Âl-i İmran sûresinin 2. ayetinin bir kısacık meali şu: "Hayy ve Kayyûm olan Allah'tan başka ilâh yoktur." Kelime-i tevhidin 'Hayy' ve 'Kayyum' pencerelerinden seyredilmesi emri. Tevhidin bu iki perspektiften görülen delilleri. Ben bu derse şöyle başlarım: Allah'ın aşkınlığını idrak ettikçe kendi başınalıklarını kaybedersin. 'Ben ettim'ler, 'Ben yaptım'lar, 'Ben başardım'lar, 'Benim sayemde'ler eriyip gitmeye başlar. Neden böyle olur? Çünkü sonsuzluk 'dışındakileri mülkü kılarak' genişler.
Bir saniye. Yanlış dedim. Düzelteyim: Sonsuzluk genişlemez aslında. Sonsuzluğu anlayarak biz genişleriz. Bizim göğsümüz genişler. Dünyaya bakışımız genişler. Mürşidimin 'hurma çekirdeğinden koca bir hurma ağacına kadar' mertebeleri olduğunu söylediği imanın genişlemesidir sinemizdeki ferahlık. Peki rahatlığın en nihayet noktası ne? İşte Hayy ve Kayyum isimleri bize bunları da söylüyor.
Bir 'kendi başınalık sanrısı' olarak hayatı ve yine bir 'kendi başınalık sanrısı' olarak varoluşu Allah'a terkettiğinde, yani fail olarak kendini azledip (çok şükür) onu layık olduğu mevkiie koyduğunda (pek maşaallah) senin kalbindeki iman genişliği gider çeperlerine yaslanır. Öyle ya! Allah'ı 'en başta herşeyi yaratan' olarak bilmekle 'herşeyi her an devam ettiren' olarak bilmekte fark vardır.
Birisinde Allah'la kurduğun ilişki 'bir meçhul öncenin' ilişkisidir. Gidemezsin. Göremezsin. Kuşatamazsın. İkincisinde Allah'la kurduğun ilişki 'her anın' ilişkisidir. Gitmene gerek olmaz. O gelir. Görürsün. Tadarsın. Bilirsin. Seni en başta yaratan bir Allah'a duyduğun şey ancak bir 'vefa' veya 'minnet' olabilir. Araya çok sebep girer. Çok zaman karışır. Bunlar bağın kuvvetini azaltır. Ama her an seni yaratıyor olduğunu bildiğin bir Allah'a duyduğun şeyin adı ancak ve ancak şiddetli bir ihtiyaçtır. Her an yeniden özlenilen bir vuslattır. Arkada bırakılamaz. Araya birşeyler konulamaz. Unutulamaz. 'En başta iten'den 'her an tutan'a dönüşür Allah gönlünde.
Uyanışın başı burasıdır: Seni en başta hayata ve varlığa iten değildir Allah sadece. O, Hayy u Kayyum, seni her an hayatta tutan ve her an yeniden yeniden varedendir. Bir an bu isimlerin tecellisi üzerinden çekilse yokluğa düşersin. 'Kendi başınalık' veya 'başıboş bırakılmışlık' sandığın şeylerin ipleri o kadar incedir.
Hastalık-şifa, darlık-bolluk, mutluluk-hüzün, huzur-endişe... Bütün bu ikilemler, zıtlıklar, gelgitler sana sendekinin her an yeniden yaratıldığını hatırlatıyor. Yokluk-varlık, yokluk-varlık, yokluk-varlık. Her an oluyor bütün bunlar. Bunlar bir kere yaratılmış, sende bırakılmış, mülkün kılınmış olsaydı onlarla böyle gelgitler yaşamazdın. İnsan hakikaten 'kendi başına' olsa eksik bulmaz kendini. Bu ateş her an yeniden yakılıyor ki tecellilerde değişimler oluyor. Bir öyle bir böyle oluyorsun. Bir öyle bir böyle hissediyorsun. Bir öyle bir böyle yaşıyorsun. Allah'ın yaratışının seninle her an ilgili olduğunu sendeki bu değişimler gösteriyor. Hatta her an ihtar ediyor yoklukları: "Varımız yaratılmasa sen mahvolursun!" Cenab-ı Hak hatırlatıyor sana seni halden hale çevirmekle: "Her an itmesem bir an bile gidemezsin." Hayatta bir arpa boyu yol alamadığın vakitler seni uyarıyor.
