yutulan bir zokaya dairdir. Özetlemeye çalışayım: 28 Şubat'ta solcuların hepsi bir kalem tavır sergilememiştir. Ya? İçlerinden az bir kısmı, özellikle liberal kesim, mütesettir müslümanların yanında durmuştur. Mağduriyetlerini izhar eden yazılar yazmıştır. Beyanatlarda bulunmuştur. Evet. Allah hepsine hidayet versin. Ne diyelim. Fakat, ama, lakin... Acaba bu desteklerini hangi fiyatla satmışlardır? Tastamam 'insaniyet namına' mıdır eyledikleri? Yoksa mevzuda bazı bityenikleri de saklanmakta mıdır?

Ebubekir Sifil Hoca'ya göre vardır. Somut misallerinden de bahseder ya, onlara girmeyeceğim, özet geçeceğim: Liberaller, müslümanlara bu desteği, 'karşılığında destek istemek' için yapmışlardır. Mesela: Mütesettir hanımların üniversiteye kabulüne destek veren birisi bir başka yazısında manaca demiştir ki: "Ben sizi savundum. Şimdi de LGP'cilerin, estağrifullah, LGBT'cilerin haklarını alabilmeleri için siz bana destek olun. Sizin hakkınız nasıl haksa onlarınki de öyle hak. Göreyim hakperestliğinizi..."

Sürecin travmatik yapısı nedeniyle denize düşen bazılarımız oradaki yılanlara, yılan olduklarını unutaraktan, çok sıkı sarılmıştır. Ve nihayetinde yılanlar da karaya çıkıldıktan sonra "Ne sıktın be kardeşim!" diyerek kiralarını musibetzedelerden istemişlerdir. Bugünlerde sıklıkla denk geldiğimiz 'libe-müslim' aydınlar o dönemin yemlenmesinin mahsulleridirler. Hatta, başörtülü olup LGBT'yi savunan (veya az-biraz sonra hepten başörtüsünü falan kenara atıp dini-diyaneti boşlayan) gençler, erkek versiyonlarını da ıskalamayalım elbette kârilerim, o dönemde yenilen zokanın sonuçlarıdırlar. Bu 'borçlandırıcı' desteğin sonucunda, Ömer Seyfettin'in 'Diyet'indeki gibi kolunu kesip verebilen pekaz olduğu için, çoğusu fikriyatında melezleşmiştir. İtikadında melezleşmiştir. Amelinde melezleşmiştir.

Yani kemalistlerin zulmünden liberaller epeyce adam devşirmiştir. Eh, fakat, ama tarlası sürülen yine müslümanlar olmuştur ne yazık ki. Bu ülkede herkesin yüzü biraz güler. Sünnilerinki pekaz güler.

Arıza, müslümanların haklarını 'kendi tanımları üzerinde yükselerek' istemeyi beceremeyişinden kaynaklanmıştır. Tesettürü 'insan hakları' gibi global bir kavramın üzerine yığarak istemek; onunla Batı'dan destek ummak; müslüman memleketin müslüman evlatlarının analarının aksütü gibi helali gibi konuşamamak; aynı kavrama tıkıştırılan pekçok şeyin daha içselleştirilmesini sağlamış; gençlerden "Dört mezhep de ne canım! Peh! Bugünkü dünya ancak liberalizmle yönetilebilir!" diyecek kadar ileri gitmiş acibe-i itikatlar ortaya çıkmıştır. Bunlar namazlarında dört mezhepten çıkmazlar. Ama onları ibadetlerinin dışına da çıkarmazlar. Beşerî ilişkilerde 5. hak mezhebi taklid ederler: Yani liberalizmi.

Bunlar içinde bir de hasbelkader ABD'de eğitim görenler, ayağını Batı dünyasına şöyle bir basıp gezenler, burs alanlar, fonlananlar, hatta çalışanlar pek yamandırlar. Abdullah Cevdet misali, beş vakit namazlı oralara varıp, süreç içinde deizme-ateizme kadar evrilenlere rastlanmıştır. Fakat deizme-ateizme de hemence evrilmezler. Önce bulaştırabildikleri kadar bid'ayı ulaşabildikleri kadar müslümana bulaştırmaya çalışırlar. Asıllarını sonraları açık ederler. Her neyse. Allah gençlerimizi böyle fitnelerden muhafaza eylesin. Benden de amcalarıma/yengelerime nasihat: Çoluğunuzu-çocuğunuzu Batı'ya teslim etmekte heveskâr olmayın. Delikanlı dünyasını­ (belki) âbâd ederken ahiretinden (belki) olabilir. Mahşer günü anasından-babasından şekva edebilir. Böyle bir bedelleşmeye akıllılık gözüyle bakılmaz, vesselam.

Ha, oraya gelecektim, hızlı gittim: 28 Şubat'tan sonra şimdi Gazze meselesinde de benzeri birşey yaşanıyor. Gerçi küfrün maskesi yırtılıyor. ABD'nin, Batı'nın ne mal olduğu ortaya dökülüyor. Fakat Cibali Babalar da öyle kolay vazgeçmiyor. Bazı üniversitelerde yapılan savaş karşıtı eylemlerden ziyadesiyle heyecanlananlarımız var. Onlar durmuyorlar, dinmiyorlar, yine Batı güzellemesine devam ediyorlar. İlla güneşi Batı'dan doğuracaklar. İlla hidayetimizi onların ellerine verecekler. İlla, illa, illa... Maskenin yırtılmasına gönülleri elvermiyor yani. İşte, bir tanesine, geçenlerde sosyalmedyada rastladım kârilerim. Metin Karabaşoğlu Serbestiyet'te yayınlanan "Yaşasın Gençlik!" yazısında diyor ki:

"Dünyanın her yerinde, ama özellikle Batıda ve Türkiye’de, devam eden mezâlimin son bulması için etkili her türden eylemi ve söylemi geliştiren gençleri izlerken dikkatimi çeken bir husus, tam da Zübeyir Nişancı’nın o söyleşide dikkat çektiği ‘ahlâklılık’ kriterlerine ilişkindi. Ahlâkı salt cinsel normlara indirgeyen daha yaşlı kuşakların epeyce bir kısmı zalime zalim, işbirlikçiye işbirlikçi diyememe ahlâksızlığına duçar haldeyken, İsrail’in zalimliğine karşı sesini yükselten gençler içerisinde her inançtan, düşünceden, ideolojiden, cinsel tercihten kişiler vardı. Belki başka bin konuda birbirlerinden ayrışmalarına karşılık, hakikaten hayata ve insana saygı konusunda sarsılmaz bir ittifakları sözkonusuydu..."

Ahlakın kriteri çoğaltılabilir ama şu 'ibneleri ahlaklı gösterme' meselesi bir cerbezedir. Anadolu irfanında 'beline sahip çıkamayan'ın erdemine inanılmaz. Bu irfan, yabancının değil, İslam'ın irfanıdır. Şehvetine sahip olamayan hiçbirşeyine sahip olamaz. İstikamette hiç olamaz. İbneye umut bağlanmaz. Nitekim Bediüzzaman'ın 'kuvveler bahsi'nde kuvve-i şeheviye üzerine söyledikleri de bunu doğrular:

"Meselâ, kuvve-i şeheviyenin tefrit mertebesi humuddur ki, ne helâle ve ne de harama şehveti, iştihası yoktur. İfrat mertebesi fücurdur ki, namusları ve ırzları pâyimal etmek iştihasında olur. Vasat mertebesi ise iffettir ki, helâline şehveti var, harama yoktur."

Hollywood'tan tutun Yeşilçam'a kadar mezkûr cerbeze sıklıkla işlenmiştir. 'İyi kalpli ibneler' genelde romantik-komedi filmlerinin klişelerindendir. (Sonlardan birisini Son Kabadayı'da Rasim Öztekin'in kişileştirdiği 'Sürmeli' karakterinde görürüz.) Bu manipülasyon şöyle bir yalana iman etmemizi dayatır: "Tamam, adamlar/kadınlar hayvanların bile yapmayacağı hayvanlığı işliyor olabilir, ama yine de ahlaksız diyemezsin, tiksinemezsin. Belki o daha ahlaklıdır. Saygı göstermeyi unutma..."

Standart sünni bir müslüman olarak ben buna inanmayı reddediyorum. Beni doğrulayacak epeyce veri olduğunu da biliyorum. 28 Şubat'ta veya şimdi Gazze katliamında verdikleri desteği de itikadımı cerheder bulmuyorum. Mazlumların yardımına 'daha sonra onlarda meşruiyet kazanmak için' koşmak liberal ideolojinin taktiğidir. (Türkiye'de de aynı kişiler "Biji Kürdistan!" sloganları atmadılar mı? Ne için? Kürtleri çok sevdikleri için mi? Yoksa manipüle edilebilir bir alan gördükleri için mi?) Fakat burada şöyle garip birşey de var: Bugün İslam âleminde en çok kanı akıtanlar yine onlar. Yani bizi öldürenler de kendilerini liberal olarak tanımlıyorlar. (Biden'a sorsanız ondan liberali yok mesela). Eee, o halde? Herhalde 'iyi polis-kötü polis'in bir versiyonu oynanıyor. Cibali Babalar da yine tezgâha geliyor.

Bitirirken tekrar hatırlatayım kârilerim: Diyarbakırlı gençlerin gözlerinden-ellerinden öpmüşüm. Varolsunlar. Şâdolsunlar. Metin Karabaşoğlu'nun umudu gençlerde olduğu gibi benim umudum da gençlerde. Sadece başka gençlerden ümitvâr oluyoruz. Ben dümdüz sünnilerden ümitvârım. Oysa...

'İsmet Özel anakronizmi' İslamcılığı zehirliyor

"Fünun-u cedideyi, ulûm-u medaris ile mezc ve derc; ve lisân-ı Arabî vâcip, Kürdî câiz, Türkî lâzım kılmak..."  Münazarat'tan....