"Böyle hadiselerin vukuunda, bizlere, itidâl-i dem ve sarsılmamak ve adavete girmemek ve o muarız taifenin de rüesalarını çürütmemek gerekir." Sikke-i Tasdik-i Gaybî'den.
Tanıyanlar zaten tanıyor beni. Tanımayanlar için küçük bir açıklama: Bir nur talebesiyim. Nurcuyum yani. İddia olarak söylemiyorum. 'Umut' olarak söylüyorum. İnşaallah öyleyim. İnşaallah Cenab-ı Hak beni o hale sokar. Onun duasındayım. 22 yıldır Risale-i Nur okuyorum. Demek 22 yıldır duasındayım. Elhamdülillah. Fahrolmasın. Allah'ın fazl u keremidir. Bunu şu yüzden başta belirtiyorum: Belki şimdi okuyanlar içinde "İsmailağa cemaatinden birisi onları muhafaza etmeye çalışıyormuş..." gibi yargılar oluşacak. Hiç oluşmasın. Yok. Onlardan değilim. İçlerine hiç girmedim. Fakat duacılarıyım. Çünkü Bediüzzaman bize böyle öğretti. Her kim ki, ehl-i sünnettir, kardeşimizdir. Biz de onların kardeşleriyiz. Kardeşlik hukuku da kardeşinin hukukunu muhafaza etmeyi gerektirir. Ben de bu meselede, değil yalnız kardeşlerimin, mübarek hocalarımın da hukukların muhafazaya kendimi mecbur biliyorum.
Geçenlerde eski Diyanet İşleri Başkanımız Mehmed Görmez Hoca'nın bir videosuna rastladım. Baktım. Haber sitelerine de düşmüş metni. Hoca konuşmasının bir yerinde şöyle birşey söylüyor: "10 ay bu ülkede 'Ölen şeyhimize mi rabıta yapacağız, yoksa hayattakine mi?' üzerinden post kavgaları yapıldı. Bu tartışmalar olurken Gazze'de çocuk bedenleri toplanıyordu..." Tabii herkes kimlerin kastedildiğini anladı. İsmailağa cemaatinin içinde yaşanan tartışmalardı malzeme edilen. Cenab-ı Hak sulhe çevirsin. O mübarek ocağı kıyamete kadar söndürmesin. Efendi Hazretlerinin deniz gibi emeğini zâyi etmesin. Âmin. Ancak tartışmanın bu şekilde tenkide tutulmasında biraz insafsızlık vardı. Zira: 1) Rabıta mevzuunun Nakşibendîlikteki kilit durumu ıskalanıyordu. 2) Tartışmanın sanki cemaate Filistin meselesini unutturduğu gibi yanlış bir lanse vardı. 3) Eleştiri yapan kişinin kendisinin bu eleştiriyi yapmaya ne denli hakkı vardı? İşte ben de yazımın konusu olarak bu ahir iki maddeyi seçtim. Rabıta konusuna girmeyeceğim. Zira herhalde onun önemini İsmailağa'nın liyakatli hocaları genişce izahatta bulunacaklardır.
Arkadaşlar, hepimiz az-çok sosyalmedya kullanan insanlarız, İsmailağa cemaati de gizli bir cemaat değildir. Özellikle yardım derneklerinin birçok hesapları vardır. Paylaşımlarına bakabilirsiniz. Acaba, bu rabıta tartışmaları sırasında Filistin'i unuttular mı, unutmadılar mı? Takip ettiğim kadarıyla konuşuyorum: Unutmadıklarını görüyorum. Üstelik, yine İsmailağa hocalarının, Filistin meselesi üzerine son bir yılda yaptıkları konuşmalar-vaazlar Youtube'da mebzul miktarda bulunmaktadır. Hatta bu konuda Mehmet Görmez'in yaptığı etkinliklerle İsmailağa'nın hocalarının yaptıkları karşılaştırılsa, işin süksesini/satılışını bir yana koyuyorum, hocaların yaptığı yanında Görmez'in yapabildiklerinin devede kulak kalacağını düşünüyorum. Çünkü bu hocalar Anadolu'nun her yerindeler. Bazıları da zaten Diyanet'te bizzat görevliler. Elbette ellerinin ulaştığı her yerde Filistin heyecanını canlı tutmaya çalıştılar. Sanki böyle yapmamışlar gibi rabıta tartışmalarını anmak onların hakkına girmektir. Allah'tan korkmak gerekir. (Hatta ben de bir Filistin etkinliğinden İsmailağa cemaatinin tuttuğu otobüsle dönmüştüm. Beylikdüzü'ne gittiklerini duyunca iki arkadaş hemen atlamıştık. Dönüş yolunda bile Filistin hakkında yapılması gerekenlere dair nasihatte bulundular. Bu böyle değilmiş gibi lanse etmek Mehmet Görmez'e yakışık alıyor mu?)
