2 Ağustos 2014 Cumartesi

Bir Gülen Örgütü sendromu olarak: Tokpınar çelişkisi

Kıssa-yı Musa'da (a.s.), Hz. Musa'nın asâsını yere attığında yılan olması ve o hakiki yılanın, sihirbazların bütün sahte yılanlarını yutması, ayrıca manidar gelir. Üstadından ders aldığı şekilde hakikat mesleğinde kalmaya çalışan birisi olarak, bunu, Musa aleyhisselamın hakikat mesleğinin bir vechini izah eder görürüm: "Elinizdeki hakikati ortaya koyduğunuzda ehl-i cerbezenin oyunlarının kıymeti kalmaz. Yutar, bitirir hepsini. Cerbezenin ömrü hakikat karşısında kısadır." Zaten bize nakledildiği şekilde, Firavun'un büyücülerinin en çok şaşırdığı da budur: "Bir sihir başka bir sihri yutamaz!" derler. "Şüphesiz sen Allahın Resulüsün." İman ederler. Firavun, onların bu imanının cezası olarak kollarını ve bacaklarını çaprazlama kestirir. Neden çaprazlama? Bir fikrim var, ama bunun tefekkürünü başka yazıya bırakayım. Hakikat ve cerbezeden devam edelim.

Peki, ben bu sihir ve cerbeze arasındaki bağı nereden kuruyorum? 1. Üstadın Nâs sûresi tefsirinden. 2. Otuzuncu Söz'deki şu haşiyeden: "Evet, Nemrudları, Firavunları yetiştiren ve dâyelik edip emziren eski Mısır ve Babil'in, ya sihir derecesine çıkmış, veyahut hususi olduğu için etrafında sihir telâkkî edilen eski felsefeleri olduğu gibi, âliheleri eski Yunan kafasında yerleştiren ve esnâmı tevlid eden felsefe-i tabiiye bataklığıdır." Peki, cerbezenin ömrünün kısalığıyla sahte yılanların yutulması arasındaki bağ nereden? Zahirinin göstericiliği dışında şuradan: "Millet uyanmış; mugalâta ve cerbeze ile iğfal olunsa da devam etmeyecektir. Hakikat telâkki olunan hayalin ömrü kısadır. (...) Feveran eden efkâr-ı umumiye ile o aldatmalar ve mugalâtalar dağılacaktır. Ve hakikat meydana çıkacaktır, inşaallah."

Peki, bu mesele ile neden bu kadar ilgileniyorum? Onu izah edersem: Hz. Musa aleyhisselamın asâsıyla (bunun hakikat mesleğini sembolize ettiğini düşünüyorum) sınanmamış hiçbir muğalata/cerbeze/demagoji/felsefe hakikat sınıfından sayılamaz, sayılamamalı. Burhan ile kazıye arasındaki fark bu. Burhan sınanabilir ve bu sınanma sonucu inanılabilir bilgidir, yani delildir. Kazıye ise, ancak söyleyenin makbuliyetine dair bir önkabulünüz varsa sizde tesir eder. Ama ancak sizde tesir eder. Genele açık değildir burhan kadar. Bunun da izahı Emirdağ Lahikasında, şurada:

Hatta ilm-i mantıkta ‘kaziye-i makbule’ tâbir ettikleri, yani büyük zatların delilsiz sözlerini kabul etmektir; mantıkça yakîn ve kat’iyyeti ifade etmiyor, belki zann-ı galiple kanaat verir. İlm-i mantıkta; burhan-ı yakînî, hüsn-ü zanna ve makbul şahıslara bakmıyor, cerh edilmez delile bakar ki, bütün Risale-i Nur hüccetleri, bu burhan-ı yakinî kısmındandır.

Bu nedenle bir Nur talebesinin, eğer hakikaten talipse hakikate, kuşanması gereken ilk özellik, makbul bildiği şahısların bile sözlerini sınamaktır. Burhansa almak, yalnız kazıyeyse yanına bir acaba bırakıp yoluna devam etmektir. Ben de bunu yaparım. Sevdiğim insanlar sözkonusu olsa bile, yaparım. Bu yazıda da bunu yapacağım. Çünkü at izinin it izine karıştığı zor zamanlardan geçiyoruz. Fitne zamanı durmak/durulmak, bir noktada, 'hareket etmeden önce daha fazla düşünmeye' de işaret eder. Demek fitne zamanı analiz ve tefekkür, hamlenin önüne geçmelidir. Her neyse... Asıl meseleme dönersem:

