"Muhali talep etmek kendine fenalık etmektir. Zerrâtı günahkârlardan mürekkep bir hükûmet tamamıyla mâsum olamaz. Demek, nokta-i nazar, hükûmetin hasenâtı, seyyiatına tereccuhudur. Yoksa seyyiesiz hükûmet muhal-i âdidir." Münazarat'tan.
Şunu elbette en baştan kabul ediyorum: Hepimiz her konuda hemfikir olmak zorunda değiliz. Olamayız da zaten. Ve elbette, hakikati ararken, muhalif fikrin de bir hakk-ı hayatı vardır. Buna saygı göstermeliyiz. Ancak bu hassasiyetler şunu da netice vermemeli: Muvafık olanın da muhalifini kritik edebilme imkanı elinden alınmamalı. Çünkü nihayetinde biz de muhalifimizin muhalifiyiz. Saygısızlık, yalancılık ve artniyet taşımadığımız sürece, biz de, tıpkı muhalifimizin bize yaptığı gibi, onun durduğu yeri ve savunduğu argümanları analiz edebilmeliyiz. Denial filminde denildiği gibi: "Konuşma özgürlüğü 'Her istediğini söyleyebilirsin' demek. Yapamayacağın şey ise: Yalan söylemek." Yalan söylemedikten sonra, umuyorum, biz de fikir hürriyetinin içinde kalırız.
Metin Karabaşoğlu abinin en kritik dönemlerde AK Parti'ye ve Erdoğan'a 'her riski göze alarak' verdiği destekler malumdur. Bugün AK Parti içinde veya arkasında önsıraları kapmaya çalışanların dahi destekte çekimser kaldığı dönemlerde, Metin abi, bu çizgiyi 'sonunu düşünmeden' destekliyordu. 'Sonunu düşünmeden' diyorum, çünkü, hakikaten o günlerde bu işin sonunun ne olacağı belli değildi. Ve bugün önsıralarda farkedilmek için davul çalanların çoğu o dönemlerde 'domates biber herkese gider' tavırlar takınıyordu. Kazananın kim olduğu kesinleşene kadar 'tatlı su aydınlığı' yapanları veya iki tarafa da oynayanları kastediyorum. Öyle olmayanlar bu sözlerimden alınmasınlar.
Fakat bu referandumda, yine kimileri gibi ikinci bir hesap yapmadan, Metin abinin sergilediği duruş ortadadır. Bu değişimin şu şekliyle hayırlı bir değişim olmayacağını düşünüyor. Olsun, düşünebilir, fikir özgürlüğü en temel hakkımızdır, o da bu özgürlüğünü kullanmaya herbirimiz kadar hak sahibidir. Dar zamanlarında bu kadar iyilik gördüğü bir isme hiçbir AK Partili veya Erdoğancı gücenik durmamalı. Vefa bunu gerektirir. Ancak yine de, her kanaat önderi gibi, Metin abinin de etkileyebildiği kanaatler olduğu için, onun kanaatlerini dayandırdığı şeyler ve kullandığı argümanlar da insafla kritik edilmelidir.
Ben de bu yazıda kısıtlı bir çerçevede şunu yapmaya çalışacağım. Metin abi, geçtiğimiz günlerde, twitter hesabından dedi ki: "İyi bir yazar iyi çalışılmamış bir dosyayla geldiğinde editöre yakışan, o dosyayı geri çevirmektir. Yazara ve kitaba saygı bunu gerektirir. Ve bazan sevdiklerimiz, değer verdiklerimiz duymak istediklerini değil, duymaları gerekeni duyarlar bizden. Sevgimiz bunu gerektirir zira... Ve ne acıdır ki, kafasını kullanarak öğrenmeyi reddetmenin sonucu, kafasını vura vura öğrenmektir." Ben, biraz zan ettim, bu cümleyi zâhirinde ifade ettiği 'yayın piyasası prensipleri'nden aşkın olarak referandumla ilişkilendirdim. Sonra baktım: Twitter'da bu cümleyi beğenip paylaşanlar da benim gibi anlamışlar. Metin abi de onların fehmini tashih etmemiş. O böyle etmeyince ben de zannımın suizan olmadığına kanaat getirdim. Ayrıca kendimde de şu meseleye dair bir konuşma hakkı gördüm. Şöyle ki:
Ben, Metin abiyle, elhamdülillah, Nesil Yayınları'nda birkaç yıl beraber çalıştım. Kendisinden çok şeyler öğrendim. Metin abi yayın danışmanımızdı o zamanlar. Ben de sevkiyattan devşirme yeni yetme bir editörü veya mizanpajcısıydım yayınevinin. (Her ikisinde de iddialı değilim.) Metin abinin yukarıda zikrettiği prensip, hakikati olan bir prensip olarak, beni o günlerde yaşadıklarımıza/konuştuklarımıza götürdü. Ve hakikaten, biz, yeterli görmediğimiz çalışmaları 'tekrar çalışılsın' diye yazarlarına iade ederdik. Fakat her zaman mı böyle yapardık? Bu kanun hiç mi istisnaya uğramaz veya huruç etmiş fertler ile inkıta yaşamazdı? O yılları tahattur ederken şu prensibin çok da layetezelzel olmadığını anımsıyorum. Aksine sık sık inkıtaya uğrardı.