Diğer maddeye gelince... Onu da ikiye ayıracağım: 1) Mehmed Görmez'in aynı eleştiriyi daha başka kimlere yaptığını azıcık sigaya çekerek konuyu açmak istiyorum. Misal: Türkiye Gazze'de bebek cesetleri toplanırken olimpiyatlara gitti. Türkiye Gazze'de bebek cesetleri toplanırken Avrupa kupasına katıldı. Türkiye'nin kültür bakanlığı, belediyeleri, okulları, bilmem daha neleri, Gazze'de bebek cesetleri toplanırken türlü şekil etkinlikler düzenlediler. AK Partili belediyelerde bile konserler kesilmedi. Üniversiteler zaten mevzua kenarından girdiler. (Boykot konusuna hiç girmek istemiyorum. Onda nasıl döküldüğümüzün misalleri hem insanın içini yakar hem de saymakla bitmez.) Yani, Ahmet Kaya'nın da dediği gibi, 'Yaprak döker bir yanımız, bir yanımız bahar bahçe...' devam etti gitti süreç. Şimdi, sanki tüm bunlar olmamış gibi, hep beraber hepsini seyretmemişiz gibi, ortaya birtek İsmailağa'nın düğünle-defle ilgisi olmayan rabıta mevzuunu atmak müstakim görünmüyor. İyi niyetli gelmiyor. Keloğlan gibi "Adaletin bu mu cazgır?" diye sorarlar adama. Görmez, önce düğün evlerinin defini sustursun da, gelsin, ondan sonra ölü evinin yasına son versin. Ha, yemiyorsa, ağzın açılmıyorsa, buraya da bed konuşma bari.
2) Mehmet Görmez'in İsmailağa'nın üstüne ne başardığını sorgulayarak açacağım bu meseleyi de... Evet. Benim takip ettiğim: Mehmet Görmez Gazze'ye müdahale etmek için ordu falan toplamadı. Zaten böyle bir müdahale çağrısı yaptığını da hatırlamıyorum. Onun da yaptığı en fazla konuşmaktı ki bu sıralar lâftan daha bolunu-ucuzunu bulamıyoruz zaten. Maşaallah. Herkes konuşuyor. Herkes kınıyor. Herkes Filistin konulu aforizmaların-edebiyatın gözüne basıyor. Peki icraat? İcraat yok. İcraat sıfır. İcraat birtek Hamas'ta var. Biraz da topa şiiler giriyorlar işte. Yemen'de Ensarullah, Lübnan'da birazcık Hizbullah, İran o kadar. Şiilere de pek güven olmaz ya, neyse, şimdi Caferîlik mevzuunda kafası karışık bir eski Diyanet İşleri Başkanını bu konulara çekip küstürmeyelim. Sadede gelelim: Mehmet Görmez, konuşmak dışında, ne yapabiliyor ki İsmailağa'ya hesap soruyor? Üstelik, yukarıda da belirttim, İsmailağa cemaati vaaz u nasihat yekününde Mehmet Görmez'i bine katlar. Halkın kılcallarına kadar ulaşır onların hocaları. Her semtte bir medreselerini/hocalarını bulursunuz. Sohbetlerine katılabilirsiniz. Hal böyleyken şu artistliğe gerek var mı? Hamas kızsa insan birazcık anlar. Ama sen?
Hülasa: Ben bu eleştiri de insaf görmedim. Cenab-ı Hakkın İsmailağa içindeki ihtilafı hayra çevirmesini dilerim, o ayrı, o lazım. Birbirlerine yaptıkları ağır eleştirileri de gördüğümde üzülüyorum, o da bir tarafa, fakat amelde onların önüne geçildiğini-geçebildiğimizi de düşünmüyorum. Hamiyetli insanlardır. Gayretli bir cemaattir. Aleyhlerinde olmakta hiç hayır görmüyorum. Mehmet Görmez Hoca'yı da kardeşçe ikaz ederim. Daha fazlası elimden gelmez. Nihayetinde traktörün en son tekeriyim. Ne diyelim. Allah bizi istikamete hidayet eylesin. Âmin. Âmin. Âmin. Ve bi-hürmeti seyyidi'l-mürselin. Ve bi-hürmeti Taha ve Yasin. Ve'l-hamdülillahi Rabbi'l-âlemîn.
