Bir önceki yazıda da dikkat çekmeye çalıştığım gibi: Efendimiz aleyhissalatuvesselamın gündelik hayatında, insanlarla ilişkilerinde, hatta dinî ahkamı tebliğde dahi 'vahiyden bağımsız' hareket ettiğini/edebildiğini düşünmek bir modern zaman hastalığıdır. Bu ümmete yeni arız olmuştur. Hadislerin ve o hadisler üzerine inşa edilmiş ehl-i sünnet ve'l-cemaat itikadının fısk yollarını kapamasından rahatsız olan, fikren veled-i zina, modernistlerin uydurmasıdır. Bununla şunu murad ederler: Eğer Efendimiz aleyhissalatuvesselamın sünnet-i seniyyesi ile Cenab-ı Hakkın hıfz u himayesi arasını açabilirlerse (bunu hakikatte açamazlar ama sizin gönül dünyanızda başarabilirler) o zaman sünnet-i seniyye ile gelen ahkam 'tartışmalı' hale gelir.
Bu peygamberi postacı haline getirmenin ilk adımıdır. Zira bir 'peygamber' ile 'postacı' arasındaki fark buradan başlar: Postacının mesajın iletilmesi dışında bir mesuliyeti yoktur. İşini yaptıktan sonra işine bakar. Mesajdan bağımsız olarak yaşamaya devam eder. Taşıdığı ölüm haberi bile olsa bıraktıktan sonra gülümser. Evine dönüp neşeyle televizyonunu izler. İlettiklerini üzerinde taşımak zorunda değildir. Onlarla duygusal etkileşime girmek zorunda değildir. Yaşamak zorunda değildir. Bununla mesul değildir. Fakat peygamber mesuldür. Peygamber, sadece ilettiği mesajla değil, hayatıyla da insanlara rehber olarak gönderilmiştir. Kendisi vesilesiyle insanlığa vahyolunan hakikatlerin gündelik yaşamda nasıl karşılık bulacağı örnekliğiyle ortaya konulur. Onun hayatı vahyin ilk ve en önemli tefsiridir.
Peygamberliğin olmazsa olmazı olan 'ismet' tam da bu noktada devreye girer. İsmet olmadıktan sonra tebliğde vuku bulabilecek hatalara karşı bizi emniyette kılacak olan nedir? Hiçbirşey! Hiçbirşey gösterilemez artık. Peygamberin kendisine vahyedileni tefsirinde, ister yaşayarak ister anlatarak olsun, hata yapmadığından nasıl emin olabiliriz? Nasıl onunla gelene emniyet edebiliriz? İsmetini, yani günahtan korunmuşluğunu, kabul etmedikten sonra artık dinin tamamı şüphe altındadır. Hatta Kur'an'ın kendisi dahi şüphe altındadır. Çünkü (hâşâ) güvenilmez birisi tarafından insanlığa iletilmiş olur. Bir peygamber vahyi iletirken hata yapmaz ama postacı yapabilir. Şu işin ortası yoktur. Mürşidim bu sadedde der ki:
"Muhammed aleyhissalâtüvesselâm ya Resulullahtır ve bütün resullerin ekmeli ve bütün mahlûkatın efdalidir; veyahut—hâşâ, yüz bin defa hâşâ—Allah'a iftira ettiği ve Allah'ı bilmediği ve azâbına inanmadığı için, itikadsız, esfel-i sâfilîne sukut etmiş bir beşer farz etmek lâzım gelir. Bu ise, ey İblis, ne sen ve ne de güvendiğin Avrupa feylesofları ve Asya münafıkları bunu diyemezsiniz ve diyememişsiniz ve diyemeyeceksiniz ve dememişsiniz ve demeyeceksiniz. Çünkü bu şıkkı dinleyecek ve kabul edecek, dünyada yoktur."
