Paralel Evren etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Paralel Evren etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3 Mart 2025 Pazartesi

İmam Gazalî 'Çoklu Evren Teorisi'ne ne derdi?

Bediüzzaman Hazretlerinin, Şualar'da, İmam Gazalî rahimehullahtan iktibas ettiği bir cümle var. Kendi tercümesiyle şöyle: "Daire-i imkânda bu mükevvenattan daha bedî, daha güzel yoktur." Devamındaysa şunları ekliyor mürşidim: "İşte, bu muhit ve câzibedar olan hüsün ve bu umumî ve hârikulâde nezafet ve bu müstevlî ve şümullü ve gayet hassas mizan ve bu ihatalı ve her cihetle mu'cizâne intizam ve insicam, vahdete ve tevhide öyle bir hüccettir, bir alâmettir ki, gündüzün ortasındaki ziyanın güneşe işaretinden daha parlaktır."

Hafızam yanıltmıyorsa, Mürsel Gündoğdu Hoca, Akıl Kalbi Ararken isimli biyografik romanında, İmam Gazalî rahimehullaha ait bu ifadenin arkaplanından da bahsediyordu. Yunan felsefesinden kötü etkilenen bazı müslüman(!) filozoflar şöyle bir soru yöneltiyorlardı mü'minlere: "Allah bizi şu an olduğumuzdan daha ahsen yaratamaz mıydı?" veya "Allah bu âlemi şu anki halinden daha iyi yaratamaz mıydı?" veyahut "Allah şu âlemden daha sanatlı bir başkasını yaratamaz mı?" Eğer aldıkları cevap "Hayır!" olursa "Vay, demek siz Allah'ın sonsuz kudretine inanmıyorsunuz, Onu acizlikle suçluyorsunuz!" diye veryansın ediyorlardı. Fakat İmam Gazalî rahimehullah filozofların bu cerbezeli tuzaklarını şöyle boşa düşürüyordu:

Dahasından bahsedebilmek için Allah'ın şu yarattığında -hâşâ- eksiklik bulunduğuna inanmak gerekir. Bir kusur, hata, yanlış görmek gerekir. Ancak ondan sonra üstününden, iyisinden, güzelinden bahsedilebilir. 'Nihayetsiz Hikmet Sahibi'nin tasarrufatındaysa noksan bulunamaz asla. O hiçbir detayı sonradan öğrenmez ki, kusurlu beşer gibi, işlerini 'geliştire-geliştire' yapsın. Yahut deneme-yanılmayla yaratsın. Hâşâ, Subhaniyet Sultanı'nın eserinde hata olabilir mi ki 'daha iyisinden' bahsedebiliyorsunuz? Ve ardından o meşhur-mübarek cümle geliyordu işte: "Daire-i imkânda bu mükevvenattan daha bedî, daha güzel yoktur." Orijinaliyle anarsak da şu şekildedir: "Leyse fi’l-imkân ebda‘u mimmâ kân."

Mülk sûresinde de, mezkûr hakikati doğrular şekilde, şöyle buyrulmaktadır:

"Yedi göğü birbiriyle uyum içinde yaratan da Odur. Rahmân'ın yaratışında hiçbir düzensizlik görmezsin. Haydi çevir gözünü: Bir çatlak görüyor musun? Sonra tekrar tekrar gözünü çevirsen de bitkin düşmüş, hor ve hakir halde, o göz sana döner."

Âmenna. Ama âlemde gözümüze çarpan 'çirkinlikler'e ne diyecektik peki? Onları nasıl bir yere oturtacaktık? Nasıl güzelleştirecektik? Mürşidim bu sualin cevabını şöyle vermektedir:

"İ'lem eyyühe'l-aziz! Tabiatları lâtif, ince ve lâtif san'atlara meftun bazı insanlar, bilhassa has bahçelerinde pek güzel hendesevâri bir şekilde şekilleri, arkları, havuzları, şadırvanları yaptırmakla, bahçelerine pek muntazam bir manzara verirler. Ve o letâfetin, o güzelliğin derecesini göstermek için, bazı çirkin kaya, kaba, gayr-ı muntazam mağara ve dağ heykelleri gibi şeyleri de ilâve ediyorlar ki, onların çirkinliğiyle, adem-i intizamıyla bahçenin güzelliği, letâfeti fazlaca parlasın. Çünkü (Meali: Eşyânın hakikati ancak zıtlarıyla bilinir.) Lâkin, müdakkik bir kimse, o ezdadı cem eden bahçenin manzarasına baktığı zaman anlar ki, o çirkin, kaba şeyler kasten yapılmıştır ki, güzellik, intizam, letâfet artsın. Zira, güzelin güzelliğini arttıran, çirkinin çirkinliğidir. Demek bahçenin tam intizamını ikmal eden, o çirkinlerdir. Ve o çirkinlerin adem-i intizamı nisbetinde bahçenin intizamı artar."

