30 Mayıs 2025 Cuma
Mabel Matiz Lût aleyhisselamın evini nasıl kuşattı?
Newton'un başına elma düşme hâdisesinin arkasında saklı olan 'kütle çekim yasası'nı ancak fiziğe gözü açık olanlar anlar. Arşimed'in hamamdan 'Buldum!' deyu bağırarak çıkmasında gizlenmiş 'suyun kaldırma kuvveti'ni ancak ilgilileri hatırlarlar. (Atasözlerindeki kinaiyatın ekserisi de yine bu kabildendir.) O nedenle Kur'an kıssalarının bütün zamanlara yaptığı konuşmaları, yani içindeki 'düstur-u küllî'leri ve 'kanun-u umumî'leri, ancak böyle bir uyanıklıkla müracaat edenler kavrayabilirler. Kişinin doyması açlığı kadardır. Bulanlar ancak arayanlardır. Diğerleri içinse bunlar, yine Kur'an'ın ifadesiyle, 'esatîrü'l-evvelîn' kabilinden bir manzara teşkil ederler. Yani ilginin, ibretin, etkileşimin kesildiği bir alandırlar. O günün müşrikleriyle bugünün tarihselcilerini buluşturan körlüğün özü budur. Onlar, Kur'an kıssalarını ne kadar 'geçmişin hikâyeleri' olarak görüyorlarsa, bunlar da o kadar öyle görmektedirler.
Her Kur'an kıssası, standart sünni bir müslüman için, böyle, 'bütün zamanlarla konuşur' olduğu gibi Lût aleyhisselamın kıssası dahi böyledir. Vaktiyle buna dair bir yazı karalamıştım arkadaşım. Ve demiştim ki: "Kanserin özgürlüğü olmaz." Çünkü kanser yayılmacıdır. Çünkü kanser işgalcidir. Çünkü kanser eninde sonunda vücudun sağlığına kasteder. Varlığının genişlemesi için konağını kuşatır-mahveder. Nihayetinde kendisi de mahvolur ya. Düşünmez. O yüzden tedavisi önce yayılmasının engellenmesiyle, sonra da başladığı yerde kurutulmasıyla, yapılır.
Sapkınlığın her türlüsü Muhammed aleyhissalatuvesselam ümmetinin nazarında 'kanser' mesabesindedir. O yüzden yaygınlaşmasına elverecek bir serbestliği ona tanımazlar. Asla! Zira bilirler ki, hangi toplumda böylesi günahlar galip gelir, yani normallik kazanır, yani genel-geçer bir serbestî elde ederse, artık o toplumun hayatı bitiktir. Orada İslamiyetin de canı bitiktik. Çünkü, nasıl o sapıklar Lût aleyhisselamın evini kuşatmışlardır, aynen öyle de, yeterli gücü elde ettiklerinde bunlar da namuslu müslümanların evlerini dörtbiryandan kuşatacaklardır.
Ve kuşatmaktadırlar da. Bakınız, bir zaman evvel, açtığı kapattığından çok şarkıcı Gülşen'in konserinde LGBT bayrağı açmasını tartışıyorduk; şimdi Mabel Matiz lakaplı Fatih Karaca da aynısını yaptı. (Hem de devletin üniversitesinde yaptı.) Yapmaya da devam edecek gibi. Zaten televizyonlarda, nette, sosyal medyada baskın bir şekilde onların propagandası yapılıyor. Alttan alta bile değil, hayır, apaçık, Netflix Netflix eşcinsellik satılıyor. Devletimizse propagandanın yeni nesiller üzerindeki etkisini farkedemiyor. Esastan-essahtan bir mücadeleye girmeden kıyı-kenar süpürüyor. Kıymık gözünün içine kadar itilirse bir ufak "Ah!" ediyor. Batmazsa 'AB aşkına' akışına terkediyor. Yani nasıl Lût aleyhisselamın evi kuşatılmışsa bizim de evlerimiz, çoluk-çocuğumuz, gençlerimiz kuşatılmış durumda. Bizden hanemizdekileri istiyorlar. Namusumuzu istiyorlar. Biz de tıpkı Lût aleyhisselamın dediği gibi diyoruz: "Keşke benim size karşı koyacak bir gücüm olsaydı veya güçlü bir desteğe dayanabilseydim!"