'La ilahe illallah'ı en ciğerden söyleyişin Hayy ve Kayyum isimlerini andığın, anladığın ve ifade ettikleri manayla ilişkini kavradığın vakitler. Nasıl? Belki biraz şöyle... Bir de bakıyorsun ki: Yaşamının ve varlığının devamını sağladığını sandığın herşey batıp gidiyor. Her gün yeni şeyler yiyorsun, yeni şeyler görüyorsun ve yeni şeyler yaşıyorsun ama sendeki 'sen' değişmiyor. Bir aslın var. Bir asıl var. Bu aslın şunca değişim içinde sabitliğini koruyabilmesi, herşeye rağmen insanın kendisi olarak kalabilmesi, üzerinden kudret ve hikmet elini hiç çekmemiş bir yaratıcıyla mümkün.
Katip kalemini kaldırmıyor ki hat değişmiyor. Yazar değişmiyor ki roman kendi içinde çelişkiye düşmüyor. Öncesi ve sonrası birbirini unutmuyor. Bağ kopmuyor. Cümle kesilmiyor. Anlam bölünmüyor. İşte, başta alıntıladığım, Âl-i İmran sûresinin 2. ayeti de böyle bir ders veriyor bana: "Allah'ın Hayy ve Kayyum olması gerektiğini anladıktan sonra, anlarsın ki, Hayy ve Kayyum olabilenden başka ilah yoktur."
Kalem etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kalem etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
18 Temmuz 2017 Salı
Hayy ve Kayyum neden kardeştir? (6): Kendi başınalık bir sanrıdır
Etiketler:
Âl-i İmran,
Allah,
Ateizm,
Ayet,
Çelişki,
Esma,
hat,
Hayy,
Kalem,
katip,
Kayyum,
Kendi başına,
Kur'an,
Meal,
roman,
Yazar
5 Temmuz 2017 Çarşamba
Kuyusuz da Yusuf bulunmaz ki!
"Gençliğimde en yüksek bir intibah şahikasına çıktığımı sanıyordum. Şimdi anlıyorum ki, o intibah, intibah değilmiş. Ancak, uykunun en derin kuyusunda bulunmaktan ibaret imiş." Mesnevî-i Nuriye'den.
Ben bu kadar değilim. Daha fazlası var. Semada yanar söner bir göktaşı değilim. İnanıyorum. Eylediğimden ibaret olamam. Korkuyorum. Yüzeyim beni bunaltıyor. Seziyorum. İçimde benden de güzel bir insan var. Kalemimle onu çıkarmaya çalışıyorum. Yazarken en çok yapmak istediğim bu. Sanıyorum her yazar az-çok bunu deniyor. Öyküler kurgulayanın da, denemeler karalayanın da, şiirler yazanın da arzusu yaşadığı gerçekten öte ikinci bir gerçeklik âlemine kavuşmak. Bulduğundan kaçıp umduğuna uzanmak. 'Daha çok' varolmak değil belki. Ama 'daha farklı' varolmak. Yazmak bize 'daha farklı varolabileceğimizi' söylüyor. Yaşanılandan başka ihtimaller de var. Yalnızca bu değilsin. İçinde çok âdemler gizlenmiş bir âdemsin. Kalemi batırdıkça birisinden ses geliyor.
