3 Ağustos 2016 Çarşamba

15 Temmuz'da Kemalistlerin hiç mi suçu yok?

Okuyanlar hatırlayacaktır. "Emre Dorman Nereye Koşuyor?" serisinin yedinci ve sekizinci yazılarında birşeye dikkatinizi çekmeye çalışmıştım: İtikadımızı ve İslamî hayatımızı tehdit eden fitneler iki ana kanaldan akıp geliyordu bence. Neydi bu kanallar? Sekizinci yazıdan bir pasajı kısaltıp alıntılayarak (tafsilini o yazılara havale ederek) anlatmaya çalışayım:

"Deccal ve Süfyan ile ilgili rivayetlerin neden birbiriyle alakadar/benzer şekillerde naklolduğuna dair şöyle bir tahminim var: Allah Resulü aleyhissalatuvesselam, bu iki fitneyi birbirine yakın şekilde anmasıyla aslında aralarındaki ilgiye de dikkat çekiyor, Allahu'l-alem. Ebubekir Sifil Hoca'nın modernizmi analiz ettiği bir yazısında okumuştum benzer bir cümleyi: 'İslam coğrafyasında modernizm, oryantalistlerin sorularına, onları sorgulamadan cevap aranmasıyla başlamıştır...' diyordu. Yani niyet, bu toprakların insanlarını Batı'ya cevap verebilir bir konuma getirmekti. Fakat şöyle bir arızası vardı bu arzunun: Bir aşağılık kompleksinden etkileniyordu. Deccalî düzenin İslam coğrafyası üzerindeki tahakkümünden kendisini koruyamamış müslüman düşünürler elinde ortaya çıkıyordu Süfyanizm. Deccalizm'de aradığı hatadan çok İslamî mirasta hata arıyordu. Çünkü onlara cevap yetiştirirken aslında dayandıkları zemini de 'sorgulanmaz' kabul etmiş oluyordu."

Evet. Dünden bugüne fitnenin hep bu iki başlık altında karşımıza çıktığını düşünmekteyim: 1) Deccaliyet. 2) Süfyaniyet. Biraz açmak için şöyle demeliyim belki: 1) Mesajın karşısında duran. 2) Mesajı çarpıtan. Allah Resulü aleyhissalatuvesselamın sağlığında Ebu Cehil'le vefatından sonra Müseylemetü'l-Kezzab'la verilen mücadele, Hz. Musa aleyhisselamın önce Firavun'la sonra Samiri ile verdiği kavga hep benzeri bir 'ikili problem alanına' dikkat çekiyor. Mürşidler, hem hakikatin karşısında duranlarla hem de hakikati çarpıtanlarla mücadele etmek zorunda kalıyorlar. Bu durum, bize, Bediüzzaman'ın mehdiyet, deccaliyet, süfyaniyet gibi bahislere daha geniş bakabilmek için öğrettiği 'kanun okumalarına' ne kadar ihtiyaç duyduğumuzu da hatırlatıyor:

"Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın istikbalden haber verdiği bazı hâdiseler, cüz'î birer hâdise değil, belki tekerrür eden birer hâdise-i külliyeyi, cüz'î bir surette haber verir. Halbuki o hâdisenin müteaddit vecihleri var. Her defa bir vechini beyan eder. Sonra râvi-i hadîs o vecihleri birleştirir. Hilâf-ı vaki gibi görünür. Meselâ, Hazret-i Mehdi'ye dair muhtelif rivayetler var. Tafsilât ve tasvirat başka başkadır. Halbuki, Yirmi Dördüncü Sözün bir dalında ispat edildiği gibi, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm, vahye istinaden, herbir asırda kuvve-i mâneviye-i ehl-i imanı muhafaza etmek için, hem dehşetli hâdiselerde ye'se düşmemek için, hem âlem-i İslâmiyetin bir silsile-i nuraniyesi olan Âl-i Beytine ehl-i imanı mânevî raptetmek için Mehdi'yi haber vermiş. Âhirzamanda gelen Mehdi gibi herbir asır, Âl-i Beytten bir nevi mehdi, belki mehdiler bulmuş. Hattâ, Âl-i Beytten mâdud olan Abbasiye hulefasından, büyük Mehdi'nin çok evsâfına câmi bir mehdi bulmuş. İşte, büyük Mehdi'den evvel gelen emsalleri, nümuneleri olan hulefa-i mehdiyyîn ve aktâb-ı mehdiyyîn evsafları, asıl Mehdi'nin evsâfına karışmış ve ondan rivayetler ihtilâfa düşmüş."