Yani, arkadaşım, kusur zannettiğimiz, çirkinlik saydığımız, eksiklik gördüğümüz şeyler aslında güzelliğin tamamlayıcısıydı. Hepsinin manzarada yaptıkları işler vardı. Fakat çok yakınlaştığınızda, yalnız onları görür olduğunuzda, büyük resmin okuttuğu hikmetlerden mahrum kalıyordunuz. Ve belki de nurlu siyahlıklarını 'leke' sayıyordunuz. O halde İmam Gazalî rahimehullahın sözüne de bu eksende bakılmalıydı. Tek tek, detay detay, 'bize göre' çirkinliklerle değil, 'evrenin tamamına göre' yerli yerinde detaylarla örülüydü kainat. Tıpkı Ayetü'l-Kübra Risalesi'nde dikkatlerimizin çekildiği gibi. Her neyi çekseniz de kopmuyor. Ayrılmıyor. Detaylar müstakil değil. Herbirisi varoldukları evrenin herşeyiyle bağlıdır çünkü.

Bütünde anlamlı olan parça olarak da anlamlıdır. İsterse yalnızken çirkin görünsün. Güzelin yüzünde ben de güzeldir. Tamam. Pekala. Olabilir. Yalnız parçaya bakıldığında 'Daha güzeli yaratılabilir' görünen detaylar yok değildir. Ama, fakat, lakin onların böyle görünmesi bütünü ıskalayan gözlerimizin kusurudur. Algımızın yanılgısıdır. Parçalığımızın cahilliğidir. Sınırlılığımızın zulmüdür. Bütünse her zaman parçalardan fazlasıdır. Yani varlık 'tam olması gerektiği şekilde' olmuştur. Neresiyle oynasanız bütünün ahengine kastedersiniz. Kediye kanat taksanız kuşların düzeni bozulur. Kuşların düzeni bozulsa böceklerin de düzeni bozulur. Böceklerin düzeni bozulsa bitkilerin de düzeni bozulur. Ve hakeza... Bozulan düzenler kelebek etkisiyle diğerlerine de kastederler. Herşey, evrenin ta en başından sonuna, bir zincirle birbirine bağlıdır. O zincirin yalnız bir parçasına bakanlar için kusur görünen şey bütünü görenler için hâzâ hikmettir:

"Kadîr-i Alîm ve Sâni-i Hakîm, kanuniyet şeklindeki âdâtının gösterdiği nizam ve intizamla kudretini ve hikmetini ve hiçbir tesadüf işine karışmadığını izhar ettiği gibi; şuzûzât-ı kanuniye ile, âdetinin harikalarıyla, tagayyürat-ı sûriye ile, teşahhusatın ihtilâfâtıyla, zuhur ve nüzul zamanının tebeddülüyle meşietini, iradetini, fâil-i muhtar olduğunu ve ihtiyarını ve hiçbir kayıt altında olmadığını izhar edip yeknesak perdesini yırtarak ve herşey, her anda, her şe'nde, her şeyinde Ona muhtaç ve rububiyetine münkad olduğunu ilâm etmekle gafleti dağıtıp ins ve cinnin nazarlarını esbabdan Müsebbibü'l-Esbaba çevirir. Kur'ân'ın beyanatı şu esasa bakıyor."

