23 Ağustos 2016 Salı

Yoksa Ahmed, Nouman Ali Khan'ı kıskanıyor mu? (2)

Daha önce de belirttiğim birşeyin altını tekrar çizmem gerek: Ben Numan Ali Han'ı çok bilmiyorum. İnternette denk gelen birkaç videosu dışında dinleyicisi olmadım. O yüzden şahsı veya itikadı hakkında yapacağım hiçbir tesbit isabetli olmaz ve yapmayacağım da zaten. Ancak hadis-i şerif sırrınca şuna inanıyorum: "Acele şeytandandır. Teenni ise Rahman'dandır." Bu yüzden özellikle muasırlarımlarımdan dinlediğim/okuduğum herkese karşı bir teenni sahibiyim. Bildiğim kadarıyla ehl-i sünnet mizanlarıyla sözlerini tartmaya meyyalim. Tartmadan yapılacak bir intisabın, en son örneğini FETÖ'de gördüğümüz şekilde, nasıl acı sonuçları olabileceğini biliyorum. Bu yüzden 'acaba' demekten vazgeçemiyorum.

Hem mürşidim, bizzat kendisini mevzubahis ederek, bana şöyle demiş: "Hiçbir müfsid ben müfsidim demez. Daima sûret-i haktan görünür. Yahut bâtılı hak görür. Evet, kimse demez ayranım ekşidir. Fakat siz mihenge vurmadan almayınız. Zira çok silik söz ticarette geziyor. Hatta benim sözümü de, ben söylediğim için hüsn-ü zan edip tamamını kabul etmeyiniz. Belki ben de müfsidim. Veya bilmediğim halde ifsad ediyorum. Öyleyse, her söylenen sözün kalbe girmesine yol vermeyiniz. İşte, size söylediğim sözler hayalin elinde kalsın, mihenge vurunuz. Eğer altın çıktıysa kalbde saklayınız. Bakır çıktıysa, çok gıybeti üstüne ve bedduayı arkasına takınız, bana reddediniz, gönderiniz."

Hem yine demiş: "Nev-i insanın yüzde sekseni ehl-i tahkik değildir ki, hakikate nüfuz etsin ve hakikati hakikat tanıyıp kabul etsin. Belki, surete, hüsn-ü zanna binaen, makbul ve mutemed insanlardan işittikleri mesâili takliden kabul ederler. Hattâ, kuvvetli bir hakikati zayıf bir adamın elinde zayıf görür; ve kıymetsiz bir meseleyi kıymettar bir adamın elinde görse, kıymettar telâkki eder."

Ben de bu sözlerden ders alarak kulağıma gelen seslere karşı teenni ediyorum. Halkın teveccühünün ondan yana olması endişemi azaltmıyor. Özellikle 'aniden çok muteber olan' isimler hakkında teennim ziyadeleşiyor. Kısa sürede büyük başarılar elde edenlere karşı endişelerim artıyor. Neden böyle oluyor? Çünkü biliyorum: Allah Resulü aleyhissalatuvesselamın İslam'ı yayması zorluklarla dolu 23 yıldır. Ama Müseyleme'nin koca koca kitleleri irtidat ettirmesi birkaç aylık hâdisedir. Yine mürşidimin dediği gibi: 'On senede yapılan bir sarayın bir dakikada harap olması...' mümkündür. Mesleği yıkmak olanın yapmak olanlara nazaran daha tumtraklı görünmesi, daha çok göze batması, daha faal telakki edilmesi mümkündür.

Teenni, parçada hızlı olana değil, bütünde haklı olana şartlanmaktır. Acele işe neden şer/şeytan karışır? Çünkü Muhakemat'ta dendiği gibi 'hayır külli, şer cüzi'dir. Çünkü acele edildiğinde muhatap olunan varlığın bütünü değil parçasıdır. Teenni sizi zamansal boyutta, zihinsel boyutta, kavramsal boyutta daha çok beklemeye zorlar ve parçasıyla muhatap olduğunuzun bütünüyle de muhatap olmayı sağlar. Hem Mevlana'nın (k.s.) körler ve fil örneğinde, hem Bediüzzaman'ın (k.s.) gavvas ve hazine örneğinde dikkatimizi çektiği şey aynıdır: Parçayla muhatap olanın bir gözü de teenniyle bütünü aramazsa hükmünün yanlış olması kaçınılmazdır.