Bugün Gülenizm ile verdiğimiz mücadelenin de bu kanundan hariçte kalmadığını düşünmekteyim. Her ne kadar 15 Temmuz darbe girişiminin arkasında Gülenistler varsa da bu durum Kemalistlerin mezkûr suçtan tenzihini gerektirmez. Çünkü Gülenizm Kemalizmin gayrimeşru çocuğudur. Onun bu topraklardaki zorbalığının bir etkisi olarak ortaya çıkmıştır. Ne demek bu?

Biraz şu demek: Gülenizmin ehl-i sünnet ve'l-cemaat itikadından veya amel ediş tarzından verdiği her taviz, yaşadığı her sapma/saptırma, aslında Kemalizmin zorbalığına karşı meşruluğunu/zaruriyatını savunduğu bir maslahat üzerinden gerçekleşmiştir. Kemalizmin dindarlar üzerinde çeşitli yasaklarla kurduğu baskının neticesi olarak, Gülenizm, bu toprakların bir kısım müslümanlarına yeraltı/gayrimeşru faaliyetlerini zaruriyattan göstermiştir. "Zaruretler haramı helal kılar..." kaidesinin pek sinsice işletildiği süreç, zaruretleri inşa eden Kemalizm ile o zaruretler üzerinden mü'minlere yolunun meşruluğunu dayatan (ve bazılarına maalesef kabul de ettiren) Gülenizmin ortak çalışmasıdır. Bu noktada zâhiren birbirlerine karşı sergiledikleri tavra bakılmaz. Birbirlerini sevseler de böyledir sevmeseler de...

Misalen: Kemalizmin 28 Şubat sürecindeki menfur yasakçılığı, Gülenizmin İslam'ın en temel farzlarından birisi olan tesettürü 'ötelenmesi gereken birşey' olarak takipçilerine kabul ettirmesine zemin oluşturmuştur. Yine askeri liselere öğrenci alımında Kemalizmin gösterdiği 'dindar öğrenciyi kapıdan sokmama' tavrı, Gülenizmin kendi bağlılarını 'dindarlıklarını gizleme' veya 'ikiyüzlü davranma' ahlakına ikna etmesinde büyük rol oynamıştır. Daha bunun gibi birçok meselede Gülenizm aslında tastamam Kemalizmin çocuğudur. Onun baskısının/yasakçılığının meyvesidir. Gülen, Mustafa Kemal'in fikir ve yaşayışça gayrimeşru veledidir. Bu noktada, Gülen'in, müntesiplerini yıllarca 11 Kasım 1938 doğumlu olduğunu söyleyerek kandırması ayrıca manidardır.

Modernizmin oryantalizm karşısında yaşadığı etkilenmişlik, süfyaniyetin deccaliyet karşısında yaşadığı etkilenmişlik, Irak işgalinin IŞİD'i doğuran etkileyişi veya bu topraklarda Kemalizmin Gülenizmi netice vermesi... Hepsi birbiriyle bağlantılı şeyler. Ayrı okumamalı. Biz, bizde/itikadımızda bir sorun olduğu için değil, biz olmamıza izin verilmediği için bunları yaşıyoruz. Şu lanse de haksız ve yanlış: Gülenizm (veya başka dinî gruplar) iktidarı ele geçirmeye çalıştığı için dindara düşman olmadı Kemalizm, Kemalizm dindarlara düşman olduğu için Gülenizm ortaya çıktı. Ayvayı armut diye yedirmeyin.

Bir başka yazımda altını çizmiştim: Hiçbir tefrit ifratı yokedilmeden yokedilemez. Bediüzzaman der ki: "Elhasıl, ifrat gibi tefrit de muzırdır... Fakat ifrat, tefrite sebep olduğundan, daha kabahatlidir..." Hal böyleyken Ahmet Hakan veya bir başkasının Gülenizm sopasını kaldırarak bizi Kemalizme veya laik düzene ikna etmeye çalışması trajikomiktir. Neden oğlundan kaçıp babasının kucağına atılalım? O baba bizi yeni oğullarla uğraştırsın diye mi?

1 yorum:

Yaranın inkârı her yaradan daha büyük yaradır

'Delilleri küçümsemek' diye bir hastalığımız var arkadaşım. Acizliğimizden kaynaklanıyor. Çünkü ellerimiz pek küçük. Okyanussa çok b...