Kur'an kıyamete dek mükerrer hikâyemizi anlatıyor arkadaşım. Her peygamberin feryadında ciğerimizi kebap eden bin dert inliyor. Herbirinin başından geçen olaylar başka sûretlerde bizim de başımızda. Yalnızca izdüşümleri görebilecek basirete ihtiyacımız var. Dikkat edelim. O basiret ulemamızda vardır. Onların derslerine kulak verelim ki bizim de kalp-akıl gözlerimiz açılsın. el-Hâdî elbette uğruna cihad edenlere yollarını gösterecektir. Ona sığınalım. Ona dua edelim ki başımızdaki başlara da hidayet versin. Ehl-i Sünnet'e yakışır feraset versin. Âmin.
3 Aralık 2020 Perşembe
Mustafa Öztürk'ü linç etmek yanlış mıydı? (2)
"Mesail iki kısımdır. Birisinde telâhuk-u efkâr tesir eder. Belki ona mütevakkıftır. Nasıl ki maddiyatta büyük bir taşı kaldırmak için teavün lâzımdır. Kısm-ı diğerîde esas itibarıyla telâhuk ve teavün tesirsizdir. Bin de bir de birdir. Nasıl ki hariçte bir uçurum üzerinde atlamak veyahut bir dar yerde geçmekte küll ve küll-ü vahid birdir. Teavün fayda vermez. Bu kıyasa binaen fünunun bir kısmı büyük taşın kaldırılması gibi teavüne muhtaçtır. Bunların ekserî ulûm-u maddiyedendir. Diğer bir kısmı ikinci misale benzer. Tekemmülü def'î yahut def'î gibi olur. Bu ise ağlebi mâneviyat veya ulûm-u İlâhiyedendir. Lâkin, eğer çendan telâhuk-u efkâr bu kısm-ı sâninin mahiyetini tağyir ve tekmil ve tezyid edemezse de, burhanların mesleklerine vuzuh ve zuhur ve kuvvet verir."
Bu metin bize ne anlatıyor? Bu metin bize özünde 'bilim' ile 'dinin' yapısal bir ayrımını haber veriyor. Nedir o ayrım? Bilim tedricen gelişen birşeydir. Üç yüzyıl önceki fizikle bugünkü fizik bilimi elbette aynı düzeyde değildir. Bugünün fiziğinin geçmişe kıyasla pekçok yeni şeyden haberdar olmuştur. İleride daha fazlasından olacaktır da. Ancak aynı şey din hususunda geçerli değildir. Ulûm-u ilâhiye def'î olarak tekemmül eder. Sözgelimi: Hâtemü'l-Enbiya aleyhissalatuvesselam bir gelir, kendinden önceki marifeti bir ömürde, beşerin nübüvvetsiz yüzbin yılda aşamayacağı bir noktaya çıkarır. Bu bir sırr-ı akrebiyettir. Ötekisi kurbiyettir. Peki dinî ilimlerde hiç mi gelişme olmaz? Finaldeki cümle bu mevzuun çerçevesini de çiziyor: "Lâkin, eğer çendan telâhuk-u efkâr bu kısm-ı sâninin mahiyetini tağyir ve tekmil ve tezyid edemezse de, burhanların mesleklerine vuzuh ve zuhur ve kuvvet verir." Mürşidimin başka bir yerdeki ifadesine uğrarsak: 'Dava' konusunda dine yeni birşey eklenmez. Fakat 'dava içinde burhan' noktasında içerik artımı sağlanabilir.