Gülen Örgütü ve AK Parti arasındaki gerilim sırasında pekçok insan kendisinden beklenen veya beklenmeyen saflara yerleşti. Taraflar kutuplaştı. Öyle ki, benim gibiler, evde özabisiyle bile konuşamaz oldu. Neden? Çünkü çatışma hak/batıl düzlemine hızla taşındı. Siyasi bir mesele olarak konuşmak yerine, taraflar meseleyi iman/küfür düzlemine çektiler. Bunu önce Gülen Örgütü yaptı. Tartışmanın ilk başladığı andan itibaren, kendi hareketini dinî yörüngede konumlandırdığı için, muhatabını da dine saldırıyormuş gibi göstermeye çalıştı. Sonucu: Şimdi muhatapları da onları 'sapkınlıkla' suçluyor. Bazı noktalarda, hassaten rüyalar, bazı fıkhî meseleler ve iradesiz teslimiyet noktasında ben de Gülen Örgütü'nün sapkınlık yaptığını düşünüyorum. Bu ülkenin dindar diye adlanrılılabilecek yüzde ellisi de benimle hemfikir sanıyorum. Kamuoyu yoklamaları bunu gösteriyor.

Bir tarafta Gülen Örgütü, Haydar Baş, CHP vs. Diğer tarafta neredeyse geri kalan bütün dindarlar. Böyle bir saflaşma var şu an. Bunun ufak ufak istisnaları da var. Mesela Nurcular içinde Yeniasya, diğer Nurcuların rağmına Gülen Örgütü'ne yakın. Bazı isimler var ki, asıl ciğer yakan budur, onlar da içlerinde yetiştikleri ortamın aksine Gülen Örgütü safındalar. Kimler mi? Yakınımda oldukları için (her ne kadar altı ay önce Nesil'den ayrılmış olsam da) hemen aklıma gelen üç örnek: İhsan Atasoy, Cemil Tokpınar, Nuriye Çeleğen. (Cemal Uşşak'ı da ekleyecektim, ama onun ne derece cemaatin ne derece diğer Nurcu grupların içinde olduğunu tayin edemiyorum.) Peki, bu insanlar kötü insanlar mı? Hayır, öyle olduklarını hiç düşünmedim ve düşünmem. Hepsiyle dostluğum var(dı). Hatta Cemil Tokpınar abiyi evimde misafir ettim ve evinde misafir oldum. İyiliğini de gördüm, iyilikte de bulundum. İhsan Atasoy Hocayı ise tanıyıp da sevmemek mümkün değildir. Çünkü çok hoşsohbet, alçakgönüllü bir insandır. Nuriye abla, yine öyle biliyorum.

Ama bu Gülen Örgütü-AK Parti gerilimi öyle bir bıçak gibi saplandı ki, ortamıza, tamamen karşı saflardayız şimdi. Örneğin; İhsan Atasoy birkaç yıl önce Erdoğan'la aynı okuldan mezun olmakla iftihar eden (iki sınıf gerisindeymiş galiba) ve onu öven birisiydi. (Bizzat bize anlatırdı bunu.) Fakat bugünlerde hiç öyle düşünmüyor diye duyuyorum. Yine Cemil Tokpınar abi, Erdoğan hakkında pekçok kereler sitayişlerini işittiğim bir isim, şimdi tamamen başka bir noktada. Bir tek Nuriye ablanın evvelden ne düşündüğünü bilmem. Ama onun da bugün Gülen Örgütü yanında olduğu kesin. Benim Erdoğan'ın yanında olduğumun kesinliği kadar kesin hem de. Benimse yazdıklarım ortada. (Herhalde bir darbe daha deneseler ve yapabilseler, beni asarlar.)

Fakat ben, bugün, bütün uzatılmış girizgâhın üzerine, Cemil Tokpınar abinin söylediği (çünkü kendisi de kişisel hesabında, kendisinin böyle söylediğini söyleyen birisini rt'lemiş, bu herhalde onay demektir) bir sözü analiz etmek istiyorum. Bakalım kazıye-i makbulemiz ne kadar burhan-ı yakini'ye yakın, bir görelim istiyorum. Cümle şu: "Ömrü hizmetle geçen Hocaefendi'ye 'hain' diyebilmek için ya din düşmanı ya ahmak ya dünyaperest ya kıskanç ya da aldanmış olmak gerekir." Sanıyorum bu saldırı cümlesiyle kastettiği öncelikle Erdoğan. Sonrasında Gülen'i böyle gören herkese yapılıyor bu taşlama. Gerekçesi ne? Çünkü Gülen 'ömrü hizmetle geçen' birisi. Ama durun! Peki ya Erdoğan?