Düştüğün boşluklar, üzerine üzerine gelen duvarlar, alnına anne eli gibi dokunan soğuk ter, nedensiz gözyaşların, içine sığamadığın odalar ve şu geçmeyen hüznün şahidin olsun. Hayatın hayaline yetişemiyor. Sen bu fiiler içinde sıkışmak için yaratılmadın. Yüzeydeki kardeşlerin hiçbirisi Yusuf yüzlü değil. Gözün onlarla doymuyor. Taşlar bir türlü yerine oturmuyor. Yolculuklar bitiyor fakat yol bitmiş gibi gelmiyor. Bu işte bir tuhaflık var! Uykuların kaçıyor. Ne güzel. Canın sıkılıyor. Ne iyi. Cebrail de o Nebî-yi Muhterem'e okumasını öğretmeden canını kolları arasına alıp sıkmıştı. Sıkı can iyidir. Tez okur. Sıkı can iyidir. Çok arar. O kardeşleri ardında bırakarak kuyuya koşuyorsun. Beyaz kağıda sığındığın her anın arkaplanında bu var.
Yusuuuf! Yusuuuf! Yusuuuf! Ne kadar derine düştü şu Yusuf? Sesleniyorsun. Ağzından ses çıkmıyor. Civardan ses gelmiyor. Sessizliğin sızısından başka ses yok. Hem kuyunun ağzını da körletmişler. Ne yapılacak? Kalemle kazmaya başlıyorsun. İşte biraz açıldı. Kulak sığar ancak. Yusufî ilhamlar kulağına değmeye başlıyor. Oh! Evet, çok şükür, hâlâ yaşıyor. Demek Yusuf ölmemiş. Çok şükür. Demek hâlâ biraz Yusuf'um. Çok şükür. Mutlu oluyorsun.
Fakat hayat kuyuyu beklediğin gibi bekler mi seni? Tekrar yüzeye çıkıyorsun. Ne için? Işık görmek için. Nefes almak için. Karnını doyurmak için. Kaleme mürekkep gerek. Onu almak için. Kolları dinlendirmek gerek. Onu başarmak için. Bahaneler üretiyorsun. Yusuf'un kardeşleri bahaneler üretiyor.
Neden Leyla'dan vazgeçtiğini Mecnun yanlarına da anlatabilmen lazım. Bahaneler bu işe yarar. Yüzeye tekrar çıktığında, Yusuf değil, kardeşleri seninle konuşmaya başlıyor. O kadar çok kardeşi var ki Yusuf'un. Bu kesret adama kulağını unutturur. Kazmaktan kolay yaşamak. Dalmaktan kolay süzülmek. Bir gün; çadırdaki sıcak yemek, rahat döşek, güzel sohbet, seni kuyudaki sesleri duymaz hale getirecek. Bir kulakta iki ses olmuyor. Bir kalbe iki aşk sığmadığı gibi. Biliyorsun, ama Yusuf da sende, kardeşleri de...
Yazarak direniyorsun. Oruç tutarak direniyorsun. Namaz kılarak direniyorsun. Bütün bu dirençler kuyuyu unutmamak için. Kuyu varsa umut var. Kardeşleri Yusuf'u kuyuya attılar. Kardeşler kim? Yusuf kim? Kuyu kim? Yakup kim? Atan sensin, atılan sensin, düşülen sensin, özleyen sensin. Her kıssa içindeki kıssa sensin. Bir yanın kuyunun içinde. Diğerleri kuyunun dışında. Her ayet üzerinden konuşulan sensin. Kulağın sığacak kadar yer aç onlarda.
Yakub'un ağlıyor. O farkında. O diğerleri gibi değil. Vicdanın sızlıyor. Nefsin kuyu üstündeki yalancı. Yırtılmamış gömleğe sürecek kan arıyor. Fıtratın diyor ki: "Bir ses var kulağımızda eksik." Yusuuuf, Yusuuuf, sesin var unutmaya başladığımız. Yüzün var güzelliği silinen. Ayağını bastığın taşlar soğumaya başladı. Senin de bizden bir parça olduğunu unutmadan nasıl yaşayacağız?
