iletişim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
iletişim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Ağustos 2024 Cuma

Tâlibân'a bakarken Bediüzzaman'ı hatırlamak...

Rüyanın Zeyli'nde, Bediüzzaman, hacdaki ihmalin şöyle bir arızayı netice verdiğini söylüyor:

"Rüya hacda sükût etti. Çünkü, haccın ve ondaki hikmetin ihmali, musibeti değil, gazap ve kahrı celb etti. Cezası da keffâretü'z-zünub değil, kessâretü'z-zünub oldu. Haccın bahusus taarüfle tevhid-i efkârı, teavünle teşrik-i mesaiyi tazammun eden içindeki siyaset-i âliye-i İslâmiye ve maslahat-ı vâsia-i içtimaiyenin ihmalidir ki, düşmana milyonlarla İslâmı, İslâm aleyhinde istihdama zemin ihzar etti."

Devamındaysa 'yine bizzat müslümanlar eliyle' Osmanlı'nın maruz kaldığı saldırıları hatırlatıp ekliyor:

"İşte Hint, düşman zannederek, hâlbuki pederini öldürmüş, başında oturmuş bağırıyor. İşte Tatar, Kafkas, öldürülmesine yardım ettiği şahıs, bîçare valideleri olduğunu, 'ba'de harabi'l-Basra' anlıyor. Ayak ucunda ağlıyorlar. İşte Arap, yanlışlıkla kahraman kardeşini öldürüp, hayretinden ağlamayı da bilmiyor. İşte Afrika, biraderini tanımayarak öldürdü, şimdi vâveylâ ediyor. İşte âlem-i İslâm, bayraktar oğlunu gafletle bilmeyerek öldürmesine yardım etti, valide gibi saçlarını çekip âh ü fîzar ediyor. Milyonlarla ehl-i İslâm, hayr-ı mahz olan sefer-i hacca şedd-i rahl etmek yerine, şerr-i mahz olan düşman bayrağı altında dünyada uzun seyahatlar ettirildi. Fa'tebirû."

Hakikaten de I. Dünya Savaşı'nda böylesi çok acı hâdiseler yaşanmıştır. Batı hilekârlığını henüz yeterince tecrübe etmemiş safderûn müslümanlar, çeşitli manipülasyonlara maruz bırakılarak, hakkıyla tanımadıkları Osmanî kardeşlerine kılıç çekmişlerdir. Hatta bunlardan bazıları 'halifeyi kurtarmaya geldiğini sanarak' Osmanlı'ya karşı dövüştürülmüştür. Tarih buna benzer birçok hikâyeyi bize nakleder.

Peki, acaba bu risk artık arkamızda mı kalmıştır, yoksa hâlâ korkulması gereken bir ihtimal midir?

Kimi çevreler tarafından Tâlibân, Hamas, İhvan-ı Müslimîn vs. gibi başlıklar hakkında yazılanlara baktığımda mezkûr sorulara olumsuz yanıt vermenin mümkün olmadığını düşünmekteyim.

Evet. Safderûn müslümanlar üzerinde Batı manipülatörlüğü 'devasa medya kuruluşları' eliyle sürdürülmektedir. Hatta, bırakınız bu devasa medyayı, kalemleri çeşitli fonlarla satın alınmış, beyinleri de zaten çoktan Batı'nın veled-i zinası olmuş kimi 'yerli' isimler, müslüman coğrafyanın parçaları hakkında 'birbirlerine dönük' karapropagandayı sürdürmektedirler. Karşılıklı korku-soğukluk aşılamaya çalışmaktadırlar. Onlar üzerinden birbirinizi bilirseniz, ister istemez, 'kirletilmiş bir bilgi yığınıyla' karşılaşırsınız. Etkileri altında kalırsınız. Zaten amaçladıkları da budur. İslam bütünlüğünü zehirlemektir.

(İngilizlerin dünya siyasetine gözlerini açtıklarından beri amaçları Türkle Arabın arasını bozmaktır. Çünkü İslam'ın en kalabalık iki kavmi Türkler ve Araplardır. Onların arası bozulursa ümmet ortadan ikiye ayrılmış gibi olur. 'Türkçülük' ve 'Arapçılık' cereyanlarına bakarken akılda tutmak gerekir.)

Çaresi nedir peki? Bediüzzaman'ın hacda gördüğü faydayı umumileştirmektir. Yani müslümanın müslümanı, 'kâfir haber kaynakları' üzerinden değil, bizzat kendisiyle etkileşime geçerek tanımasıdır. Mürşidimine göre haccın emrediliş hikmetlerinden birisi de budur. Ve ihmali de kahrımızın sebebidir.