Misalle açmaya çalışalım: Allah'ın varlığı konusunda itikad umdelerinde bir artım yapmak mümkün müdür? Yani vardır, daha vardır, daha daha vardır... vs. gibi bir artış olabilir mi? Yahut 'Yoktur!' demekle dinle ileriye gidilmiş sayılınabilir mi? el-Cevap: Olamaz. Sayılınamaz. Fakat Allah'ın varlığını isbat etmede yeni deliller geliştirilebilir. Sözgelimi: Dün hiç hesapta olmayan bigbangi bugün bir delil olarak kullanabilirsiniz. Kelam âlimlerinin hudus-imkân türünden delillendirmeleri de böyledir. Yani temel umdeye bir ekleme-çıkarma-değişiklik yapamazsınız. Ya? Ancak onların sübûtuna veya içeriğine dair malumatlar/marifetler üretebilirsiniz. Çünkü siz vahiyle münasebette naklin önüne geçemezsiniz. Din nakildir. Öncelikle nakildir. Akıl bu naklin anlaşılmasına sarfedilir.
Bu nedenle üniversiteler isterlerse kuantumu, isterlerse karadelikleri, isterlerse bilmem hangi sistemi tartışabilirler de tedricen gelişmeyen din ilimlerini böylesi tartışma konusu yapamazlar. Çünkü tartışarak ondan ileriye varamazlar. Tedrici ilimlerin tartışılması telahuk-u efkâr içindir. Yani tartışma görünümlü bir nevi yardımlaşmadır. Hürriyet elbette burada lazımdır. Ancak, dinin temel itikadî umdeleri, değil onlara burhan-marifet üretmek niyetiyle, bizzat cerhetmek niyetiyle tartışma konusu yapılırsa, hafazallah, varılacak yer esfel-i sâfilîn olur. Daha ileriye gidilmez. Ancak geriye düşülür.
Bu yüzden Mustafa Öztürk'ün tartışmaya açtığı konu, daha doğrusu baya-epey karşısına geçip mücadele verdiği husus, yani Kur'an'ın hem lafız hem manaca Allah'tan geldiği meselesi, üniversitelerin üzerine serbestçe kalem oynatabileceği bir alan değildir. Biz müslümanlar itikadî açıdan böyle bir özgürlük tanımıyoruz. Böyle bir tedrisle yetişecek ilahiyatçıdan da dalaletinden başka beklemiyoruz. Ancak, bize hoca olmamak ve hoca olacakları yetiştirmemek kaydıyla, zaten cümle küfür ehlinin yaptığı gibi, İslam aleyhinde argümanlarını yumurtlamaya devam edebilir. Biz de onun cevabını veririz. Ama böylesinin ne kendisini ne talebesi önümüzde hoca olarak görmek istemeyiz. Kur'an'a beşer kelamı diyen adamın hakiki müslümanlıkla ne ilişkisi vardır? Kaldı ki hocalıkla bir ilişkisi olsun.
Üniversiteyi bu anlamda bir hürriyet mekanı görenler herhalde dinlerini bilmiyorlar. Yahut da yeniden dinlerine müşteri olmak istiyorlar. Eğer üniversiteler bu meslek üzere dini ele alacaklarsa, Allah şerlerinden hepimiz saklasın, gelecek nesiller bizzat hocalardan-ilahiyatçılardan imanlarını korumaya çalışacaklar demektir. Ne diyelim? Kışı yaza çevirmek Cenab-ı Hakkın kudretinden hariç değil. Bizi rahmetinden uzakta koymasın. Âmin. Âmin.
'İsmet Özel anakronizmi' İslamcılığı zehirliyor
"Fünun-u cedideyi, ulûm-u medaris ile mezc ve derc; ve lisân-ı Arabî vâcip, Kürdî câiz, Türkî lâzım kılmak..." Münazarat'tan....
-
" Bu iftirayı işittiğinizde erkek ve kadın müminlerin, kendi vicdanları ile hüsnüzanda bulunup da: 'Bu, apaçık bir iftiradır...
-
Allah kendisini rahmetiyle sarsın sarmalasın. Bu sıralar Esad Coşan Hocaefendi'nin (k.s.) Ramuzu'l-Ehadis derslerini takip ediyoru...
-
Hatırlarsanız, bir hafta kadar önce Cemil Tokpınar abiye dair bir analizimi yazmıştım. Çok derinlemesine sayılmayacak, kısacık birşey. Şim...