Yüzey etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Yüzey etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Nisan 2022 Cuma

Durun siz balıksınız!

İman kabuğunun içerisindeki lübbü gösterir. Küfür ise lüb ile kabuğu tefrik etmez. Kabuğu aynen lüb bilir ve insanı cevherlik derecesinden kömür derecesine indirir." Mesnevî-i Nuriye’den.

İslam bizi kabuğumuzdan kurtarmak için indi arkadaşım. Kabuğumuzu reddetmedi. Yanlış anlama. Lakin ona münhasır kalmaktan da İslam'la korunduk. (Elhamdülillah.) Evet. Âdemiyet okyanusunun töresi başkaydı. Burada batanlar değil çıkanlar boğulurdu. Beşerîlik sığlıklarında tuzaklıydı. Dolayısıyla gaybından habersizler tehlikedeydi. Satıhtan ötesini bilmiyorlardı. Öyle ya: Derûnunu bilmeyen dalmayı nereden bilecek? Gavvas-ı Aziz aleyhissalatuvesselam geldi. Omuzlarımıza Hüda'nın emanetini bastırdı. Şefkat pençeleriyle eteklerimize asıldı. Peşinden çekti çoktan aşina edildiği dehlizlere. Miracının yol yol gölgesine sığındık. Böylece sırf yüzey-dünya için yaratılmadığımıza ayıldık. Hatta görünenin 'okunabilir de' olduğunu kavradık böylece. Madde manasının sezdirilmesiyle rahatladı. Kanundur. Anlamını bulan kararını da bulur.

Şimdi bizi tekrar yüzeye çağırıyorlar arkadaşım. Ahirzaman fitnesi. Yüzey fitnesi. Yüzeyine kapılan fitneye de kapılıyor. Sözgelimi: Tesettürün nasıl bir hikmetle emredildiğini anlamıyor. Kendisinin de bir yüzey olarak 'boğucu' olabileceğini veya bizzat kendisinin de yüzeyinde 'boğulabileceğini' kavrayamıyor. Cüneyt Özdemir Aleyna Tilki'yi eleştiriyor. Ne için? Daha çok yüzey için. Daha çok kulaç için. Yani yüzey yüzeye "Daha derinsel bir yüzeysellliğin olabilirdi!" diye sesleniyor. Yüzey de abisine şöyle cevap veriyor: "Senin de daha yüzeysel bir derinselliğin olabilirdi." Genişliği derinlik sanmak muğalatasından çıkıyor olay. Kimsenin kucağında nefes yok. Dizboyu fanilik. "Kimin boğulması karizmatik oldu?" Bunu tartışıyoruz.

Denizden pırıltı topluyorlar arkadaşım. Delirmiş kuyumcu gibi. Avuçladıkları anda yokoluyor hepsi. Birikmemesinden anlıyorsun. Fanilik birikmiyor. Ama Cüneyt Özdemir'in de Aleyna Tilki'nin de bundan endişelendikleri yok. Onların kavgası 'kuyumcunun pırıltı toplarken izlemesi gereken yol' üzerine. Cüneyt Özdemir diyor ki: "Avuçlarını nasıl kullanacağını öğretenler olsa daha estetik toplardın." Aleyna Tilki de yapıştırıyor ki: "Benimki gibi avuçların olsun da Bağdat'tan pırıltı gelir." Davullar gümgüm. Pehlivanlar peşrevde. Ekranda şenlik. Fakat bu masalda "Kral da kraliçe de çıplak!" diyecek kimse yok. Çünkü kralın da kraliçenin de çıplaklıkla ilgili bir endişesi yok. Yüzeyde hemfikirler onlar arkadaşım. Anlaşmazlık oranda.

Tesettür bir kadına/erkeğe yüzeyinden başka kaç şey olma imkanı verir? Bu sualin cevabını seninle ben tartışacağız. Çünkü eteklerimizden çeken elin sıcaklığını hâlâ hisseden biziz. Derinliğe dair anlatılanları da unutmadık. "Kalpler ancak Allah'ın zikriyle mutmain olur!" fermanı (d)okunduğundan beri 'karizmatik boğulmalar' tatmin etmiyor bizi. Satıhta fanilik var. Ciğerimize su dolduruyoruz. Gidebilsek daha aşağılara ineceğiz. Konuşabilsek daha derinleri konuşacağız. Niyetimizin boyu amelimizden uzun. Yüzeydekiler halimizi boğulmak sanrılıyorlar. Biz de onlara kardeşane şöyle çığırıyoruz arkadaşım: "Durun siz balıksınız!"

5 Temmuz 2017 Çarşamba

Kuyusuz da Yusuf bulunmaz ki!

"Gençliğimde en yüksek bir intibah şahikasına çıktığımı sanıyordum. Şimdi anlıyorum ki, o intibah, intibah değilmiş. Ancak, uykunun en derin kuyusunda bulunmaktan ibaret imiş." Mesnevî-i Nuriye'den.

Ben bu kadar değilim. Daha fazlası var. Semada yanar söner bir göktaşı değilim. İnanıyorum. Eylediğimden ibaret olamam. Korkuyorum. Yüzeyim beni bunaltıyor. Seziyorum. İçimde benden de güzel bir insan var. Kalemimle onu çıkarmaya çalışıyorum. Yazarken en çok yapmak istediğim bu. Sanıyorum her yazar az-çok bunu deniyor. Öyküler kurgulayanın da, denemeler karalayanın da, şiirler yazanın da arzusu yaşadığı gerçekten öte ikinci bir gerçeklik âlemine kavuşmak. Bulduğundan kaçıp umduğuna uzanmak. 'Daha çok' varolmak değil belki. Ama 'daha farklı' varolmak. Yazmak bize 'daha farklı varolabileceğimizi' söylüyor. Yaşanılandan başka ihtimaller de var. Yalnızca bu değilsin. İçinde çok âdemler gizlenmiş bir âdemsin. Kalemi batırdıkça birisinden ses geliyor.