Hamas etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Hamas etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
10 Ekim 2024 Perşembe
16 Ağustos 2024 Cuma
Tâlibân'a bakarken Bediüzzaman'ı hatırlamak...
Rüyanın Zeyli'nde, Bediüzzaman, hacdaki ihmalin şöyle bir arızayı netice verdiğini söylüyor:
"Rüya hacda sükût etti. Çünkü, haccın ve ondaki hikmetin ihmali, musibeti değil, gazap ve kahrı celb etti. Cezası da keffâretü'z-zünub değil, kessâretü'z-zünub oldu. Haccın bahusus taarüfle tevhid-i efkârı, teavünle teşrik-i mesaiyi tazammun eden içindeki siyaset-i âliye-i İslâmiye ve maslahat-ı vâsia-i içtimaiyenin ihmalidir ki, düşmana milyonlarla İslâmı, İslâm aleyhinde istihdama zemin ihzar etti."
Devamındaysa 'yine bizzat müslümanlar eliyle' Osmanlı'nın maruz kaldığı saldırıları hatırlatıp ekliyor:
"İşte Hint, düşman zannederek, hâlbuki pederini öldürmüş, başında oturmuş bağırıyor. İşte Tatar, Kafkas, öldürülmesine yardım ettiği şahıs, bîçare valideleri olduğunu, 'ba'de harabi'l-Basra' anlıyor. Ayak ucunda ağlıyorlar. İşte Arap, yanlışlıkla kahraman kardeşini öldürüp, hayretinden ağlamayı da bilmiyor. İşte Afrika, biraderini tanımayarak öldürdü, şimdi vâveylâ ediyor. İşte âlem-i İslâm, bayraktar oğlunu gafletle bilmeyerek öldürmesine yardım etti, valide gibi saçlarını çekip âh ü fîzar ediyor. Milyonlarla ehl-i İslâm, hayr-ı mahz olan sefer-i hacca şedd-i rahl etmek yerine, şerr-i mahz olan düşman bayrağı altında dünyada uzun seyahatlar ettirildi. Fa'tebirû."
Hakikaten de I. Dünya Savaşı'nda böylesi çok acı hâdiseler yaşanmıştır. Batı hilekârlığını henüz yeterince tecrübe etmemiş safderûn müslümanlar, çeşitli manipülasyonlara maruz bırakılarak, hakkıyla tanımadıkları Osmanî kardeşlerine kılıç çekmişlerdir. Hatta bunlardan bazıları 'halifeyi kurtarmaya geldiğini sanarak' Osmanlı'ya karşı dövüştürülmüştür. Tarih buna benzer birçok hikâyeyi bize nakleder.
Peki, acaba bu risk artık arkamızda mı kalmıştır, yoksa hâlâ korkulması gereken bir ihtimal midir?
Kimi çevreler tarafından Tâlibân, Hamas, İhvan-ı Müslimîn vs. gibi başlıklar hakkında yazılanlara baktığımda mezkûr sorulara olumsuz yanıt vermenin mümkün olmadığını düşünmekteyim.
Evet. Safderûn müslümanlar üzerinde Batı manipülatörlüğü 'devasa medya kuruluşları' eliyle sürdürülmektedir. Hatta, bırakınız bu devasa medyayı, kalemleri çeşitli fonlarla satın alınmış, beyinleri de zaten çoktan Batı'nın veled-i zinası olmuş kimi 'yerli' isimler, müslüman coğrafyanın parçaları hakkında 'birbirlerine dönük' karapropagandayı sürdürmektedirler. Karşılıklı korku-soğukluk aşılamaya çalışmaktadırlar. Onlar üzerinden birbirinizi bilirseniz, ister istemez, 'kirletilmiş bir bilgi yığınıyla' karşılaşırsınız. Etkileri altında kalırsınız. Zaten amaçladıkları da budur. İslam bütünlüğünü zehirlemektir.
(İngilizlerin dünya siyasetine gözlerini açtıklarından beri amaçları Türkle Arabın arasını bozmaktır. Çünkü İslam'ın en kalabalık iki kavmi Türkler ve Araplardır. Onların arası bozulursa ümmet ortadan ikiye ayrılmış gibi olur. 'Türkçülük' ve 'Arapçılık' cereyanlarına bakarken akılda tutmak gerekir.)
Çaresi nedir peki? Bediüzzaman'ın hacda gördüğü faydayı umumileştirmektir. Yani müslümanın müslümanı, 'kâfir haber kaynakları' üzerinden değil, bizzat kendisiyle etkileşime geçerek tanımasıdır. Mürşidimine göre haccın emrediliş hikmetlerinden birisi de budur. Ve ihmali de kahrımızın sebebidir.
