tahkir etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
tahkir etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 Mart 2017 Çarşamba

Sultan Abdülhamid 'masum imam' mıydı?

Mesele giderek daha tatsız bir hal alıyor. Ben de hakkında yazmak mecburiyetinde kalıyorum. Öncelikle şunu aklımızda/kalbimizde tutmamız lazım: Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat itikadında, ki bizim imanımız istikametin o olduğu üzerinedir, nebilerden başka kimsenin ismeti yoktur. Bir insanın kalbinin güzelliği, ahlakının temizliği, hamiyetinin yüceliği, zekasının parlaklığı, nesebinin paklığı gibi şeyler bir tarafa; biz, nebilerden başka her beşerin şaşar/şaşabilir olduğuna inanırız. Bu nedenle de birisi "Falanca hata yapmış!" dediğinde "Neeee?" diye bağırarak şok yaşamayız. Muhatabımızı hemen 'yalancılıkla' da suçlamayız. Ne yaparız peki? Tahkik ederiz. "Dediği doğru mudur?" diye bir sağlama yaparız. Bunu yaparken de, sorguladığımız, suçlanan kişinin 'hata yapabilir' oluşu değildir. 'Bize nakledilen hatayı hakikaten yapıp yapmadığı'dır. Böylece o kişi hakkında adaletle hükmederiz. Yani; ne tahkik etmeden hataya inanırız, ne de masumiyeti tahkik etmemek gerektiğine.

Bu, bizde böyledir, ama şiada böyle değildir. Şia, Allah Resulü aleyhissalatuvesselamdan sonra, pâk nesebinden gelen oniki imamın da masumiyetine inanır. Bu yüzden onlara muhalif olmak (veya onlara atfedilerek nakledilen şia inancına aykırı olmak) kişiyi küfre götürecek kadar büyük bir suçtur şiada. 'Masum imam' kavramlaştırmasıyla bilinen bu meseleyi tafsil etmeyeceğim. Fakat bu sapkınlığından ötürü şianın; sahabe, tabiin ve tebe-i tabiin büyüklerine nasıl çirkin suçlamalar yaptığı malumdur. Masum imamlara, değil muhalif olmak, destek vermeyen veya istedikleri şekilde katılmayan sahabe efendilerimiz bile şianın gözünde merduddur. Allah onları ıslah eylesin.

Gariptir, bugünlerde de, merhum Sultan Abdülhamid Han'ın mağduriyeti zemininde birçok âlime böyle bir saldırı yapılıyor. 31 Mart Vakası ve sonrasında yaşananlar üzerinden, öncesinde Sultan Abdülhamid'e eleştiride bulunmuş herkes aynı darağacına asılıyor ve 'ya hain, ya ahmak, yahut da kafir' ilan ediliyor. Evet, şaşırmayın, hakikaten oluyor bu. Sultan Abdülhamid merhumun da insanlar içinde sadece bir insan olduğu (ve hatta siyasiler içinde sadece bir siyasi olduğu) unutularak 'masum imam' gibi savunusu yapılıyor.

Hasbelkader istibdadını eleştirmiş kim varsa, dediği isabet etsin veya etmesin, doğru olsun veya olmasın, tarihsel gerçeklerle uyuşsun veya uyuşmasın, hainler zümresine ilhak olunuyorlar. Üstelik bu insanlar öyle sen-ben gibi sıradan kişiler de değiller. Çoğu bugün kıratında adam yetiştirilemeyen âlimler.

Ama kime laf anlatacaksınız? Şu tarz Abdülhamidciliğin meselenin bu tarafına baktığı yok ki. Bu âlimlerin sayısı ne kadar çok veya kıratları ne kadar yüksek ayarda olursa olsun, hatta Abdülhamid eleştirilerinde o dönem ulemasının icmaı hasıl olsun, hepsini bir hamlede kapı dışarı ederler de Abdülhamid'i sevenlerden (o seven velev fâsık olsun) başkasını almazlar. Mehmet Akif merhum olsun, Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi merhum olsun veya Bediüzzaman olsun, umurlarında değildir. DAİŞ'inki gibi keskin bir tekfir veya tahkir bıçağı ellerindedir. Çalıverirler önlerine gelenin boğazına.

Hani denilir ya: "İslamın şartı beştir. Altıncısı haddini bilmektir." İşte, bu altıncıda ayarını tutturamayınca, bir tane 'hata yapması gayet mümkün' ve 'eleştirilmesi gayet doğal' siyasetçi üzerinden bin tane 'ümmetin gözbebeği' ve 'hayatları hamiyetlerinin şahidi' olan âlim kesilir-biçilir hale gelir.

