Muhammed Yazıcı Hocama Allah afiyet versin. Youtube'daki derslerinden istifade ediyorum. Fakat, elbette, farklı düşündüğümüz zamanlar da oluyor. 'Dinin aslına taalluk etmedikten sonra buna da mecal var' diye düşünüyorum. Elhamdülillah. İkimizin de aradığımız haktır. Sahabe mabeyninde dahi ihtilaf olduktan sonra ümmetin ahirinde bulunmaması düşünülemez. Hüda cümlemizi sırat-ı müstakimden ayırmasın. Kardeşâne merhametten uzaklaştırmasın. Âmin. İşte, ihtilafa düştüğümüz konulardan birisi de, Gazze'de yaşanan katliamlar neticesinde İslam ulemasının yayınladığı 'cihad fetvaları'ydı.
Muhammed Hocam, Melikşah Hoca'nın mevzu hakkındaki beyanını da destekler tarzda, şöyle bir paylaşımda bulundu: "(...) halk nezdinde de devlet nezdinde de hayata geçmesi mümkün görünmeyen cihad fetvaları yayınlamak, fetva kurumunun tesirsizliğini umuma teşhir gibi bir zararı bünyesinde taşıyor. Birkaç bin samimi insanın sokaklardaki tepkisi ile sınırlı kalan ve karşılığı bu kadarı aşamayan bu fetvalar, o kurumun artık öldüğü düşüncesini kuvvetlendirmekten başka bir işe yaramıyor ne yazık ki."
Elbette hocamın hakkı var. Fetva kurumu hakikaten bu zamanda tesirsizdir. Bu tesirsizliğin en müessir sebebiyse 'İslam devleti' diye isimlendirdiğimiz devletlerin şeriat ile kendileri mesul tutmamasıdır. Yani, bu devletler, sadece 'halkları-adları müslüman devletler'dir. Hükümetleri de en fazla 'muhafazakâr' hükümetlerdir. Yoksa sorumluluk olarak İslam'ı yüklenen devletler-hükümetler değillerdir. Mezkûr ikiliğe artık sosyolojiler de alıştığından, nice zamandır tecrübede çünkü, belki biraz da fitne çıkması korkusundan, halk da siyaset ile Diyanet arasındaki uyumsuzluğu uzaktan izlemektedir. Ancak burada kabahati Diyanet tarafına atmanın da çok bir anlamı yok gibi geliyor bana. Hele susturmanın hiç anlamı yok. Zira onların, yapıları gereği, 'sonuç odaklılık' ile düşünmemeleri gerekmektedir. Evet. Ulemamız, birşey dinen 'söylenecek-söylenmeli' olduğunda onu söylerler. Manevî bir mesuliyet olarak bunu yaparlar. Sahada ne olur-olmaz bilemezler. Düşünmezler de. Zaten kimse bilemez ki. Fetva kurumu böyle çalışmaz.
O yüzden ben de Muhammed Hocama cevaben şöyle yazdım:
"Diyanet içkinin haram olduğuna dair hutbe yayınladığında hiçbir meyhane kapanmıyor, devlet dahi içki satmayı bırakmıyor, fakat diyanet yine de görevini yapmak zorunda. Bu diyanetin etkisizliğini gösterir mi? Gösterir. Fakat Diyanet'in bundan yine de vazgeçmemesi gerekir. Hocam, ulema fetva yayınlarken hiçbir kurumun ölümünü düşünmemeli, düşünmek zorunda değil. O kendi üzerine düşeni beyan etmek zorunda. Kurum yoksa, halk yoksa, devlet yoksa, bunu da bir sonuç olarak biz müşahede edeceğiz. Bunu da idrak edeceğiz. Bununla yaşayacağız."
