23 Ekim 2015 Cuma

Şahin Doğan nereye koşuyor?

Ebubekir Sifil Hoca, Yaşar Nuri Öztürk'ün recm hakkındaki iddialarına cevap sadedinde yazdığı bir makalede diyor ki: "Şahitlerden mesela birisinin infazdan önce ifadesini değiştirmesi ve zina fiilini yukarıda zikrettiğimiz tarzda görmediğini söylemesi halinde, diğer şahitlere hadd-i kazf uygulanır." Yine başka bir yazısında da, Hz. Ömer döneminde yaşanan bir hadisede, bizzat Hz. Ömer'in, şahitlerden birisinin şahitlikten vazgeçmesi üzerinde diğer üç şahide bu cezayı uyguladığını naklediyor. Ve diyor ki: "Görüldüğü gibi recm cezası, isbat edilmesi oldukça zor şartlara bağlanmış bir hadd'dir ve bu haliyle adeta caydırma maksadıyla konmuş bir ceza görümü arzetmektedir. Tıpkı diğer hadd cezalarında olduğu gibi, recm cezasının sübutu için öngörülen şartların tahakkuku çok zor olduğundan, tarih boyunca ender uygulandığını görüyoruz."

Bediüzzaman Hazretleri de, Barla Lahikası'nda, ilgili ayeti (Nur sûresi, 16) tefsir sadedinde diyor ki: "Gözüyle görmüş dört şahidi gösteremeyen, merdûdü'ş-şehadettir; ebedî şehadetlerini kabul etmeyiniz. Çünkü yalancıdırlar. Acaba böyle kazfe cesaret eden hangi adam var ki, gözüyle görmüş dört şahidi gösterebilir? Kur'ân-ı Hakîm bu şartı koşturmakla, 'Böyle şeylerde şakk-ı şefe etmeyiniz, bu kapıyı kapayınız' demektir."

Şakk-ı şefenin manasını bilmeyenler için nakledeyim: 'Ağzını açıp konuşma' demek. Bu bahsin devamında da diyor ki mürşidim: "(...) öyleleri münafık gibi ehl-i imanın hayat-ı içtimâiyelerini böyle işâalarla ifsad ediyorlar, ifade ediyor. Ve bilhassa böyle gıybet ehl-i namus ve ehl-i haysiyet hakkında olsa ve bilhassa ehl-i ilim hakkında olsa ve bilhassa akıldan hariç bir tarzda olsa... Meselâ, namuslu bir zât, kendi gayet yakışıklı, bir cihetle mükemmel ve ailesine kemâl-i itimadı olduğu halde, hiçbir cihetle ona mukabilgelemeyen ve onun hizmetkârı hükmünde ve ona nispeten çirkince bir insan ve dünyada onların içtimâını hiçbir fıtrat ve vicdan kabul etmediği bir surette, obiçare ailesini o suretle gıybet etmek, bu nevi gıybetin en şenîidir."

Zina bahsi üzerinden yaptığımız bu okuma, İslam'ın, insanların ahlaklarına dair kötü izlenim bırakacak meselelerde nasıl müdakkik olduğunu (ve bizim de olmamız gerektiğini) gösteriyor. Bırakın zina gibi ağır bir günaha dair meseleyi, birbirimizi eleştirirken/uyarırken bile iyiye tevil etmek, kötüye tevil etmekten daha olumlanan birşey. "Meğer, bütün bütün zâhir-i şeriate muhalif ve hatâsı zahir bir içtihadla hareket edilmiş ola." Böylesi durumlarda elbette şeriatın savunması yapılmalıdır. Ki ehl-i sünnet geleneği de bu tarz durumlarda yazılan metinlerden oluşan 'reddiye' geleneğiyle meselenin hakkını vermiştir.

Hucurat sûresi bile bizi zannın çoğundan sakındırmakta değil midir? O halde mümine yakışan zannından ziyade delille hareket etmek ve sözünü de aynı şekilde delille beyan etmektir. Eğer bir zannı varsa ve fakat buna dair elinde delili yoksa, ehl-i insafa düşen 'Ya ne olursa olsun yine de yazayım. Tutmazsa, özür dilerim!' demek olmamalıdır. Hele ki kalemle hukuku bulunanlarda bunun hassasiyetini daha fazla aramak hakkımızdır.