"Ey iman edenler! Eğer fâsıkın biri size bir haber getirecek olursa onu araştırın. Yoksa cahillikle bir topluluğa sataşır da yaptığınıza pişman olursunuz!" buyuran bir Kur'an'ın talebeleriyiz. Burada bize öğretilen temkin her türden haber kaynağına dönük geliştirilmelidir. Yabancı ajanslardan tutun, yabancılara çalıştığı artık sağır sultana bile malum gazeteci müsveddelerine kadar, her enformasyon kaynağına karşı dikkatli olmalıyız. İnanmakta acele etmemeliyiz. Hüküm vermekte çabuk davranmamalıyız. Her zaman bir gözümüz "Onu doğrudan tanıdığımda hakikatini göreceğim!" şıkkına açık olmalı. Ve kâfirin hilekârlığına karşı "Acaba kardeşimle aramı bozmaya mı çalışıyor?" uyanıklığı korunmalı. Eğer böyle bir tavır takınırsak birbirimiz hakkında tuzağa düşürülmekten de korunmuş oluruz. Yüzyıl önceki hatamızı tekrarlamayız. Vaktiyle Osmanlı'nın başına getirileni onların başına getirmeyiz. Evet, inşaallah, Rüyanın Zeyli bizi en azından bu kadar ayıltmalıdır kardeşlerim.

(Bitirirken: Hamas, 7 Ekim'de, büyük cihadını başlattığında, "Kadınlara tecavüz ettiler. Bebekleri öldürdüler..." vs. gibi yalanlara inananlar nasıl sonradan pişman oldular, şayianın Batı kaynaklı bir tezvirattan ibaret kaldığını farkederek kandırılmalarına üzüldüler; aynen öyle de; bugün kardeşleri hakkında küfranî kaynaklar üzerinden suizan yapanlar da gelecekte mutlaka pişman olacaklardır.)

22 Mayıs 2016 Pazar

'Selamsızlar' ittihad edemez

Şuradan başlayayım arkadaşım: "Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki: İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız. Yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz birşey söyleyeyim mi? Aranızda selamı yayınız!" hadis-i şerifini eksik anladığım kanaati hasıl oldu bende. Özellikle 'selamı yayma’yı sadece 'denk geldiklerime selam vermek' şeklinde anlamak pek az göründü. Peki bu ‘parıldama’ nasıl yaşandı?

Oraya geleyim: Hayat insanı bazen öyle yerlere savuruyor ki, pek yakın olduğunuz dostlarınızla dahi, ancak teknoloji vasıtasıyla görüşebiliyorsunuz. Belki bir zamanlar yediğiniz-içtiğiniz ayrı gitmeyen insanlar bunlar. 'Bir selam vermiş olayım!' diyerek ya yılda bir arıyorsunuz yahut da benim gibi ‘mailleşmeyi’ tercih ediyorsunuz. Peki bu selamlaşma ihtiyacı nereden geliyor?

Bu nokta önemli. Çünkü hadis-i şerifin nasihat ettiği hakikatin özü sanki burada saklanıyor. Yani ‘selam vermediğinizde’ birşeylerin giderek yitiyor olduğunu hissediyorsunuz. Aranızda muhabbetten bir bağ vardı. (Muhabbet ki öteki olanı parçamız kılar.) O bağ da bir açıdan imanınızla bağlı idi. (İman cümle mevcudatla tevhid bayrağı altında kurulan kardeşliktir.) İşte, evet, belki selamlaşmadığınızda giderek açıldığını farkettiğiniz mesafe aslında onlarla da aranızda açıldığını hissettiğiniz mesafe. Silsile halinde büyüyen bir çağrışım.

Bu yoksunluk korkutuyor. Yeniden hatırlamak-hatırlatmak gece rahat uyumanızı sağlayacak. Varlığını hissetmek-hissettirmek, bir parçanızın daha güvende olduğunu göstermekle, içinizi huzurla dolduracak. Uzun süre alçıda kalan parmaklarını oynatarak mutlu olan hasta gibi olacaksınız. O hâlâ orada yani. O hâlâ sizinle.

Birşeyin yokluğunu tanımak varlığını tanımaya bağlıdır. Varlığı tanınan/tadılan şeyin ancak yokluğu bilinir. Hiç varolmamışken yokolanın yoksunluk sancısı da varolmaz. ‘Panda’ diye bir hayvanın varlığını bilmeyenler için nesillerinin tükenmesinin acısı da yoktur. Acı ademden/yokluktan doğar. Varolmayan nasıl yokolabilir? İşte bu yüzden varlığı tadılmayanın yokluğu da tanınmaz.