Hani Bediüzzaman Hazretleri de 17. Lem'a'nın 13. Nota'sında diyor:
"Tarik-i hakta çalışan ve mücahede edenler, yalnız kendi vazifelerini düşünmek lâzım gelirken, Cenâb-ı Hakka ait vazifeyi düşünüp, harekâtını ona bina ederek hataya düşerler. (...) Meşhurdur ki, bir zaman İslâm kahramanlarından ve Cengiz'in ordusunu müteaddit defa mağlûp eden Celâleddîn-i Harzemşah harbe giderken, vüzerâsı ve etbâı ona demişler: 'Sen muzaffer olacaksın. Cenâb-ı Hak seni galip edecek.' O demiş: 'Ben Allah'ın emriyle, cihad yolunda hareket etmeye vazifedarım. Cenâb-ı Hakkın vazifesine karışmam. Muzaffer etmek veya mağlûp etmek Onun vazifesidir.' İşte, o zat bu sırr-ı teslimiyeti anlamasıyla, harika bir surette çok defa muzaffer olmuştur."
Yüzleşelim: Sorun, ulemanın cihad fetvası vermesi değildir, çünkü cihad şartları zaten oluşmuş durumdadır. (Bunu sinesinde müslim bir kalp taşıyan kimse inkâr edemez.) Asıl sorun, neticeyi Allah'a bırakıp, vazifesi olan cihada bakacak hiçbir hükümetin kalmamasıdır. Yani bugün ümmetin bir Celaleddin'i yoktur. O yüzden Cengizlere karşı konulamamaktadır. Dinin celali kalmazsa küfrün cengizine de kimse karşı koyamaz. Fetvaların da fonksiyonu ancak mesuliyet gidermek olur. Zira âlimler da dinen doğru olanı beyan etmekle mesuldür. Ardınca yürüyemezsek biz kaybederiz. En nihayetinde onlar da Aleyhissalatuvesselam Efendimiz gibi "Şahid ol ya Râb!" deyip hayattan çekilirler. Hakikatsizliğimize bizi de şahit tutarlar. Susturmanınsa hiçbir iyileştirici yanı yoktur. Aksine, susturmak, belki de gazab-ı ilahîyi taaccül eder.
Buradan şuraya geçeceğim: Bugün cuma hutbesinde Diyanet 'zinanın haramiyeti' meselesine değindi. Maşaallah. Allah sa'ylerini meşkûr etsin. Âmin. Fakat, kanaatimce, sokağa tesiri 'sıfır' olacaktır bu hutbenin. Evet. Maalesef hiçbirşeyi değiştirmeyecektir. Ama yine de tebliği asla yanlış değildir. Zira tebliği de bırakırlarsa varolmalarının hiçbir anlamı kalmaz. Üstelik 'biliyor olduğu halde susma'nın mesuliyeti de omuzlarına kalır. Aynen. Bu vesileyle, yine mürşidimden bir iktibas yapıp, oradan "Hutbe zinayı neden engelleyemez?" sorusuna cevap vermeye çalışacağım. Tırnaklayacağım yerse şurası: "Desatir-i hikmet, nevâmis-i hükûmetle; kavânin-i hak, revâbıt-ı kuvvetle imtizaç etmezse, cumhur-u avamda müsmir olamaz."
Şükran Vahide ablanın Bediüzzaman'ın Entelektüel Biyografisi isimli eserinde aktarıldığına göre, Üstad Hazretleri bu sözü, Men-i Müskirat Kanunu'nun aldığı sonuçlar üzerine söylemiştir. Uzun bahsin hulasası: İşgal döneminde, İngilizler, alkol alışkanlığı başta olmak üzere, bütün kötü alışkanlıkların İstanbul'da yayılması için büyük çaba sarfetmektedirler. Tabii, Bediüzzaman ve daha birçok âlim de, bu kem etkiye karşı ümmeti koruyabilmek için, nasihatle çabalamaktadırlar. (Hatta, bilenler bilir, Yeşilay'ın kuruluşunda Bediüzzaman'ın da adı-payı vardır.) Fakat netice alınamamaktadır. Ankara hükümetiyse, sadece yasa çıkarmakla, ulemanın gayretinden daha büyük muvaffakiyetler elde eder. Mürşidim, tam o zaman, bu cümleyi söyler işte: "Desatir-i hikmet, nevâmis-i hükûmetle; kavânin-i hak, revâbıt-ı kuvvetle imtizaç etmezse, cumhur-u avamda müsmir olamaz." Yani, sadece 'hikmet' ile bu işler olmaz-tutmaz, illa biraz da 'kuvvet' lazımdır. Kötülüğün yolları cebren kapanmadan iyilik suhuletle galip gelemez.