Yusuuuf! Yusuuf! Yakub seni özlüyor. Biz de seni özlüyoruz. Fakat secde etmemiş ne çok kardeşin var. Yüzleri gözlerimizi dolduruyor. Uykuları uyanıklığımızı alıyor. Tabire yer kalmıyor Yusuf. Secdemizi unutuyoruz. Tabir edilmeyince rüyalar hakikat sanılıyor. Korkuyoruz yüzeydeki bu kalabalıktan. Kesretten korkuyoruz. Vallahi, böyle giderse, kuyuyu da unutacağız. Kalem kalacak fakat kazmayı bırakacağız. Kuyusuz da Yusuf bulunmaz ki. Peki biz Yusuf'u çıkarmazsak kim çıkarır bizi kuyularımızdan?
Ben bu kadar değilim. Daha fazlası var. Semada yanar söner bir göktaşı değilim. İnanıyorum. Eylediğimden ibaret olamam. Korkuyorum. Yüzeyim beni bunaltıyor. Seziyorum. İçimde benden de güzel bir insan var. Kalemimle onu çıkarmaya çalışıyorum. Yazarken en çok yapmak istediğim bu. Sanıyorum her yazar az-çok bunu deniyor. Öyküler kurgulayanın da, denemeler karalayanın da, şiirler yazanın da arzusu yaşadığı gerçekten öte ikinci bir gerçeklik âlemine kavuşmak. Bulduğundan kaçıp umduğuna uzanmak. 'Daha çok' varolmak değil belki. Ama 'daha farklı' varolmak. Yazmak bize 'daha farklı varolabileceğimizi' söylüyor. Yaşanılandan başka ihtimaller de var. Yalnızca bu değilsin. İçinde çok âdemler gizlenmiş bir âdemsin. Kalemi batırdıkça birisinden ses geliyor.
Düştüğün boşluklar, üzerine üzerine gelen duvarlar, alnına anne eli gibi dokunan soğuk ter, nedensiz gözyaşların, içine sığamadığın odalar ve şu geçmeyen hüznün şahidin olsun. Hayatın hayaline yetişemiyor. Sen bu fiiler içinde sıkışmak için yaratılmadın. Yüzeydeki kardeşlerin hiçbirisi Yusuf yüzlü değil. Gözün onlarla doymuyor. Taşlar bir türlü yerine oturmuyor. Yolculuklar bitiyor fakat yol bitmiş gibi gelmiyor. Bu işte bir tuhaflık var! Uykuların kaçıyor. Ne güzel. Canın sıkılıyor. Ne iyi. Cebrail de o Nebî-yi Muhterem'e okumasını öğretmeden canını kolları arasına alıp sıkmıştı. Sıkı can iyidir. Tez okur. Sıkı can iyidir. Çok arar. O kardeşleri ardında bırakarak kuyuya koşuyorsun. Beyaz kağıda sığındığın her anın arkaplanında bu var.
Yusuuuf! Yusuuuf! Yusuuuf! Ne kadar derine düştü şu Yusuf? Sesleniyorsun. Ağzından ses çıkmıyor. Civardan ses gelmiyor. Sessizliğin sızısından başka ses yok. Hem kuyunun ağzını da körletmişler. Ne yapılacak? Kalemle kazmaya başlıyorsun. İşte biraz açıldı. Kulak sığar ancak. Yusufî ilhamlar kulağına değmeye başlıyor. Oh! Evet, çok şükür, hâlâ yaşıyor. Demek Yusuf ölmemiş. Çok şükür. Demek hâlâ biraz Yusuf'um. Çok şükür. Mutlu oluyorsun.