Fakat bu noktada şu ihtimali dışarda bırakmayalım: Bu insanlar içinde muhalefetinde ifrat etmiş isimler olabilir. Yaptıkları eleştirinin üslûbunda hata bulunanlar olabilir. Bunlar mümkündür. Çünkü bu insanlar da, en az Sultan Abdülhamid kadar, beşerdir ve şaşabilirler. Ancak meselenin bu yanına dair hiçbir kollamada/sağlamada/araştırmada bulunmadan, eleştiride bulunmuş kim varsa kolundan tutup hamiyet ve hatta İslamiyet kapısının dışına koymak, bu kesinlikle modern zamanların elim bir had bilmezliğidir.

Sultan Abdülhamid'in tahttan indirilmesinden sonra yaşananlar üzerinden öncesinde yapılan eleştirilerin haksızlığına hükmetmek ise tam bir anakronizmdir. Meseleyi zihinlerinize yaklaştırmak için şöyle bir örnek vereceğim: Bugün de bir kısım âlimimiz/aydınımız Erdoğan'ı kimi icraatlarından dolayı eleştirmiyor mu? Elcevap: Evet, eleştiriyor. 15 Temmuz'dan önce de bunu yapmıyorlar mıydı? Elcevap: Evet, yapıyorlardı. Nitekim; Erdoğan'ın "Ne sünniyim ne şiiyim!" sözü üzerine ehl-i sünnet ulema tarafından getirilen bir dizi (bence de haklı) eleştiri oldu. Yine İsrail'le yapılan anlaşma ve Mavi Marmara davasında gelinen nokta üzerinden Erdoğan'a İslamcı camia tarafından birçok eleştiri yapıldı. Hatta bu eleştiriler bizzat Erdoğan'ın rahatsız olacağı seviyeye kadar vardı da sert bir açıklama yaptı. Şimdi, bütün bu eleştirilerin ardından, 15 Temmuz darbe girişimi başarılı olsaydı ve Erdoğan (Allah korusun) baştan indirilseydi, öncesinde yapılan bu eleştirilere hainlik, ahmaklık veya kafirlik damgası vurulabilir miydi? Hâşâ, yüzbin defa hâşâ!

Bununla yüzleşelim. Çünkü sonraya bakıp önceye hükümler çıkarmak doğru ise pekala denilebilir ki: Nasıl ki bu âlimler/aydınlar Sultan Abdülhamid'i eleştirerek 31 Mart'ın yaşanmasına zemin hazırladılar ve sebep oldular; 15 Temmuz'dan önce Erdoğan'ı eleştirenler de 15 Temmuz'un yaşanmasına zemin hazırladılar ve sebep oldular. Bu rahatlıkla söylenebilir. Aynı mantıkla aynı suçlama bugün de birilerine yapılabilir. O zaman da 'hık-mık' etmeden "Evet!" diyebilecek miyiz? Ben, ilk kısımda cüretkâr olan yaftalamacıların, şu ikinci kısımda mütereddit olacaklarına kaniyim. Çünkü bu sefer listede kendi isimleri de olacak. Hem de yukarılarda bir yerlerde...

Hasılı: Arkadaşlar, böylesi meselelerde en istikametli duruş olarak, mürşidimin de Risale-i Nur'da andığı, Hz. Ömer b. Abdülaziz'e (r.a.) atfedilen şu sözü salık veririm: "Allah, onların kanlarına ellerimizi bulaştırmadı, biz de dillerimizi bulaştırmayalım." Ömer b. Abdülaziz (r.a.) bu sözü sahabe arasında gerçekleşen savaşlar ve fitneler hakkında söylemiştir. Şu sese kulak verelim. Selefimiz bizi hayra çağırıyor. Altından kalkamayacağımız meseleler hakkında çene çalmamayı tavsiye ediyor. Şu tavsiyeyi dinleyelim. Zira yarın Mehmet Akif merhum ile Abdülhamid merhum, dünyadaki kavgaları dünyada bırakmış olarak, kolkola cennete girer de, biz, dilimizde onların etleriyle kanları, arkalarından öylece bakakalırız. Allah bizi istikametten ayırmasın.

Yaranın inkârı her yaradan daha büyük yaradır

'Delilleri küçümsemek' diye bir hastalığımız var arkadaşım. Acizliğimizden kaynaklanıyor. Çünkü ellerimiz pek küçük. Okyanussa çok b...