Harald Fritzsch'in kaleme aldığı, Metis Yayınları'ndan çıkan, 'Yanılıyorsunuz Einstein!' kitabında da yine İmam Gazalî rahimehullahın ne kadar isabet ettiğini belirtir bilgiler okudum. Mesela: Kainat varolurken tayin edilmiş öyle 'sabiteler' vardı ki, fiziğin en temel sabiteleriydi bunlar, onların azıcık ileriye-geriye kayması, gelecekte biyolojik hayatın oluşumunu imkansız kılacaktı. Eserde mizansel bir şekilde konuşturulan kimi ateist bilim adamlarının dahi kabul ettiği bir gerçekti bu. Evet. Kainat yaratılırken, herşeyin ta en başında yani, milyarlarca yıl sonra varedilecek canlı moleküllerinin 'hangi şartlarda oluşacağı hesap edilmiş gibi'ydi:

"Haller: Sabit, şimdiki halinden biraz sapma gösterse, yaşamı oluşturan makroskobik moleküllerin bazıları oluşmaz, burası da bizim bildiğimiz anlamda yaşamın süremeyeceği başka bir evren olurdu. Einstein: Yani yaşam ile ince ayar sabitinin arasında yakın bir ilişki mi var? Eğer öyleyse gerçekten de tuhaf bir ilişki bu..."

Peki, ateist bilim adamları, karşılarına çıkan bu 'daha iyisi düşünülemeyen kainat' sorununu(!) nasıl aşıyorlardı? Elbette 'Paralel Evrenler Teorisi'yle...

"Haller: "Gell-Mann, birçok başka fizikçi gibi, Büyük Patlama'nın bir kez değil, sayısız defalar oluştuğu görüşünde. Evren, aslında, sonsuz sayıda büyük patlamanın yaşandığı bir çokluevren, her evrenin de kendi ince yapı sabiti var. Bunlardan biri de tesadüfen '137' olmuş. Evrenler arasında sadece burada bizim bildiğimiz anlamda yaşam meydana gelmiş. Sadece bu evrende Wolfgang Pauli ya da Richard Feynman gibi ince yapı sabiti hakkında akıl yürüten adamlar var. Böyle bir açıklama 137 sayısıyla yaşamın bu kadar birbirine uymasını açıklayabilir. Salt tesadüf... Einstein: Buyrun, işte yine tesadüflerden bahsediyoruz, kuantum kuramı tesadüften geçilmiyor. Siz sormadan söyleyeyim: İhtiyar'ın (Einstein bu ifadeyle Allah'ı kastediyor) ince ayar sabitini de zar atarak bulduğuna katılmıyorum."

Bazı tartışmalar hiç yaşlanmıyor arkadaşlar. İşte, İmam Gazalî rahimehullahın, dönemindeki müslümanlara söylediği hakikatler, yüzyıllar sonra bizi 'kuantum tartışmaları' ekseninde tekrar buluyor. Dikkat buyurunuz: Paralel Evrenler Teorisi arkasında da aynı hinlik gözkırpıyor. Aşılanmak istenen belli yani. Demek istiyorlar ki: "Evet. İçinde yaşadığımız evrenin seçilmiş gibi görünen yanları var. Kabul ediyoruz. Fakat bu yine de onun sonsuz ilim, irade, kudret sahibi 'Birisi' tarafından yaratıldığı anlamına gelmeyebilir. Belki de 'sonsuz sayıda deneme' sonucunda tesadüfler böyle süper birşeyi başarmışlardır ha? Deneme sayısı sonsuz olursa belki yanılmayan bir tane bulunabilir? Yani, biz, Hoca Nasreddin'in göle çaldığı mayanın her nasılsa tutan versiyonunda yaşıyor olabiliriz. Gölümüzün yoğurt olması böyledir."

Toparlarsam: Bugün hassaten Marvel üzerinden çokça aşılanan bu 'Paralel Evrenler' meselesinin bir felsefe olduğuna dikkat edelim. Sadece hayale değil itikada dair de birşeyler fısıldanıyor bize onlarla. Ve bu fısıldama İmam Gazalî rahimehullahtan ders aldığımız bir hakikatle de savaşıyor. Biz diyoruz ki: "Daire-i imkânda bu mükevvenattan daha bedî, daha güzel yoktur." Onlar diyorlar ki: "Belki de vardır?" Peki delil gösterebiliyorlar mı? Hayır. Şimdilik ellerinde spekülasyondan başkası yok. Fakat "Baskın basanındır!" derler ya. Hem yine derler: "Yavuz hırsız evsahibini bastırır!" Bunların da elinde koskocaman bir manipülasyon dünyası var. Sinemaları var. Dizileri var. Youtubeları var. Tiktokları var. Var, var, varoğlu var. Onlarla hayalimizi 'Olur mu canım öyle şey'den 'Belki de olmuştur öyle şey'e getirmeye çalışıyorlar. Özellikle çocuklara dönük yapımlarda, evrimden sonra, en çok işlenen mevzuun paralel evrenler olması şaşırtıcı değil. Çünkü 'tesadüfçülükte' ikisi birbirinin tamamlayıcısıdır.

