24 Ocak 2017 Salı

Peki acılarımızı nereye bırakacağız?

"Ben şemsiye taşırsam yağmur yağmaz. Çünkü ateistim./Hayır, efendim, siz tanrıya inanıyorsunuz, ama sizi sevmediğini düşünüyorsunuz." Sonsuzluk Teorisi filminden...

Düşmanın oldum. Çünkü sana yaklaşmanın başka bir yolunu bulamadım. Sevgidendi küsmelerim. Yüzünü gülümserken kendime çekemedim. Bari kaşların çatıkken bana baksın istedim. Öfkeleniyorsun. Ne kötü. Öfkeleniyorsun. Ne güzel. Bir cinnet bu hallere düşürdü beni. İyiyi kötüden ayırmama engel olan bir cinnet. Sadece ilgi isteyen ve bu ilginin şekli konusunda aklını yitirmiş bir cinnet. İstediği şekilde karşılık bulamayınca bulunabilecek tüm karşılıklara tamah eder bir cinnet. Zincirleri kopmuş. Ümidi sönmüş. 'Güzelliğin zulme çaldığı sınır'ı çoktan geçmiş. Artık güzelliğin kendisi bizzat ona zulüm. Her ihsan bir itham. İyiliğin de, tıpkı kötülük gibi, yokolmasını istiyor.

Şimdi, güzellik adına ne bağışlasan, yeni bir mahrumiyeti çağrıştırıyor. Cennete farkındalık cehennemi arttırıyor. Yoksulluğa bir yoksunluk daha katıyorsun her varoluşunla. Varlığının her rengi yokluğun yeni bir şekline dönüşüyor. Hafıza işkence. Hiçlik bile artıyor. Yokluğunun varlığı artmasın diye varlığının yokolmasını diliyorum. Zalim bir şekercisin. Kalbim bir çocuk. Kolay kandırıyorsun. Eline veriyorsun. Elinden alıyorsun. Elinde durdurmuyorsun. Tadının güzelliğinden dil de perişan oluyor. Ayrılık yaman. Gülizarın senin olsun. Her koparıp sunduğun çiçek soluşuna şahit olayım diye yapılmış bir işkence gibi...

İşte birikmiş tüm deliliklerin aslı budur. Bir 'umduğunu bulamamak'tır tüm husumetlerin önsözü.

Allahsız Allah'a neden düşman olur? Mürşidim bu sadedde diyor ki: "İnsan, sevdiği ve kıymetini takdir ettiği bir cemâl-i mutlaktan ebedî ayrılmaktan gelen derin yarasını, ancak ona adâvetle, ondan küsmekle ve onu inkâr etmekle tedavi edebilir. İşte, kâfirlerin Allah'ın düşmanı olması bu noktadan ileri geliyor." Yani kâfiri Allah'a düşman eden aslında ona duyduğu sevgi. Hatta biraz daha ileri gitsek göreceğiz ki: Düşmanlıklarımız aslında düşmanlık ettiklerimize duyduğumuz sevginin sûretinin değişmesi.

"Evet, insan bilmediği şeye düşman olduğu gibi, eli yetişmediği veyahut tutamadığı şeylerin adâvetkârâne kusurlarını arar, adeta düşmanlık etmek ister..." Başka bir kitapta da 'öfkenin vaktinde ifade edilemeyen başkaca duyguların bozulmuş hali olduğunu' okumuştun. Söyleyeceklerin vardı da söyleyemedin mi? Rahatsız olduğun şeyler vardı da zamanında ifade edemedin mi? İşte, son kullanma tarihini geçirmekten bozuldu onlar, öfkeye dönüştü. Şimdi kaşlarını çatarak ifade ediyorsun. Bardağı taşıran son damlalar diğer damlaları görmezden gelmenden güç buldular. Haklarını vermedin. Duygusal borcunu ödemedin. Yağ iken zehir oldular. Şaşırma şimdi. Bu işin öncesi onlardı.

Açlığını çektiğin, arzuladığın, hatta çılgınca muhtaç olduğun şeyler istediğin şekilde eline geçmeyince düşmanlaşmaya başlıyorsun. Neden mi? Çünkü düşmanlık da bir ilgi. Arzulamakla ele geçmeyen ilgiyi düşmanlıkla elde etmiş oluyorsun. Arzu karşılık bekler ama husumetin karşılık görmeye de ihtiyacı yoktur. Kiniyle tatmin olur. Düşmanlık, düşmanın düşmanlığa muhtaç değildir. Sevgiden farklı olarak muhatabından müstağni (ihtiyaç duymayan) bir ilgidir. Kur'an da buyurmuyor mu: "Gerçek şu ki: İnsan kendini kendine yeterli görerek (müstağni sanarak) azar." Husumet de kendini sevdiğinden müstağni kılmanın bir yoludur.

Modern Ezberlerin Sonu kitabı nakleder ki: “(...) Amerikalı düşünür Benjamin Wiker, ateizm ile ‘hedonizm’ (hazcılık) arasındaki ilişkiyi vurgular. Hazcılık, Eski Yunan düşünürü Epikür’le başlayan bir akımdır. Epikür, özetle ‘İnsanın hayattaki tek hedefi, haz almak ve acıdan kaçmak olmalıdır’ der. Bu ise Epikür’ü ateizme götürür. ‘Tanrı fikri, bize ahlaki sınırlamalar getirmekte ve zevklerimizi kısıtlamaktadır’ diyen düşünüre göre, ateizm ‘hayatın tadını çıkarmanın’ yoludur. Kısacası ‘hakikat’ değil, ‘haz’ aradığı için varmıştır ateist dogmaya...

Ateistler üzerine yapılan başka araştırmalar da, önemli bir kısmının, yaşadıkları büyük acıların ardından bu kararı aldıklarını ortaya koyuyor. Diğer bir kısmı da dünyadaki acıları anlamladıramadıkları için tanrıya düşman oluyorlar. (Savaşlar neden var? Çocuklar neden ölüyor? Açlık neden yokolmuyor? Ben neden sakatım? Ben neden çirkinim? Ben neden yoksulum? Hayat neden bu kadar zor?) Sanırım dert az çok aynı: Acılarımızı nasıl anlamlandıracağız? Mutluluğa aç insanın acılarını/boşluklarını koyabileceği bir yer var mı? Bu noktadan bakıldığında Hastalar Risalesi gibi metinlerin, sadece hastalıklarla değil, acılarla yüzleşmek adına incelikli okumalara ihtiyaç duyduğu ortaya çıkıyor. Zira mürşid, bir açıdan da, kendi acılarını doğru yere koyabilendir. Böylece size de onları koyacağınız yerleri gösterir. Bardakta damla biriktirmemek için bunu başarmaya muhtacız.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Allah'ın da bir 'kızılelma'sı var

İslam'ın Geliştirdiği Tasavvuf nâm eserinde, Ömer Rıza Doğrul, 'nur-u Muhammedî' ve 'hakikat-i Muhammediyye' gibi kavram...