Düştüğün boşluklar, üzerine üzerine gelen duvarlar, alnına anne eli gibi dokunan soğuk ter, nedensiz gözyaşların, içine sığamadığın odalar ve şu geçmeyen hüznün şahidin olsun. Hayatın hayaline yetişemiyor. Sen bu fiiler içinde sıkışmak için yaratılmadın. Yüzeydeki kardeşlerin hiçbirisi Yusuf yüzlü değil. Gözün onlarla doymuyor. Taşlar bir türlü yerine oturmuyor. Yolculuklar bitiyor fakat yol bitmiş gibi gelmiyor. Bu işte bir tuhaflık var! Uykuların kaçıyor. Ne güzel. Canın sıkılıyor. Ne iyi. Cebrail de o Nebî-yi Muhterem'e okumasını öğretmeden canını kolları arasına alıp sıkmıştı. Sıkı can iyidir. Tez okur. Sıkı can iyidir. Çok arar. O kardeşleri ardında bırakarak kuyuya koşuyorsun. Beyaz kağıda sığındığın her anın arkaplanında bu var.

Yusuuuf! Yusuuuf! Yusuuuf! Ne kadar derine düştü şu Yusuf? Sesleniyorsun. Ağzından ses çıkmıyor. Civardan ses gelmiyor. Sessizliğin sızısından başka ses yok. Hem kuyunun ağzını da körletmişler. Ne yapılacak? Kalemle kazmaya başlıyorsun. İşte biraz açıldı. Kulak sığar ancak. Yusufî ilhamlar kulağına değmeye başlıyor. Oh! Evet, çok şükür, hâlâ yaşıyor. Demek Yusuf ölmemiş. Çok şükür. Demek hâlâ biraz Yusuf'um. Çok şükür. Mutlu oluyorsun.

Fakat hayat kuyuyu beklediğin gibi bekler mi seni? Tekrar yüzeye çıkıyorsun. Ne için? Işık görmek için. Nefes almak için. Karnını doyurmak için. Kaleme mürekkep gerek. Onu almak için. Kolları dinlendirmek gerek. Onu başarmak için. Bahaneler üretiyorsun. Yusuf'un kardeşleri bahaneler üretiyor.

Neden Leyla'dan vazgeçtiğini Mecnun yanlarına da anlatabilmen lazım. Bahaneler bu işe yarar. Yüzeye tekrar çıktığında, Yusuf değil, kardeşleri seninle konuşmaya başlıyor. O kadar çok kardeşi var ki Yusuf'un. Bu kesret adama kulağını unutturur. Kazmaktan kolay yaşamak. Dalmaktan kolay süzülmek. Bir gün; çadırdaki sıcak yemek, rahat döşek, güzel sohbet, seni kuyudaki sesleri duymaz hale getirecek. Bir kulakta iki ses olmuyor. Bir kalbe iki aşk sığmadığı gibi. Biliyorsun, ama Yusuf da sende, kardeşleri de...

Yazarak direniyorsun. Oruç tutarak direniyorsun. Namaz kılarak direniyorsun. Bütün bu dirençler kuyuyu unutmamak için. Kuyu varsa umut var. Kardeşleri Yusuf'u kuyuya attılar. Kardeşler kim? Yusuf kim? Kuyu kim? Yakup kim? Atan sensin, atılan sensin, düşülen sensin, özleyen sensin. Her kıssa içindeki kıssa sensin. Bir yanın kuyunun içinde. Diğerleri kuyunun dışında. Her ayet üzerinden konuşulan sensin. Kulağın sığacak kadar yer aç onlarda.

Yakub'un ağlıyor. O farkında. O diğerleri gibi değil. Vicdanın sızlıyor. Nefsin kuyu üstündeki yalancı. Yırtılmamış gömleğe sürecek kan arıyor. Fıtratın diyor ki: "Bir ses var kulağımızda eksik." Yusuuuf, Yusuuuf, sesin var unutmaya başladığımız. Yüzün var güzelliği silinen. Ayağını bastığın taşlar soğumaya başladı. Senin de bizden bir parça olduğunu unutmadan nasıl yaşayacağız?

Yusuuuf! Yusuuf! Yakub seni özlüyor. Biz de seni özlüyoruz. Fakat secde etmemiş ne çok kardeşin var. Yüzleri gözlerimizi dolduruyor. Uykuları uyanıklığımızı alıyor. Tabire yer kalmıyor Yusuf. Secdemizi unutuyoruz. Tabir edilmeyince rüyalar hakikat sanılıyor. Korkuyoruz yüzeydeki bu kalabalıktan. Kesretten korkuyoruz. Vallahi, böyle giderse, kuyuyu da unutacağız. Kalem kalacak fakat kazmayı bırakacağız. Kuyusuz da Yusuf bulunmaz ki. Peki biz Yusuf'u çıkarmazsak kim çıkarır bizi kuyularımızdan?

Yaranın inkârı her yaradan daha büyük yaradır

'Delilleri küçümsemek' diye bir hastalığımız var arkadaşım. Acizliğimizden kaynaklanıyor. Çünkü ellerimiz pek küçük. Okyanussa çok b...