"Bir kısmının da kürevî bir yakut eline geçer. Başkası, murabba bir kehribar bulur, ve hâkezâ, herbiri eliyle gördüğü cevheri, o hazinenin aslı ve mu'zamı itikad edip, işittiklerini o hazinenin zevâid ve teferruatı zanneder. O vakit hakaikın muvazenesi bozulur. Tenasüp de gider. Çok hakikatin rengi değişir. Hakikatin hakikî rengini görmek için tevilâta ve tekellüfâta muztar kalır. Hattâ, bazan inkâr ve tâtile kadar giderler. Hükema-yı işrâkıyyunun kitaplarını ve sünnetin mizanıyla tartmayıp keşfiyat ve meşhudâtına itimad eden mutasavvıfînin kitaplarını teemmül eden, bu hükmümüzü bilâşüphe tasdik eder. Demek, hakaik-ı Kur'âniyenin cinsinden ve Kur'ân'ın dersinden aldıkları halde—çünkü Kur'ân değiller—böyle nâkıs geliyor."

Peki, 'hızlı büyümek' konusundaki endişelerim nereden geliyor? Öncelikle FETÖ'den geliyor. Bilindiği gibi FETÖ, ortaya çıkış süreciyle yayılış süreci arasında korkunç bir hızın bulunduğu, dehşetli bir yapıydı. 70'lerde Nurculardan ayrıldıktan sonra, bırakın Türkiye'yi, dünyanın her bir köşesine yayılmaları birkaç on yıldan fazla sürmedi. Bediüzzaman'ın 1926'larda Yeni Said dönemiyle başlayan hayatından 2000'lere kadar devam eden nurcu geleneğe mensup bütün cemaatleri toplasanız FETÖ'cüler kadar çok değillerdi. Hatta neredeyse Türkiye'deki bütün dinî grupları geçtiler sayı çokluğunda... (İmkanlar açısından ise kesinlikle geçtiler.) Bu korkunç başarı da hem onların hem de bakanların başını döndürdü. Muvaffakiyetleri ihlasların delili sanıldı ve sayıldı. Sürece şahit olan herkes bu sözümü tasdik eder. Halbuki 5. Şua'da irdelenen rivayetlerin çoğu bizi 'az zamanda çok ve büyük işler yapanlara' karşı uyarıyordu:

"Rivayetlerde var ki; 'Deccalın birinci günü bir senedir, ikinci günü bir ay, üçüncü günü bir hafta, dördüncü günü bir gündür.' (...) İkinci te'vili ise: Hem Büyük Deccalın, hem İslâm Deccalının üç devre-i istibdatları mânâsında üç eyyam var. 'Bir günü, bir devre-i hükûmetinde öyle büyük icraat yapar ki, üç yüz sene yapılmaz. İkinci günü, yani ikinci devresi, bir senede, otuz senede yapılmayan işleri yaptırır. Üçüncü günü ve devresi, bir senede yaptığı tebdiller on senede yapılmaz. Dördüncü günü ve devresi âdileşir, bir şey yapmaz, yalnız vaziyeti muhafazaya çalışır...' diye, gayet yüksek bir belâğatla ümmetine haber vermiş."

Hem yine diğer bazı rivayetler fitnenin yayılış hızındaki korkunçluğa dikkat çekiyor gibiydi: "Deccalın çıktığı vakit umum dünya işitecek olan kaydı, telgraf ve radyo halletmiştir. Kırk günde gezmesini de, merkebi olan şimendifer ve tayyare halletmiştir. Eskiden bu iki kaydı muhal gören mülhidler şimdi âdi görüyorlar..."

Şimdi ben diyorum ki: Numan Ali Han'ı tanımadan/bilmeden ehl-i dalalet olmakla suçlarsam bu benim hatam olur. Bundan ve benzerlerinden Allah'a sığınırım. Hiçbir metnimde bunu demedim. Demem de... Ancak Numan Ali Han'ın gördüğü itibardan/ilgiden dolayı ona karşı teenniyi terkederseniz bu da sizin hatanız olur. Ehl-i ilim olanınız ilmiyle zaten onun sözlerinden kömür ile elması ayırır, ama ehl-i ilim olmayanların mezkûr teenniyi yitirmemesi gerekir. Çünkü teenniyi yitiren 'burhan' ile değil, 'kazıye-i makbule' ile çalışmaya başlar. Kazıye-i makbule ise en nihayet işte FETÖ fitnesinde olduğu gibi 'kişinin inanılmış muteberliğinden başka delil aramayan' adanmış robotlar ordusu çıkarır ortaya. Bir tek Numan Ali Han için geçerli değil bahsettiğim teenni. Bütün 'yabancı' daî ve âlimler için geçerli. (Aliya İzzetbegoviç'i severiz, ama mehdiyi inkâr etmesine katılmayız mesela.) Her gün internette birileri fenomen oluyor. Eğer itikadımızı veya amelimizi selef-i salihinin eline değil de internet fenomenlerinin ellerine bırakırsak mahvolduğumuzun resmidir, vesselam.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yaranın inkârı her yaradan daha büyük yaradır

'Delilleri küçümsemek' diye bir hastalığımız var arkadaşım. Acizliğimizden kaynaklanıyor. Çünkü ellerimiz pek küçük. Okyanussa çok b...