Ne diyelim? Cenab-ı Hak, kemal-i keremiyle, böylesi algı bozulmalarından cümlemizi korusun. Bize eşyayı olduğu gibi göstersin. Hakkı bâtılla, bâtılı hakla, karıştırtmasın. Âmin...

29 Aralık 2019 Pazar

Paralel evrene gidip dönen mi var?

Okuyanlar hemen anımsayacaklar: Bediüzzaman Hazretleri Lemeat isimli eserinde 'zihindeki meratip' diye birşeyden bahseder. Peki nedir zihindeki meratip? Efendim, izahı uzundur, kısaltmak da zordur. Fakat şöyle bir yerden belki bir parça kolaylanır: Zihindeki meratip birşeyin/fikrin insanda kesin inanış haline gelmesi sürecini açıklar. Yani denilebilir ki: Kanaatler dünyamızda önce 'hayal' olarak varolurlar. Sonra o hayaller kalıba bürünüp 'tasavvur'lara dönüşürler. Sonra o tasavvurlar da bir parça ukalalaşıp 'taakkul' evresine taşınırlar. Sonra o taakkullar da kablarına sığmayarak 'tasdik' mertebesine erişirler. Sonra o tasdikler yolculuklarına devam ederlerse bir taraftarlık edinip iz'an'a kavuşurlar. İz'anın ardından 'iltizam' devresi gelir. İltizamlar da inanışlarımızın ellerini tutup 'itikada' götürürler.

Bu süreçle dünyamız şekillenir. Sağlıklı işlemesiyle sağlıklı şekillenir. Yoksa kimi arızalar oluşur. (Aynı eserde oluşabilecek arızalara dair izahlar da vardır.) Neyse. Uzatmayacağım. Hemence mürşidimin bir başka metninde 'peygamber mucizeleri' ile 'medeniyet harikaları' arasında kurduğu ilgiye koşacağım. Evet. Bence bu ilgi de bir parça Lemeat'taki mezkûr bahse dokanır. Nasıl? Belki biraz şöyle: Ancak nebilerle gelen mucizeler sayesinde insanlık böylesi hayaller kurmayı öğrenebilmiştir. Herbir peygamberin beraberinde getirdiği delil, bize bir bilimdalında ulaşılacak zirvenin fotoğrafını çeker, yani birnevi beşerin aklına karpuz kabuğu düşürür. Bu sayede varmayı arzuladığımız düşlerimiz olur. 'Olabilirler'imiz olur. Bu düşler/olabilir de zamanla müteşebbis âkillerin mesaileriyle gelişerek günyüzüne çıkarlar. Yani mucizelerimiz bizim tahayyül öğretmenlerimizdir.

Fakat bugünlerde hayallerimizin başka öğretmenleri de var. Mesela: Marvel. Evet. Marvel'ın bilimkurgu sosu dökülmüş harikalar diyarı yeni bir zihin dünyasını şekillendiriyor bugünlerde. Sözgelimi: Oralarda uçmak Süleyman aleyhisselama ikram edilmiyor. Donunu taytının içine giymeyi bile yeni akıl eden bir soytarı başarıyor semada dolaşmayı. Hem de kimin yardımıyla? Güneşin. Yani tabiatın. Yani sebeplerin. Biraz da uzaylılığın yardımı oluyor tabii. Ancak, kudsî metinlerden farklı olarak, Allah'ın hiçbir faydası dokunmuyor. Çünkü Marvel'ın kahramanları Allah'ı bilmiyor. Herşey doğanın güçleriyle(!) hallediliyor.

Bu da yeni nesil bir mistizm aslında. Yeni nesil bir kutsal metin. Materyalizmin kıssaları. Sahi, Kur'an kıssalarına pek gücenik dolaşan ahirzaman zıpçıktıları, Marvel'ın sürekli güncellenen ahidleri hakkında ne düşünüyorlar acaba? Umursamıyorlar mı? Öyledir. Hatta bir de eğleniyorlardır. Neden eğlenmesinler? Kendi inanışlarının tahayyülü inşa edilirken eğlenmelerine kim engel olabilir? Varsın şimdiye kadar hiçbir insan örümcek sokmakla duvarlara tırmanmamış olsun. Bir kere hayali görülmeye başlanmıştır ya. Artık bu çocuklara/gençlere canlılığın bir tesadüf sonucu meydana geldiği kolaylıkla kabul ettirilebilir. Tesadüfle neler neler olmuştur şimdiye kadar filmlerde. Azıcık gama ışını Bruce Banner abimize neler yaptırmıştır. Hulk olup da pantolonunu yırtmadan nelere saldırmıştır. Gerçekte yok mu? Yahu çocuklar filmlerle gerçeği birbirinden nasıl ayırsın? Marvel'ın İncil'i de çizgiroman çizgiroman yazılsın. Animasyon animasyon yapılsın. Film film aktarılsın.