"Ey iman edenler! Eğer fâsıkın biri size bir haber getirecek olursa onu araştırın. Yoksa cahillikle bir topluluğa sataşır da yaptığınıza pişman olursunuz!" buyuran bir Kur'an'ın talebeleriyiz. Burada bize öğretilen temkin her türden haber kaynağına dönük geliştirilmelidir. Yabancı ajanslardan tutun, yabancılara çalıştığı artık sağır sultana bile malum gazeteci müsveddelerine kadar, her enformasyon kaynağına karşı dikkatli olmalıyız. İnanmakta acele etmemeliyiz. Hüküm vermekte çabuk davranmamalıyız. Her zaman bir gözümüz "Onu doğrudan tanıdığımda hakikatini göreceğim!" şıkkına açık olmalı. Ve kâfirin hilekârlığına karşı "Acaba kardeşimle aramı bozmaya mı çalışıyor?" uyanıklığı korunmalı. Eğer böyle bir tavır takınırsak birbirimiz hakkında tuzağa düşürülmekten de korunmuş oluruz. Yüzyıl önceki hatamızı tekrarlamayız. Vaktiyle Osmanlı'nın başına getirileni onların başına getirmeyiz. Evet, inşaallah, Rüyanın Zeyli bizi en azından bu kadar ayıltmalıdır kardeşlerim.
(Bitirirken: Hamas, 7 Ekim'de, büyük cihadını başlattığında, "Kadınlara tecavüz ettiler. Bebekleri öldürdüler..." vs. gibi yalanlara inananlar nasıl sonradan pişman oldular, şayianın Batı kaynaklı bir tezvirattan ibaret kaldığını farkederek kandırılmalarına üzüldüler; aynen öyle de; bugün kardeşleri hakkında küfranî kaynaklar üzerinden suizan yapanlar da gelecekte mutlaka pişman olacaklardır.)
"Rüya hacda sükût etti. Çünkü, haccın ve ondaki hikmetin ihmali, musibeti değil, gazap ve kahrı celb etti. Cezası da keffâretü'z-zünub değil, kessâretü'z-zünub oldu. Haccın bahusus taarüfle tevhid-i efkârı, teavünle teşrik-i mesaiyi tazammun eden içindeki siyaset-i âliye-i İslâmiye ve maslahat-ı vâsia-i içtimaiyenin ihmalidir ki, düşmana milyonlarla İslâmı, İslâm aleyhinde istihdama zemin ihzar etti."
Devamındaysa 'yine bizzat müslümanlar eliyle' Osmanlı'nın maruz kaldığı saldırıları hatırlatıp ekliyor:
"İşte Hint, düşman zannederek, hâlbuki pederini öldürmüş, başında oturmuş bağırıyor. İşte Tatar, Kafkas, öldürülmesine yardım ettiği şahıs, bîçare valideleri olduğunu, 'ba'de harabi'l-Basra' anlıyor. Ayak ucunda ağlıyorlar. İşte Arap, yanlışlıkla kahraman kardeşini öldürüp, hayretinden ağlamayı da bilmiyor. İşte Afrika, biraderini tanımayarak öldürdü, şimdi vâveylâ ediyor. İşte âlem-i İslâm, bayraktar oğlunu gafletle bilmeyerek öldürmesine yardım etti, valide gibi saçlarını çekip âh ü fîzar ediyor. Milyonlarla ehl-i İslâm, hayr-ı mahz olan sefer-i hacca şedd-i rahl etmek yerine, şerr-i mahz olan düşman bayrağı altında dünyada uzun seyahatlar ettirildi. Fa'tebirû."
Hakikaten de I. Dünya Savaşı'nda böylesi çok acı hâdiseler yaşanmıştır. Batı hilekârlığını henüz yeterince tecrübe etmemiş safderûn müslümanlar, çeşitli manipülasyonlara maruz bırakılarak, hakkıyla tanımadıkları Osmanî kardeşlerine kılıç çekmişlerdir. Hatta bunlardan bazıları 'halifeyi kurtarmaya geldiğini sanarak' Osmanlı'ya karşı dövüştürülmüştür. Tarih buna benzer birçok hikâyeyi bize nakleder.
Peki, acaba bu risk artık arkamızda mı kalmıştır, yoksa hâlâ korkulması gereken bir ihtimal midir?