Şahin Doğan'ın geçtiğimiz günlerde Risalehaber'de yayınlanan, fakat daha sonra kaldırılan yazısında benim tam olarak gördüğüm sorun da bu idi. Yazıdan yayınlandığı günün akşamı haberim oldu ancak. O da benden daha önce farkeden Metin Karabaşoğlu abinin Şahin Doğan'a yazdığı bir mailde ekli oluşumla. Merak ederek yazıyı okudum. Senai Demirci abi ve benimle birlikte Metin Karabaşoğlu abinin de 'İslamoğlulaşma Temayülü' başlığı altında eleştirildiğimizi gördüm. Yazıda ismimi görmekle rahatsızlık hissetmediğimi hemen peşinen söyleyeyim. Çünkü benim meşrebim biraz böyle atışmaları sever bir meşrep. Ki, bu blogdaki yazılarımı takip edenler bunu bilirler.

Fakat Metin Karabaşoğlu abinin, hem de büsbütün haksız bir şekilde, İslamoğlulaşmakla itham edilmesi canımı yaktı. Neden yaktı? Çünkü yazının gidişatı (keşke Risalehaber o yazıyı tekrar yayınlasa) elinde en çok malzeme olandan en az malzeme olana doğru uzanır şekildeydi. Senai Demirci abinin herkesin malumu olan (zaten kendisinin de saklamak veya tevbe etmek ihtiyacı duymadığı) hatalarından yola çıkılmış, sonra benim tevbekâr olduğum bir yazımdan 'çok seçici' bir alıntı yapılmış, oradan da elinde hiçbir delil bulunmadığı halde Şahin Doğan'ın muhteşem sezgisiyle Metin Karabaşoğlu'na kadar uzanılmıştı.

Yazıyı okur okumaz aklıma ne geldi, açıkça söyleyeyim: (Bunu Şahin Doğan'ın kendisine de yazdım.) Yazının, Metin Karabaşoğlu abiye vurmak için yazıldığını, ancak buna malzeme bulunamadığı için onunla yakınlığı bulunan Senai abi gibi, ben gibi isimlerin kusuratının ona malzeme yapıldığını düşündüm. Yıllardır yazı işleriyle meşgulüm. Bu noktada yanlış bir okuma yapmadığımı düşünüyorum.

Yazıyı okumamın ardından Şahin Doğan'a yazdığım mailde 'hakkımda yazdıklarıyla sorunum olmadığını, bu konuya zaten (istiğfar sadedinde) yeni yazılarımda değindiğimi' belirttim. Ancak Metin Karabaşoğlu abi hakkında yazılanlar iftiraydı. Bunu bizzat bana o dönemde İslamoğlu hakkında yaptığı uyarılardan biliyordum. Kendisine bunu da arzettim. Buna cevaben, sanıyorum yazısının kaldırılmasına (böyle bir teşebbüsüm olmadığı halde) bir tepki olarak 'eleştiriye tahammül edememe' ithamıyla cevap verdi. Ben de kendisine yazdığının 'eleştiri' sayılamayacağını, çünkü elinde delil namına birşey bulunmadığını, eğer varsa, hak namına bu delillerle bizi buluşturması gerektiğini söyledim. Aradan bir gün daha geçti. Kendisi Metin Karabaşoğlu abiden özür dilemiş diye duydum. İnşaallah öyledir. Çünkü burada helallik alması, ahirette iftira ile yargılanmasından iyidir. Fakat bu durum Şahin Doğan'ın çelişkilerini görmezden gelmemizi sağlamıyor. Birkaç gündür farklı yerlerden sorular geldiği için ben de burada birkaç noktanın altını çizmeyi gerekli gördüm:

1) Şahin Doğan, mezkûr yazısında Metin Karabaşoğlu abide bir İslamoğlulaşma temayülü sezdiğini/hissettiğini söylüyor. Bunu da yazılarından anlamış. Ben, yıllardır Metin Karabaşoğlu abinin kitaplarını okuyan birisiyim. Kendisiyle birkaç yıl beraber de çalıştım. Hâlâ da sık sık görüşüyoruz. Okumadığım kitabı yok sanırım. Metin abinin vakti yoktur, uğraşamaz belki. Ben Şahin Doğan'ı bu 'sezgisinin' beslendiği yazıları ve İslamoğlu'nun düşüncelerine nerelerinin benzediğini isbat etmeye davet ediyorum. Yazıyı ortaya yazıp, özürü gizli dilemek olmuyor. Metin abiyi eleştirirken yüzüne eleştirmediğin için, özrünü de kapalı kapılar arkasında dilemen bence adalet değil. Seni, ya erkek gibi o iddianın arkasında durup nasıl cevval bir isbatçı olduğunu göstermeye veyahut da yediğin haltı yine bir köşeyazısıyla itiraf edip efkâr-ı umumiden özür dilemeye davet ediyorum. Sen delillerini yaz; Metin abinin senle uğraşmasına gerek yok, ben sana cevap yazarım.

2) Yine Şahin Doğan'a yazımdan yaptığı alıntı hakkında biraz takılmak istiyorum. Acaba Şahin Doğan yazının tamamına neden bir gönderme yapmadı? Yani o yazı hem Risalehaber'de, hem de benim şahsî blogumda hâlâ duran bir yazıdır. Neden o yazıya okurunu yönlendirmedi de kendisinin seçtiği bir kısmıyla insanları muhatap etti. Hani onunkisi gibi sezgi kabilinden olacak ama, açık sorayım: Acaba yazının tamamı kendisine istediği malzemeyi vermediğinden olabilir mi?[1] Yani mesela orada 'İslamoğlu'nun her görüşüne katılmadığımı söylemem' kendisine hoş görünmemiş ve yazının amacına uygun düşmemiş olabilir mi? Meseleyi biraz daha açayım: O yazının yazılış sebebi 'İslamoğlu itikatta çok doğru bir adam, Risale-i Nur'da veya ehl-i sünnet çizgisinde hatalar var! Bediüzzaman'ı terk edip onu takip etmeliyiz!' falan demek için değildi. 'İslamoğlu'nun tefsir derslerinin üslûbu ve içeriği iyi çalışılmışa benziyor, biz de keşke Risale-i Nur derslerine böyle çalışsak...' demek için yazılmıştı.

Ha, bugünden bakınca itikadî hataları gözüme daha büyük görünmüyor mu? Evet. Ama o günlerde ben tehlikeyi farketmemiştim. Eğer birileri bu yazımdan ötürü İslamoğlu'nu sevmişse, Allah'tan bu günahımın affını dilerim. Cahildim. Şükrolsun ki ayıldım, öğrendim. İslamoğlu'na ve modernist (ehl-i bid'a) taifesine (iş dışındaki zamamının büyük bir kısmını buna sarfedecek kadar) ciddi bir şekilde eleştiri üretiyorum artık. Konuya dair okuduğum kitap otuzu geçti. Yazdığım yazılar kırkın üstünde. Hassaten Ebubekir Sifil Hoca'yı ve eserlerini bu vesileyle tanıdım ki, ömrümün sonuna kadar hamdedeceğim birşey gibi geliyor. Elhamdülillah.

3) Şahin Doğan'ı ayrıca yazısında hakikat dalgıcı gibi değil mürekkeb balığı gibi davranmakla itham ediyorum. Ne demek bu? Şöyle: Şahin Doğan, ima ettiği şeylerin sonunun ne olacağını okurunun hayalgücüne bırakarak 'az şey söylemekle çok kafa karıştırmayı' deniyor. Mesela Senai Demirci ile beraber Ahmet Ay'ı ve sonra da Metin Karabaşoğlu'nu anmakla onu buna, bunu şuna karıştırıyor. Bir cerbeze bu. Çünkü, az evvel de belirttiğim gibi, meselenin Metin abiye bakan tarafı kupkuru iftira iken, bana dönük tarafı ile Senai abiye bakan tarafı da aynı değil. Fakat Şahin Doğan tek başlıkta üçümüzü bir tesbih ipine dizer gibi dizmeyi başarıyor.