Kendisini tanıyanlar da bilirler ki; Cemil Tokpınar abi, şu son gerilim olana kadar Erdoğan'ı yere göğe sığdıramayan, dualayan, destekleyen birisiydi. Her Gülen Örgütü mensubu gibi. Bu demektir ki; Cemil Tokpınar, Erdoğan'ın da 'ömrü hizmetle geçen' birisi olduğunu düşünüyor. Bu, kendisine sorulsa, inadı elinden tutmazsa, herhalde aksini söylemez. Çünkü ilk dönemler cemaat ile partinin barışması için dua da ediyordu. O zaman da şöyle bir sorun karşımıza çıkıyor: Bir dönem vatana hizmet edene hain demek bir din düşmanlığı, dünyaperestlik, aldanmışlık vs. ise, Gülen neden Türkiye'ye ve İslam'a hizmetleri gayet ortada/reddedilmez olan bir siyasetçiye 'hain' dedi/diyebildi? Ve ikinci soru: Onun Erdoğan'a hain demesi, Cemil Tokpınar abinin yaptığı tesbite (eğer bu tesbit Gülencil değilse) onu da dahil eder mi? Yani şunu diyebilir miyiz: "Ömrü hizmetle geçen 'Erdoğan'a 'hain' diyebilmek için ya din düşmanı ya ahmak ya dünyaperest ya kıskanç ya da aldanmış olmak gerekir." Bunu da yazabilir miydi Cemil Tokpınar?

Gülen bunu ne zaman mı dedi? Dostlarım, nete düşen ve Gülen Örgütü tarafından da gerçekliği reddedilmeyen bir ses kaydında Melih Gökçek'in Erdoğan'la ilgili yapılan bir belgesele Gülen'den de birkaç sözle katkıda bulunmasını istediği (ki gerilimden çok önce yapılan bir telefon görüşmesi bu) fakat Gülen'in kendisini arayan şahsa önce "O kadar hainlik etti ki, hâlâ da ediyor!" dediği malum. (Sonra yola geliyor, ok veriyor. Ses kaydının devamında bu da var.) Nette bir aratmayla kolayca bulunabilir birşey bu. Zaten dinleyenler anımsamışlardır.

Neyse... O halde biz şunu diyebiliyoruz: Gülen'e hain diyen ya din düşmanıdır ya bla bla. Ama Erdoğan'a hain diyen böyle bir kapsama girmez. Yahut girer mi? Girerse bu bir paradox mu? Sanıyorum Gülenistlerin ilk cevap vermesi gereken çelişki bu: Kendileri her haltı yiyorlar da kendilerine hiçbir şey yapılamıyor, Gayretullaha dokunuyor. Hemen dini bir kalkan gibi giyiyorlar üstlerine. Fakat ne zamana kadar? Ne zamana kadar akkaşık olabileceksiniz? Şu an mızrak o kadar keskin ki, neyi kendinize kalkan etseniz delip geçecek bir gücü var. Devletin başında olduğu için mi? Hayır, öncelikle haklı olduğu için. Zaten bu yüzden kaybediyorsunuz: Haksızsınız.

1 yorum:

  1. Merhaba kıymetli kardeşim. cepheni çok iyi belirlemişsin. savunmanı alalbildiğine kıvrak ve çetin yapıyorsun. fakat binlerce, milyonlarca insan farklı tarz ve derecelerde oradan, buradan, şuradan gerçeğin ne olduğuna ulaşmaya çalışıyor. herkes senin gibi keskin akıllı değil. dua ile doğruyu ve hak olanı görmek için geceleri yalvarıyor, dualar ediyor. Bence sende bildiklerine hatta gördüklerine o kadar güvenme. en küçük hakkın hürmetini koru. düşmanın elinde olsa da koru. zira öyle bir devre düştük ki insan kendinden şüphe edtse yeridir...Hepimiz Allaha emanetiz...

    YanıtlaSil

Yaranın inkârı her yaradan daha büyük yaradır

'Delilleri küçümsemek' diye bir hastalığımız var arkadaşım. Acizliğimizden kaynaklanıyor. Çünkü ellerimiz pek küçük. Okyanussa çok b...