Fakat hayat kuyuyu beklediğin gibi bekler mi seni? Tekrar yüzeye çıkıyorsun. Ne için? Işık görmek için. Nefes almak için. Karnını doyurmak için. Kaleme mürekkep gerek. Onu almak için. Kolları dinlendirmek gerek. Onu başarmak için. Bahaneler üretiyorsun. Yusuf'un kardeşleri bahaneler üretiyor.
Neden Leyla'dan vazgeçtiğini Mecnun yanlarına da anlatabilmen lazım. Bahaneler bu işe yarar. Yüzeye tekrar çıktığında, Yusuf değil, kardeşleri seninle konuşmaya başlıyor. O kadar çok kardeşi var ki Yusuf'un. Bu kesret adama kulağını unutturur. Kazmaktan kolay yaşamak. Dalmaktan kolay süzülmek. Bir gün; çadırdaki sıcak yemek, rahat döşek, güzel sohbet, seni kuyudaki sesleri duymaz hale getirecek. Bir kulakta iki ses olmuyor. Bir kalbe iki aşk sığmadığı gibi. Biliyorsun, ama Yusuf da sende, kardeşleri de...
Yazarak direniyorsun. Oruç tutarak direniyorsun. Namaz kılarak direniyorsun. Bütün bu dirençler kuyuyu unutmamak için. Kuyu varsa umut var. Kardeşleri Yusuf'u kuyuya attılar. Kardeşler kim? Yusuf kim? Kuyu kim? Yakup kim? Atan sensin, atılan sensin, düşülen sensin, özleyen sensin. Her kıssa içindeki kıssa sensin. Bir yanın kuyunun içinde. Diğerleri kuyunun dışında. Her ayet üzerinden konuşulan sensin. Kulağın sığacak kadar yer aç onlarda.
Yakub'un ağlıyor. O farkında. O diğerleri gibi değil. Vicdanın sızlıyor. Nefsin kuyu üstündeki yalancı. Yırtılmamış gömleğe sürecek kan arıyor. Fıtratın diyor ki: "Bir ses var kulağımızda eksik." Yusuuuf, Yusuuuf, sesin var unutmaya başladığımız. Yüzün var güzelliği silinen. Ayağını bastığın taşlar soğumaya başladı. Senin de bizden bir parça olduğunu unutmadan nasıl yaşayacağız?
Yusuuuf! Yusuuf! Yakub seni özlüyor. Biz de seni özlüyoruz. Fakat secde etmemiş ne çok kardeşin var. Yüzleri gözlerimizi dolduruyor. Uykuları uyanıklığımızı alıyor. Tabire yer kalmıyor Yusuf. Secdemizi unutuyoruz. Tabir edilmeyince rüyalar hakikat sanılıyor. Korkuyoruz yüzeydeki bu kalabalıktan. Kesretten korkuyoruz. Vallahi, böyle giderse, kuyuyu da unutacağız. Kalem kalacak fakat kazmayı bırakacağız. Kuyusuz da Yusuf bulunmaz ki. Peki biz Yusuf'u çıkarmazsak kim çıkarır bizi kuyularımızdan?
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Yaranın inkârı her yaradan daha büyük yaradır
'Delilleri küçümsemek' diye bir hastalığımız var arkadaşım. Acizliğimizden kaynaklanıyor. Çünkü ellerimiz pek küçük. Okyanussa çok b...
-
Allah kendisini rahmetiyle sarsın sarmalasın. Bu sıralar Esad Coşan Hocaefendi'nin (k.s.) Ramuzu'l-Ehadis derslerini takip ediyoru...
-
" Seninle gurur duyuyorum ama vicdan aynı zamanda düşmanın olabilir. Vicdanlısın, merhametlisin ve aynı zamanda sevimli ve tatlısın. O...
-
Hatırlarsanız, bir hafta kadar önce Cemil Tokpınar abiye dair bir analizimi yazmıştım. Çok derinlemesine sayılmayacak, kısacık birşey. Şim...