Tesadüfün yükü ağırdır. Şimdi bir de paralel evren mevzuu çıktı. Her yeni versiyonunda karakterler geçmişlerini yalanlamaya başlayınca oraya götürdük işi. "Herbir karakter farklı bir evrenin süperkahramanı. O nedenle örümcek adamlar birbirlerini tutmuyor. Başka başka kurgularla karşımıza çıkıyorlar." Bu da yaptığının sorumluluğunu almamakta yeni bir bahane oldu. Nerede birazcık sıkıştırsa mantık tutarsızlıkları, hop, yaşasın paralel evrenin kurtarıcılığı. Zaten var ya bu zıttırıpırtpırt mevzu da 'irade'nin yükünden kurtulmak için ortaya atıldı. İnan olsun öyle. Varlıkta öyle bir 'özellikle seçilmişlik' var ki, bu seçilmişliği bir irade sahibine, yani Allah'a, götürmeden halledebilmenin yolu 'bütün ihtimallerin varolduğuna' sapmakla mümkün olabilirdi. Herşey varsa seçim yoktur. Onlar da Allah dememek için buraya saptılar. Bir paralel evrenler masalı uydurdular. Oh, ne âlâ, ne kolay. Hani ahiretten bahsedince bize diyorlar: Gidip de dönen mi var? İşte şimdi intikam almanın zamanı geldi. Şimdi onların gidip dönmüşlerini sormaya başlayalım.

Mikro evrim mevzu da aynı şey. Vallahi aynı şey. Yani aynı kazmalığın türevi. Nasıl varlıktaki 'özellikle seçilmişlik' durumundan "Bütün ihtimaller var zaten!" sanrısıyla kaçmaya çalışıyorlar, aynen öyle de, türler arasındaki mesafeyi aşmak için de mikro evrim yalanına tutunuyorlar. Öyle ya, maymundan insana atlamak şıp diye olacak iş değil, arada doldurulacak çok uçurum var. Ne yapmalı peki? 'Mış gibi' yapmalı. Ne 'mış' gibi? Sanki, o boşluklar milyonlarca yıl boyunca farklı farklı canlı türleriyle dolmuş da dolmuş, sonra hiçbirisi kalmamış gibi. Uçurum hayalmiş gibi. Yahut sonradan açılmış gibi. "Aradaki türler tükenince bu uçurumları görür olduk biz. Yoksa hiç öyle uçurumlar olur mu akıllım?"

Peki ne kadar canlı lazım bu araya? "Belki yüzbinlerce tür." Nerede onlar? "Şey, kem-küm, buluyoruz işte canım. Bulmasak da mecburuz bulacağımıza inanmaya. Bulamasak da varolduklarını savunmaya. Çünkü Allah dememeyi kafamıza koyduk biz. Dikeyden açıklamaları 'bilimsel değiller deyu' boşladık. Yataydan bir izah yapacağız. Yatayda ne kolaysa onunla yoracağız. Cehennemse bile sonuna kadar gideceğiz. Kastımız gökte hilali görmek. Beyaz bir kirpik takavvüs etmiş ne ehemmiyeti var. Bize gösterdi ya görmek istediğimizi. Bitti-gitti. Fazlasına gerek yok. Fazlası inanmayana lazım. Biz evrimin inançlı mü'minleriyiz. Marvel kıssaları da ibretlerle doludur. Eskiden minarelerden çığrılırdı: Tanrı uludur. Tanrı uludur. Şimdi işler değişti. Ulular tanrıdır. İnsanlık Marvel'ın kuludur.

'İsmet Özel anakronizmi' İslamcılığı zehirliyor

"Fünun-u cedideyi, ulûm-u medaris ile mezc ve derc; ve lisân-ı Arabî vâcip, Kürdî câiz, Türkî lâzım kılmak..."  Münazarat'tan....