Hem Diyanet hutbesinin hem cihad fetvalarının etkisizliği kuvvetsizliğinden kaynaklanıyor. Bizler, sanki bu ikisi bir gelmemiş gibi, sadece birisiyle şeriat gemisinin yürüyeceğini sanıyoruz. Yürümeyecektir. Medine dönemini aşıp Mekke'ye dönmeye çabalıyoruz. Dönülmeyecektir. Eğer zinanın yolu şeriatın amel ettiğince 'şiddetli bir şekilde' müeyyidelerle kapatılmazsa, insanı o yola sevkeden melanetler kuvvetle engellemezse, sabah-akşam hocalar kürsülerde vaazetseler sonuç alamazlar. Zira zaten o günahları işleyen kitlenin camiyle-hocayla işi yoktur. Kulak veresi yoktur. Gelecekte bu günahlara, Allah korusun, batacak gençlerin de camiyle-hocayla işi olmayacaktır. Bunların men edilebilmesi için, tereddüt etmeyen söyleyelim, kuvvet gerekir. Kuvvetsiz hikmet etkisiz kalmaya mahkûm olacaktır. Dikkat buyurunuz, mü'minlere onca şefkatli şeriat, recm gibi en ağır-dehşetli bir cezayı, evlilerin zinası meselesine müeyyide kılmıştır. Bundan da nefsin şu hususta ne denli söz dinlemez olabileceğine dair birşeyler çıkarabilmek lazımdır.
Hükümetimiz, nice sonra, Türkiye'de bir nüfus tehlikesi yaşandığına ikna oldu. Fakat ikna olduğu kısım sadece burası gibi duruyor. Ne kadının evhanımlığından koparılıp iş hayatına adapte edilmesinden, ne KADEM gibi feminist oluşumlar eliyle dönüştürülmesinden ve ne de zinanın serbestiyetinden haberi varmış gibi davranıyor. Sekülerizmin müslüman ahalinin dest-i izdivacını ne denli zehirlediğini tartışamıyor.
Elbette bu yolla hiçbir sonuç alınamayacaktır. Çünkü, böyle günahlar, öyle aklı baştan alıcı şeylerdir ki, yolu açık olduğu sürece ateşe uçan pervaneler gibi gençler nefislerini alıkoyamazlar. Maalesef. Maalesef. Maalesef... Muvaffakiyetsizliğimiz ikirciğimizdendir. Tutarsızlığımızdandır. Kabul edelim. Ulemayı suçlamanın bir anlamı yoktur. Bu ikiyüzlülükle gidilebilecek mesafe bu kadardır. Bitmiştir. Neticede nasihatin tesirsizliği görülüyor mu? Evet. Lakin nasihatin tesirsizliğinden nasihatçi mesul olmaz her zaman. Bazen de kabahat başka yerlerdedir. Cenab-ı Hak, siyasiyyunumuza da kabahatini görmeyi nasip eylesin, ki ferahımız-felahımız oradadır. Âmin.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
'İsmet Özel anakronizmi' İslamcılığı zehirliyor
"Fünun-u cedideyi, ulûm-u medaris ile mezc ve derc; ve lisân-ı Arabî vâcip, Kürdî câiz, Türkî lâzım kılmak..." Münazarat'tan....
-
" Bu iftirayı işittiğinizde erkek ve kadın müminlerin, kendi vicdanları ile hüsnüzanda bulunup da: 'Bu, apaçık bir iftiradır...
-
Allah kendisini rahmetiyle sarsın sarmalasın. Bu sıralar Esad Coşan Hocaefendi'nin (k.s.) Ramuzu'l-Ehadis derslerini takip ediyoru...
-
Hatırlarsanız, bir hafta kadar önce Cemil Tokpınar abiye dair bir analizimi yazmıştım. Çok derinlemesine sayılmayacak, kısacık birşey. Şim...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder