Hani Bediüzzaman diyor: "Kur'an-ı Hakîm'de bazı hâdisât-ı tarihiye suretinde zikredilen cüz'î hadiseler küllî düsturların uçlarıdır." Yani, hiçbir kıssa yoktur ki Kur'an'da, o kıssanın öğrettiği dersler 'bütün zamanlar için' geçerli olmasın. Bütün zamanlarda emsali sayılabilecek olaylar yaşanmasın. Tabir-i diğerle, "Tarih tekerrürden ibarettir!" sözüne atıfla, o kıssalar 'tekerrür eden bir/birçok hakikatten' haber veriyor olmasın.
Hem yine diyor ki mürşidim: "Bir kavle göre, Kitâb-ı Mübîn, Kur'ân'dan ibarettir. Yaş ve kuru herşey içinde bulunduğunu, şu âyet-i kerime beyan ediyor. Öyle mi? Evet, herşey içinde bulunur. Fakat herkes herşeyi içinde göremez. Zira muhtelif derecelerde bulunur. Bazan çekirdekleri, bazan nüveleri, bazan icmalleri, bazan düsturları, bazan alâmetleri, ya sarahaten, ya işareten, ya remzen, ya ibhâmen, ya ihtar tarzında bulunurlar."
Tarihselcileri, Kur'an'da anlatılan kıssaların 'eskilerin masalları' olduğunu söyleyenleri, bir diğer ifadeyle günümüz modernistlerini "Çaaaaaat!" diye ortasından çatlatan bu hakikate dair birçok nümuneyi kendi Kur'an okumalarım sırasında görüyor, biliyor, bazen de hissediyorum. Hamdolsun. İşte, muhterem okurlarım, onlardan bir tanesine de Bakara sûresinde rastladım. Daha doğrusu uyandırıldım. Elhamdülillah. Allahu'l-a'lem kaydıyla anlatayım. Bakalım katılacak mısınız?
Şuradan başlayalım: Efendim, malumunuz, medyada bültenlerine çoklukla rastlıyorsunuz. Batı'yla bizim iki türlü ilişkimiz var. Birincisi: Adamlar İslam coğrafyasının her köşesinde anamızı ağlatıyorlar. Canları çekiyor Afganistan'ı bombalıyorlar. Canları çekiyor Irak'a füze sallıyorlar. Canları çekiyor Suriye'yi inletiyorlar vs. Yani "Elhamdülillah müslümanım!" diyen müslümanı vatanında yaşayamaz hale getirip canından bezdiriyorlar. Sonra? Sonrası göç.
Sonrası ilginç. Şu açıdan ilginç. Böyle türlü oyunlarla müslümanları kendi coğrafyalarında yaşayamaz hale getiren Batı, bu defa da ülkesine sığınmış 'ucuz iş gücüne' sevgiyle kucak açıyor, türlü şapşik kucaklama misalleri sergiliyor. Bir yanağımız tokatlıyorsa diğer yanağımızı da okşuyor. Denize düşmüşlüğü yılana sarılacak vaziyete gelen garip-gureba da bu defa katiline âşık olan maktul edasıyla pek coşkulu 'Batılılar' haline geliyorlar.
Bu coşkunun bir nesil sonraki başarısı ise gönüllü asimilasyon. "Aman bedenim bozulacak!" diye kendi çocuklarının zahmetini çekmek isteyen Batı, yine Bediüzzaman'ın ifadesiyle, 'herkesin çocuklarını kendine alıp karâbet ve milliyeti izale eden' sistemiyle mülteci çocuklardan kurulu milli takımlar elde ediyor. Yani, yaşasın Pierre, ama koşsun Karim Benzema! Acizler çabuk yandaş olurlar. En sağlam köleler borçlulardan elde edilir.
İşte bütün bunlar hergün rastladığımız bir hakikat olarak zihnimdeyken Bakara sûresinin 85. ayeti dikkatimi çekti benim. Kısa bir mealiyle buyruluyor ki orada: "Bu misakı kabul eden sizler, (verdiğiniz sözün tersine) birbirinizi öldürüyor, aranızdan bir zümreyi yurtlarından çıkarıyor, kötülük ve düşmanlıkta onlara karşı birleşiyorsunuz. Onları yurtlarından çıkarmak size haram olduğu halde (hem çıkarıyor hem de) size esirler olarak geldiklerinde fidye verip onları kurtarıyorsunuz. Yoksa siz Kitab’ın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Sizden öyle davrananların cezası, dünya hayatında ancak rüsvaylık, kıyamet gününde ise en şiddetli azaba itilmektir. Allah sizin yapmakta olduklarınızdan asla gafil değildir."
Haydi yüzleşelim. Sizce de burada anlatılan durum tam da bizim yaşadığımız şey değil mi? Kötülükte 'koalisyon kuvvetleri' kuran bu zümreler hakikaten de bizi yurtlarımızdan etmiyorlar mı? Sonra aç-bilaç ocaklarına düştüğümüzde de fidyelerimizi ödeyip bizi 'kendilerine borçlu özgürler' haline getirmiyorlar mı? Ortadoğu'da kan ağlatanlar Avrupa'da-Amerika'da sevgi pıtırcıkları gibi takılmıyorlar mı? Bu halleriyle, Kitab'ın bir kısmını (kendi vatanları içinde) kabul etmiş, diğer kısmını ise (başkalarının ülkelerinde) inkâr etmiş sayılmıyorlar mı? Dünyayı, kendileri için başka, başkaları için daha başka okumuyorlar mı?
Ne bileyim. Belki de yanlış bir okuma yapıyorum. Ama ayet-i kerimede anlatılanla günümüzde yaşanılanların öyle bir benzerliği var ki. Karşı koyamıyorum. Bediüzzaman'ın ifadesiyle bir 'külli düsturun ucu'nu da buradan yakalamışım gibi geliyor bana. Allahu'l-a'lem. En doğrusunu elbette Allah bilir. Bu yazı da hafızanızda Kur'anî bir hissedişin paylaşımı olarak bulunsun.
Fransa etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Fransa etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
4 Nisan 2019 Perşembe
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Yaranın inkârı her yaradan daha büyük yaradır
'Delilleri küçümsemek' diye bir hastalığımız var arkadaşım. Acizliğimizden kaynaklanıyor. Çünkü ellerimiz pek küçük. Okyanussa çok b...
-
Allah kendisini rahmetiyle sarsın sarmalasın. Bu sıralar Esad Coşan Hocaefendi'nin (k.s.) Ramuzu'l-Ehadis derslerini takip ediyoru...
-
" Seninle gurur duyuyorum ama vicdan aynı zamanda düşmanın olabilir. Vicdanlısın, merhametlisin ve aynı zamanda sevimli ve tatlısın. O...
-
Hatırlarsanız, bir hafta kadar önce Cemil Tokpınar abiye dair bir analizimi yazmıştım. Çok derinlemesine sayılmayacak, kısacık birşey. Şim...