Barla Lahikası’nın hemen başlarında bir mektup var. Kısa, ama kıymetli bir mektup... Üstad Hazretleri, orada, Hulusi (Yahyagil) ve Sabri (Arseven) ağabeylerin yazdıklarına lahikalar içinde neden yer verdiği izah ediyor beş maddede. İkisinin birden medihlerini yapıp samimiyetlerinin altını çiziyor ve diyor ki: “Bu iki zât hakikî talebelerimden ve ciddî arkadaşlarımdan; ve hizmet-i Kur’ân’da arkadaşlarım içinde talebelik ve kardeşlik ve arkadaşlığın üç hassası var ki, bu iki zât üçünde de birinciliği kazanmışlar.”
Ben, bu mektubu ne zaman okusam, aklıma, Bediüzzaman’ın bir cadde olarak tarif ettiği mesleği geliyor. Toplumsal hayatta birbirinin zıttı noktalarda/zeminlerde sandığımız insanları, aynı tedrisin önünde müdavim haline getiren sırrı... Ben, bu sırra, Üstadımın tariflerinden aldığım cesaretle ‘caddeleşmek’ diyorum. Sokaklara, dar alanlara, kısır tartışmalara talip olmamak; caddeleşmek... Geneli kanatlarının altına alabilmek.
Bediüzzaman’ın ayrı ayrı iltifatlar ettiği iki talebesinin toplumsal kimliklerine bakıyorum bu sefer. Birisi askeriyeden, rütbeli birisi. Ötekisi ulemadan, talebeleri olduğu anlatılıyor. Devrin şartları da gözönüne alınırsa, normalde, zıt kutuplarda olmaları gerekiyor. “Ulema o devirde en çok kimden çekiyor?” diye sorsak alacağımız cevap da belli çünkü: Askerî idareden... Orduya hakim ve çoğu eski rütbeli bir zümre ancak devr-i sabıkı yönetiyor. (Ordu en çok kimden korkuyor diye sorsak cevap yine aynı: Ulemadan.) Ve onların istibdatı altında en çok ulema eziliyor. Bu yönüyle hem Hulusi, hem Sabri abi farklı kimliklerle bulundukları konumlara gelmişler. Yakın tarihin karanlık oyunları da onları karşı safların insanları gibi göstermiş bize.
Fakat nasıl oluyor, Bediüzzaman, bu farklı kimlikleri, böylesine bir sadakatle sisteminin içerisine dahil edebiliyor? Birisinden “Birinci talebem...” ötekinden “Hulusi-i Sânî...” diye sözedebiliyor? Ve bu iki kişiyi, birer nümune-i imtisal olarak talebelerine lahikaları içinde sunabiliyor. Ve bununla adeta şöyle diyor:
“İşte size sabık düzenin saflara ayırmaya çalıştığı toplumdan iki farklı/zıt kimlik. İki farklı insan. Bunların bu farklılıkları, kimliklerinin arasına bıçaklar konulmaya çalışılması, onların Kur’an’ın sancağı etrafında toplanmasına engel olmadı. Siz de sizdeki kimlik farklılıklarını Kur’an’a intisapta engel olarak algılamayın. Sorun yapmayın. Aşın bunları. Bu yol caddedir. Caddede herkesin hakk-ı hayatı var.”
İşte ben, ne zaman bu mektubu okusam, Bediüzzaman’ın sadece Hulusi ve Sabri abileri bize övmek için değil; aynı zamanda zıtların ahengini yakalayan mesleğinin sırrını da göstermek için bu mektubu yazdığını düşünürüm. Hatta lahikalar içerisinde yer alan her mektup ve sahibi, toplumun farklı bir kesimini yansıtan bir kimlik sahibi olarak, Kur’an sancağı altında nasıl topyekün biraraya gelinebileceğini gösterir bize. Ve ben, bunun en şefkatli ifadesini, Bediüzzaman’ın, yine lahikalarda yeralan şu cümlesinde yudumlarım: “Çok sıkı tutmayınız; herkes bir meşrepte olmaz.”
Eyvallah Üstadım, eyvallah. Zaten son altmış yılın (ve belki on asrın) dağılıp kopmaları, kırılıp saçılmaları, husumetleri, pişmanlıkları da hep bu çok sıkı tutmalardan değil midir? Buna sebep de nazariyata bile sirayet eden taassup değil midir? Cadde-i kübra mesleğidir bu. Sıkmakla birarada durmaz. Sıktıkça parçalanır. O nur eli mesken ittihat etmez. Sokaklara ayrılır.
Yahyagil etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Yahyagil etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
23 Nisan 2013 Salı
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Yaranın inkârı her yaradan daha büyük yaradır
'Delilleri küçümsemek' diye bir hastalığımız var arkadaşım. Acizliğimizden kaynaklanıyor. Çünkü ellerimiz pek küçük. Okyanussa çok b...
-
Allah kendisini rahmetiyle sarsın sarmalasın. Bu sıralar Esad Coşan Hocaefendi'nin (k.s.) Ramuzu'l-Ehadis derslerini takip ediyoru...
-
" Seninle gurur duyuyorum ama vicdan aynı zamanda düşmanın olabilir. Vicdanlısın, merhametlisin ve aynı zamanda sevimli ve tatlısın. O...
-
Hatırlarsanız, bir hafta kadar önce Cemil Tokpınar abiye dair bir analizimi yazmıştım. Çok derinlemesine sayılmayacak, kısacık birşey. Şim...