Örneğin: Ahmet Ay'ın 2009'dan beri Risalehaber'de her hafta bir yazısı (aşağı-yukarı) yayınlanmaktadır. Bütün yazılarda Risalehaber arşivinde bulunmaktadır. Ben Şahin Doğan'ı şimdi o yazılarıma bakarak benim ehl-i sünnet itikadından saptığım yerleri tayine davet ediyorum. İslamoğlulaşmak gibi ucu açık bir ithamda bulunan aslan parçasından ne noktalarda (Allah korusun) ehl-i sünnet itikadından saptığımızı da öğrenmek lazım. Çünkü, Allah biliyor ya, İslamoğlu'nun itikadî anlamda hiçbir etkisi olmadı bende. Hatta Nesil Yayınları'nda Cuma sabahı derslerinin yeni başlatıldığı bir dönemde Mehmet Paksu ve Cemil Tokpınar'ın dersi yapan olarak hazır bulunduğu kalabalık bir cemaatin içinde, "Bu adam salavatlara dair böyle böyle şeyler söylüyor. Buna bir cevap vermek lazım!" deyip ortalığı karıştıran bendim. Hatta Haluk İmamoğlu abi de, o gün beni odasına çağırıp yaptığı uyarıdan dolayı, hadiseyi hatırlar. Daha İslamoğlu'nun tefsir derslerinin devam ettiği bir zamandı. Ben o zaman da İslamoğlu ile aynı fikirde değildim.

4) Şahin Doğan, bir önceki maddede söylediklerimin yanlış olduğunu ve benim İslamoğlu'ndan sadece üslûbundaki başarı hakkında değil itikat anlamında da etkilendiğimi düşünüyorsa, ben gizli-saklı bir adam değilim, yazdıklarım da meydandadır. Yazılarıma baksın ve benim ehl-i sünnetten saptığım yerleri bulsun. Kendisini; Senai abiyi, beni ve Metin abiyi bir potada erittiği, neye hizmet ettiği belirsiz yazısından daha net bir metin üretmeye davet ediyorum. Üçümüz de Senai abi gibi mi etkilendik? Yoksa üçümüz de Metin abinin mi durumundayız? Şapı tuza, tuzu şekere karıştırınca ortaya çıkan şeye sizin orada karbonat mı diyorlar?

5) Şimdi, bizi İslamoğlulaşma temayülü ile avlayan Şahin Doğan'a kendisinin üslûbunca bir yazı yazsam, yazının başlığı da olsa ki: Gülen'leşme temayülü... Sonra Şahin Doğan'ın geçmişte Fethullah Gülen'e duyduğu muhabbetten, hakkındaki yazılarından/sözlerinden pasajlar koysam, hatta onun Metin abiye yaptığı gibi, hiçbir şey koymasam da sadece desem: Şahin Doğan'ın da Fethullahçı olduğunu seziyorum. Acaba Şahin Doğan nasıl anlar beni? Üstelik bu noktada konumu onun Metin abiyle İslamoğlu'nun konumu gibi değildir. En fazla benimle İslamoğlu'nun konumu gibi olabilir. Çünkü, herhalde kendisi de reddetmez, bir zaman önceye kadar Fethullah Gülen'e muhabbet duyduğu doğrudur. Bu konuda bir özeleştiri yapmış mıdır? Ben böyle bir metnini görmedim. Yine benim İslamoğlu konusunda özeleştiri yaptığım yazılarım var. Senin neyin var ha Şahin Doğan?

6) Şahin Doğan'a dair yazdığım twitter/facebook mesajlarında da bahsettim: Kendisini şahsen tanımıyorum. Fakat beni boğduğu maillerden dolayı bir tanışıklığımız var. Her yayınlanan (sadece Risalehaber'de değil, her yerde) yazısını bana yolladığı gibi, sonradan tekrar mail atıp 'okuyup okumadığımı' bile sınıyordu. Bir dönem Karakalem'de de yazmak istemiş, ancak Metin abiden olumlu cevap alamadığını söylemişti. Benden de aracılık istedi. Fakat benim böyle bir yetkim olmadığı için Karakalem'de, birşey yapmadım. Hatta bunu şimdi, bunca şeyi tartıştıktan sonra, hatırlamak ister mi bilmiyorum ama, bir ara 'Risalehaber'i sırf yazılarımı okumak için açtığını' bile söylemişti. Tabii insan şaşırıyor. Böyle bir ifrat muhabbetten böyle bir ifrat yazıya... "Ne değişti Şahin Doğan?" diye sorası geliyor insanın. Seni kızdıracak ne yaptık ki bizi birden İslamoğlulaştırdın?