Sözgelimi: İyi bir yazarın iyi dosyalarına ulaşma yolculuğunda kötü dosyalarına katlanılırdı. Gelecek vaadeden genç bir yazarın ileride yapabileceği çalışmalar hürmetine bugünkü metinlerine katlanılırdı. Çok satan yazarların zaten neredeyse her metnine katlanılırdı. Fakat Metin abinin elinde olsa fırsat vermeyeceği şu sonuncusundan yüz çevirerek yukarıdaki iki şıkka baktığımızda dahi birçok nümunesi hatırıma geliyor. Bu sırrı bizzat Metin abinin de beyan ettiğini hatırlıyorum toplantılarda. Biz, bazı çalışmalara, gelecekte önümüze gelecek daha güzel bazıları için 'olur' verirdik. Bu maliyetin gelecek adına bir yatırım olduğunu düşünürdük. Yazarın gayreti kesilmesin. Yazmaya küsmesin. Veya sadece 'Yayınevine ayağı alışsın' diye bastığımız dosyalar vardı. Yani 'Çalış gel!' dersek geri gelmeyecek yazarlar için yayınevi olarak risk alırdık.
Metin abinin, yeni anayasa konusunun müzakere edildiği eski bir Alternatif Bakış'ta "tek bir yeni anayasa değil 'yeni anayasalar' şeklinde düşünülüp ilk değişim için çok mükemmeliyetçi olunmaması gerektiğini" dediğini hatırlıyorum. O zamanlar, muhalefet ve iktidar arasındaki anlaşmazlıklarla düğümlenen yeni anayasa meselesinde, bu tutumun bir çıkış olacağını düşünmüş ve hak vermiştim. Evet, bence de, önemli olan şu kapıyı bir kere açmaktı. Türkiye darbe anayasalarının 'değişebilir' birşey olduğunu bizzat değiştirerek anladıktan sonra yeni değişimler kolaydı ve kaçınılmazdı. Çünkü mezkûr sistemler beşerî sistemlerdi. Beşer gibi zamanla değişir, gelişir, değiştirilir ve geliştirilirlerdi.
Nitekim 2010 referandumunda "Yetmez ama evet!" cümlesini savunurken hepimizin söylediği buydu. Metin abinin de söylediği buydu. Orada yapılan değişikliğin değişimlerin en mükemmeli ve sorunların tek çözücüsü olmadığını biliyorduk. Ama bir ümit besliyorduk. O değişimin 'değişmesi teklif dahi edilemez' tabulara dokunabilmemize bir kapı açacağını düşünüyorduk. Nitekim, o günlerden bugünlere, epey bir mesafe alındı da. İnşaallah şu alınanlar ileride alınacakların sadece başlangıcıdır.
Elbette Metin abi bizimle aynı şekilde düşünmek zorunda değil. Biz de onun gibi düşünmek zorunda değiliz. Fakat genç bir nur talebesi olarak sormak istiyorum: O günlerden bugünlere "Yetmez ama evet!" ümidinden "Yetmez ve hayır!" karamsarlığına nasıl gelindi? Daha dokuz ay önce darbe teşebbüsü atlatmış bir ülkeyiz. Şu büyük emeklerle geldiğimiz mübarek eşiğin bir daha önümüze geleceğinin garantisi var mı? İleride bugünlere bakarak dizlerimizi dövmeyeceğimizi kim garanti edebilir? "Çalış gel!" dersek bir daha bu dosyanın önümüze getirilip getirilmeyeceğini kim gaybdan haber verebilir? Önce 'Evet' desek de 'yetmez'ini anlatmaya devam etsek daha güzel olmaz mı? Bunlar benim aklıma gelenler ve kalbimden geçenler. Elbette en doğrusunu Allah bilir. Allah, yalnız ülkemiz için değil, âlem-i İslam için en hayırlısını nasip etsin. Âmin.
Alternatif Bakış etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Alternatif Bakış etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
15 Nisan 2017 Cumartesi
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Yaranın inkârı her yaradan daha büyük yaradır
'Delilleri küçümsemek' diye bir hastalığımız var arkadaşım. Acizliğimizden kaynaklanıyor. Çünkü ellerimiz pek küçük. Okyanussa çok b...
-
Allah kendisini rahmetiyle sarsın sarmalasın. Bu sıralar Esad Coşan Hocaefendi'nin (k.s.) Ramuzu'l-Ehadis derslerini takip ediyoru...
-
" Seninle gurur duyuyorum ama vicdan aynı zamanda düşmanın olabilir. Vicdanlısın, merhametlisin ve aynı zamanda sevimli ve tatlısın. O...
-
Hatırlarsanız, bir hafta kadar önce Cemil Tokpınar abiye dair bir analizimi yazmıştım. Çok derinlemesine sayılmayacak, kısacık birşey. Şim...