Peygamberin postacılığını savunmakla aslında Cenab-ı Hakka da şöyle denmiş olur: "Allahım, sen, bizi doğru yola çağırmak üzere vahiy gönderdin. Ama bunu yaparken gönderdiğin kişinin hata yapmamasına dikkat etmedin. Onu kollamadın. Dersi nasıl anlattığına bakmadın. Biz onun hayatında yanlışlar da gördük. Doğrusu artık emin olamıyoruz. Acaba senin mesajını iletirken de hata yapmış olabilir mi? Korumadığına göre olabilir. O halde artık o mesaja da güvenemeyiz. Güveneceğimiz tek şey kendi aklımız. Fakat bu akıl da öyle birşey ki, zamanla ve kişiden kişiye değişir, üstelik kimse bir diğerinin aklına karşı tam olarak güven duymaz. O halde Allahım, sen bizi çaresiz bıraktın, biz istediğimiz gibi inanabiliriz. Doğru yol falan da yok. Çünkü kesinliğine güvenilebilir birşey göndermedin. Suçlu sensin!"
Ben, işte biraz da bu nedenle, Caner Taslaman'ın 'kişisel sünnet' dediği şeyi hiddetle önemsiyorum. Önemli bir tehlike olarak görüyorum. Zira altını kazdığınız zaman 'Allah Resulü aleyhissalatuvesselamın insan olduğu zamanlar' ve 'peygamber olduğu zamanlar' gibi bir ayrım çıkıyor. Bu ayrımın gittiği yer de en nihayet 'insan olduğu zamanlar'da günahsız olmadığı. Hatalar yaptığı. Yanlışlara düştüğü. Yanıldığı. Fakat bu ayrım öyle de kalmıyor. Bir kere Allah Resulü aleyhissalatuvesselamın hayatını böyle iki parçaya böldünüz mü bu parçalardan birisi diğerini ısıra ısıra tüketiyor. Sizi bağlamasını istemediğiniz her emri, her uygulaması, her tavsiyesi yavaş yavaş 'insan olduğu zamanlar'a itekleniyor. Fıska bir bahane oluyor.
Üstelik bu ikili alan mü'mini şöyle bir tereddütte de bırakıyor: Şimdi bu emri verdi, ama acaba 'insan' olarak mı verdi, 'peygamber' olarak mı verdi? Hangi taraftayken verdi? Ben bunu nereden bilebilirim? O halde dinde kesin bir şekilde emniyet edilecek birşey yok. İslam diye bize anlatılan şey aşağı yukarı bir panteizmdir. Hatta azıcık daha ilerisi: Nihilizmdir. Sünnet-i seniyyeye kırılan güvenin altından en nihayet bu çıkar. "Mezhepsizlik dinsizliğin köprüsüdür!" diyen İmam Zahid el-Kevserî Hazretleri (r.a.) çok kıymetli bir hakikatin altını çizmişti on yıllar önce. O sözün hakikatini yıllar sonra gördük. Sünnet-i seniyye ile uğraşa uğraşa canveren Yaşar Nuri Öztürk, ömr-ü ahirinde, boşuna "Deistim!" diye haykırmadı. O yol elbette buraya çıkacaktı. Şimdi yürüyenlerinki de, ıslah olmazlarsa, oraya çıkacak.
ismet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ismet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
15 Haziran 2017 Perşembe
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Yaranın inkârı her yaradan daha büyük yaradır
'Delilleri küçümsemek' diye bir hastalığımız var arkadaşım. Acizliğimizden kaynaklanıyor. Çünkü ellerimiz pek küçük. Okyanussa çok b...
-
Allah kendisini rahmetiyle sarsın sarmalasın. Bu sıralar Esad Coşan Hocaefendi'nin (k.s.) Ramuzu'l-Ehadis derslerini takip ediyoru...
-
" Seninle gurur duyuyorum ama vicdan aynı zamanda düşmanın olabilir. Vicdanlısın, merhametlisin ve aynı zamanda sevimli ve tatlısın. O...
-
Hatırlarsanız, bir hafta kadar önce Cemil Tokpınar abiye dair bir analizimi yazmıştım. Çok derinlemesine sayılmayacak, kısacık birşey. Şim...