7) Şimdi size Şahin Doğan'la durumumuzu anlatan ilginç bir örnek vereceğim: Ebubekir Sifil Hoca'yı tanıyanlar onun Abdulaziz Bayındır'la ve sapkın fikirleriyle nasıl bir mücadele verdiğini bilirler. Hatta youtube'da aratılsa kolaylıkla bulunacak münazaraları bile var. Makaleleri ise sıra sıra... Fakat yine Ebubekir Sifil Hoca, Bayındır'ın doçent olduğu dönemlerde Abdulaziz Bayındır'dan alıntı yapıyor. Neden yapıyor? Çünkü makalesiyle ilgili bir meselede onun naklettiği bilgi önemli. Şimdi, bir zamanlar Abdulaziz Bayındır'dan alıntı yaptı diye Ebubekir Sifil Hoca'da (hâşâ) Bayındırlaşma temayülü görülmüş olabilir mi? Şahin Doğan'ınki de aynı o hesap. Bin tane yazımdan bir tane paragraf tırnaklamakla ve o yazının da bütününü nazara vermemekle beni, benim üzerimden de Metin abiyi pek kolay mahkum ediyor.

Yazı uzadı. Toparlayayım. Başta ben bu zina bahsini neden alıntıladım? Belki Şahin Doğan bundan bir ders çıkarır diye alıntıladım. Eğer birşey hakkında elin yeterince dolu değilse, üzerine gelinince hemen geri basacaksan, o konu hakkında yazma. Yazıyorsan da arkasında dur, delillerini ortaya koy, tefekkür dairenin yarıçapını görmüş olalım. Böyle sezgiyle, söylentiyle, benceyle, bana öyle geliyorla analiz olmaz. Sen bu yaşa kadar öğrenmediysen, senden yaşça küçük bir kardeşinim, bu yazı vesilesiyle ben sana öğretmiş olayım. Şahidin yoksa şakk-ı şefe etmeyeceksin. Sonra hadd-i kazfa maruz kalırsın. Şöhret olmak zor değil. Ama Bediüzzaman'ın da verdiği bir örnektir, bilirsin, camiye pislemekle şöhret olmayı aramamak lazım. Öyle kazanılacak şöhret belki tatmin getirir ama fayda getirmez. Şu metni de tekrar Metin abi, İslamoğlu ve kendi ekseninde okursan sevinirim. Kimi kime yakıştırdığını belki farkedersin:

"Ve bilhassa böyle gıybet ehl-i namus ve ehl-i haysiyet hakkında olsa ve bilhassa ehl-i ilim hakkında olsa ve bilhassa akıldan hariç bir tarzda olsa... Meselâ, namuslu bir zât, kendi gayet yakışıklı, bir cihetle mükemmel ve ailesine kemâl-i itimadı olduğu halde, hiçbir cihetle ona mukabilgelemeyen ve onun hizmetkârı hükmünde ve ona nispeten çirkince bir insan ve dünyada onların içtimâını hiçbir fıtrat ve vicdan kabul etmediği bir surette, o biçare ailesini o suretle gıybet etmek, bu nevi gıybetin en şenîidir."




[1] http://cemaatsiznurcu.blogspot.com.tr/2012/02/nur-talebeleri-mustafa-islamoglundan.html

1 yorum:

  1. değerli abim! şahin doğan'ın yazısını okudum.yaptığınız eleştiri çok abartılı bulduğumu söylemem gerek,yazısını da kendisini de aynı temayül de olduğunu söylüyor, bu eleştiri bu kadar güçlü kaleme yakışmadı.Ayrıca Ahiret bırakacak kadarda ciddi mesele değil,vesselam.

    YanıtlaSil

Yaranın inkârı her yaradan daha büyük yaradır

'Delilleri küçümsemek' diye bir hastalığımız var arkadaşım. Acizliğimizden kaynaklanıyor. Çünkü ellerimiz pek küçük. Okyanussa çok b...