Allahu’l-a’lem: İman böylesi tevhidî bir bakışla-uyanışla tanıştırdığı için 'selamlaşmamak' bize acı verir. Mürşidimin altını sıkça çizdiği birşeydir: İman varlığı insana dost kılar. Sahi, ehline meleklerin vereceği selam, cennetten daha mı az mutlu edecektir bizi? Bence selamlaşmadığımız yerde huzur da duymayız biz. Varlıklarına mutlu/duacı olduklarımızın yanındadır saadetimiz.

Meselenin bir de şu boyutu var: Selam, yukarıda saydığım şeylerin başı olduğu gibi, başka bir dizi eylemin de sonucudur. Ne demek bu? Yani 'yalnız bir eylem' değildir selam. Meyve gibi ağacıyla bağlıdır. Devamıdır. Selam vermek için öncesinde başka süreçlerin sizde (veya sizin tarafınızdan) işlenmesi gerekir. Hadis-i şerifin ‘dinamik sevgiyi netice verecek amel’ olarak zikrettiği selam aslında zaten ‘potansiyel sevginin neticesi olarak’ vücuda gelir. Yani başlangıcı sevgi olduğu gibi sonucu da o sevginin artmasıdır.

Burada selamın sağladığı şey, hiç duyulmamış bir hissi vücuda getirmek değil, potansiyel olarak varolanı açığa çıkarmaktır. Tanım olarak varolanı sahaya yansıtmaktır. Aralarında zaten imanın muhabbet/kardeşlik kıvılcımı bulunanların fırınına kömür atmaktır selam. O ateşi harlamaktır. Çünkü ancak beslenen ateş diri kalır. Bu yönüyle selam verilmesini sağlayacak her teknoloji-imkan yayımının bir parçasıdır. Yani, selamın yaygınlaşması emri içinde, Allahu’l-a’lem, mü’minler mabeyninde iletişim-ulaşım imkanlarının arttırılması emri de saklıdır. Ki mürşidim hacca dair der:

"Rüya hacda sükût etti. Çünkü, haccın ve ondaki hikmetin ihmali, musibeti değil, gazap ve kahrı celb etti. Cezası da keffâretü'z-zünub değil, kessâretü'z-zünub oldu. Haccın bahusus taarüfle tevhid-i efkârı, teavünle teşrik-i mesaiyi tazammun eden içindeki siyaset-i âliye-i İslâmiye ve maslahat-ı vâsia-i içtimaiyenin ihmalidir ki, düşmana milyonlarla İslâmı, İslâm aleyhinde istihdama zemin ihzar etti.

İşte Hint, düşman zannederek, hâlbuki pederini öldürmüş, başında oturmuş bağırıyor. İşte Tatar, Kafkas, öldürülmesine yardım ettiği şahıs, bîçare valideleri olduğunu, ba'de harabi'l-Basra anlıyor. Ayak ucunda ağlıyorlar. İşte Arap, yanlışlıkla kahraman kardeşini öldürüp, hayretinden ağlamayı da bilmiyor. İşte Afrika, biraderini tanımayarak öldürdü, şimdi vâveylâ ediyor. İşte âlem-i İslâm, bayraktar oğlunu gafletle bilmeyerek öldürmesine yardım etti, valide gibi saçlarını çekip âh ü fîzar ediyor. Milyonlarla ehl-i İslâm, hayr-ı mahz olan sefer-i hacca şedd-i rahl etmek yerine, şerr-i mahz olan düşman bayrağı altında dünyada uzun seyahatlar ettirildi. Fa'tebirû."

Nihayet demem o ki arkadaşım: 'Selamın yayılması' emri içinde her yardımcının bir hissesi olabilir. Evet. Birbirimizi daha sık ziyaret etmemizden tutun (ulaşım), daha iyi haberdar olmamız (iletişim) ve hatta sohbet mekanizmalarını arttırmamızın da (istişare) bu hadiste payı mümkün görünüyor. Elhak: Sevmek tanımaktan geçiyor. İttihad-ı İslam'ın her açıdan şu 'selamı yayma' çabasına ihtiyacı var. Cennetimiz orada saklı çünkü. Hak Teala kavuştursun. Âmin.

Yaranın inkârı her yaradan daha büyük yaradır

'Delilleri küçümsemek' diye bir hastalığımız var arkadaşım. Acizliğimizden kaynaklanıyor. Çünkü ellerimiz pek küçük. Okyanussa çok b...