Kimi çevreler tarafından Tâlibân, Hamas, İhvan-ı Müslimîn vs. gibi başlıklar hakkında yazılanlara baktığımda mezkûr sorulara olumsuz yanıt vermenin mümkün olmadığını düşünmekteyim.
Evet. Safderûn müslümanlar üzerinde Batı manipülatörlüğü 'devasa medya kuruluşları' eliyle sürdürülmektedir. Hatta, bırakınız bu devasa medyayı, kalemleri çeşitli fonlarla satın alınmış, beyinleri de zaten çoktan Batı'nın veled-i zinası olmuş kimi 'yerli' isimler, müslüman coğrafyanın parçaları hakkında 'birbirlerine dönük' karapropagandayı sürdürmektedirler. Karşılıklı korku-soğukluk aşılamaya çalışmaktadırlar. Onlar üzerinden birbirinizi bilirseniz, ister istemez, 'kirletilmiş bir bilgi yığınıyla' karşılaşırsınız. Etkileri altında kalırsınız. Zaten amaçladıkları da budur. İslam bütünlüğünü zehirlemektir.
(İngilizlerin dünya siyasetine gözlerini açtıklarından beri amaçları Türkle Arabın arasını bozmaktır. Çünkü İslam'ın en kalabalık iki kavmi Türkler ve Araplardır. Onların arası bozulursa ümmet ortadan ikiye ayrılmış gibi olur. 'Türkçülük' ve 'Arapçılık' cereyanlarına bakarken akılda tutmak gerekir.)
Çaresi nedir peki? Bediüzzaman'ın hacda gördüğü faydayı umumileştirmektir. Yani müslümanın müslümanı, 'kâfir haber kaynakları' üzerinden değil, bizzat kendisiyle etkileşime geçerek tanımasıdır. Mürşidimine göre haccın emrediliş hikmetlerinden birisi de budur. Ve ihmali de kahrımızın sebebidir.
"Ey iman edenler! Eğer fâsıkın biri size bir haber getirecek olursa onu araştırın. Yoksa cahillikle bir topluluğa sataşır da yaptığınıza pişman olursunuz!" buyuran bir Kur'an'ın talebeleriyiz. Burada bize öğretilen temkin her türden haber kaynağına dönük geliştirilmelidir. Yabancı ajanslardan tutun, yabancılara çalıştığı artık sağır sultana bile malum gazeteci müsveddelerine kadar, her enformasyon kaynağına karşı dikkatli olmalıyız. İnanmakta acele etmemeliyiz. Hüküm vermekte çabuk davranmamalıyız. Her zaman bir gözümüz "Onu doğrudan tanıdığımda hakikatini göreceğim!" şıkkına açık olmalı. Ve kâfirin hilekârlığına karşı "Acaba kardeşimle aramı bozmaya mı çalışıyor?" uyanıklığı korunmalı. Eğer böyle bir tavır takınırsak birbirimiz hakkında tuzağa düşürülmekten de korunmuş oluruz. Yüzyıl önceki hatamızı tekrarlamayız. Vaktiyle Osmanlı'nın başına getirileni onların başına getirmeyiz. Evet, inşaallah, Rüyanın Zeyli bizi en azından bu kadar ayıltmalıdır kardeşlerim.
(Bitirirken: Hamas, 7 Ekim'de, büyük cihadını başlattığında, "Kadınlara tecavüz ettiler. Bebekleri öldürdüler..." vs. gibi yalanlara inananlar nasıl sonradan pişman oldular, şayianın Batı kaynaklı bir tezvirattan ibaret kaldığını farkederek kandırılmalarına üzüldüler; aynen öyle de; bugün kardeşleri hakkında küfranî kaynaklar üzerinden suizan yapanlar da gelecekte mutlaka pişman olacaklardır.)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Yaranın inkârı her yaradan daha büyük yaradır
'Delilleri küçümsemek' diye bir hastalığımız var arkadaşım. Acizliğimizden kaynaklanıyor. Çünkü ellerimiz pek küçük. Okyanussa çok b...
-
Allah kendisini rahmetiyle sarsın sarmalasın. Bu sıralar Esad Coşan Hocaefendi'nin (k.s.) Ramuzu'l-Ehadis derslerini takip ediyoru...
-
" Seninle gurur duyuyorum ama vicdan aynı zamanda düşmanın olabilir. Vicdanlısın, merhametlisin ve aynı zamanda sevimli ve tatlısın. O...
-
Hatırlarsanız, bir hafta kadar önce Cemil Tokpınar abiye dair bir analizimi yazmıştım. Çok derinlemesine sayılmayacak, kısacık birşey. Şim...