"Celal burada, tasavvuf hikayeleriyle gönlünü aldığı dindar okuyucularını yeniden öfkelendiren, laik ve cumhuriyetçi okuyucularını ise keyiflendiren şu sonuca ulaşıyordu: 'Şems'i öldürten ve kuyuya atılmasını isteyen tabii ki Mevlana'nın kendisidir.' Celal savını Beyoğlu ve adliye muhabirliği yaptığı bindokuzyüzellilerde yakından tanıdığı Türk polis ve savcısının sık kullandığı bir yöntemle kanıtlamıştı. Sevgilinin öldürülmesiyle bundan en çok yarar sağlayan kimsenin Mevlana olduğunu, bu sayede sıradan bir hoca olmaktan en büyük tasavvuf şairi mertebesine çıktığını, suçlamaya alışmış bir kasaba savcısı üslûbuyla hatırlattıktan sonra, o zaman bu cinayeti herkesten çok onun işlemiş olacağını belirtiyordu."
15 Temmuz'un ardından üretilen 'tiyatro' argümanı bana her nedense Pamuk'un Kara Kitap'ında geçen bu satırları hatırlatıyor. Erdoğan'ın bu darbeye maruz kalmadığı, bilakis, aslında kendisinin kendisine böyle bir darbe yaptırdığı/tezgahlattığı söylemi 'akıllara zarar' haliyle yeterince tahlil edilmedi. Çünkü o gün darbeye karşı direnenler 15 Temmuz gibi birşeye 'oyun' demenin beyaza siyah demek gibi mantıksız olduğunun farkındaydı. Cevap vermeyişleri cevapsızlıktan değil kale almamaktandı. Ancak bu makul sessizliğimizin de muhataplarımızca hayra tevil edilmediğini görerek konu hakkında kalem oynatmaya karar verdim. Kalbinde, Erdoğan kininden başka, birazcık da hakperestlik ve mertlik bulunan birilerine dokunursa, belki fikirleri değiştirebilir umudundayım. İnsan, güneşin batıdan doğuşuna şahit olsa da, kıyametin kopacağına inanmak istemeyen bir varlık. Yazımı ziyade bulan fıtratımın bu yanına yüklensin.
Yani düşünün ki: 240'tan fazla şehidi 2000 aşkın yaralısı olan bir girişim. Meclis bombalanmış. Polis Okulu bombalanmış. Cumhurbaşkanlığı Külliyesi bombalanmış. Polis ve asker, asker ve asker, asker ve sivil, Türkiye'nin pekçok noktasında çatışmaya girmişler. Tanklar insanları ezmiş. Helikopterler halka ateş açmış. F-16'lar alçak uçuşları ve bombalamalarıyla insanlara dehşet saçmışlar. Değil sadece darbeye karşı direnenlerden, darbeye teşebbüs edenler içinden de ölümler olmuş. Birkaçının leşi yere serilmiş. Birçoğu yaralanmış. Yine birçoğu tutuklanmış. Tutuklanamayanlar firarî. Aranıyorlar. İçlerinde general dahi var bu leşlerin. Olayın bu yanında "Ateş eder gibi yaptı, ama etmedi. Vuracak gibi yaptı, ama vurmadı. Bomba atacak gibi yaptı, ama atmadı!" denecek birşey yok. 'Eder gibi' yapılan herşeyden 'gibi'si başarıyla çıkarılmış. Edilmiş.
İnsan gerçekten hayret ediyor: Şu oyun denen şey sizin dünyanızda nasıl birşey acaba? Yaşamın kendisini bizzat bir oyun olarak görüyorsanız, buna birşey diyemem, fakat en azından bir 'an'ını gerçek buluyorsanız, 15 Temmuz'u dibine kadar gerçek olduğuna inanmak zorundasınız. Çünkü o gece akan kanlar, düşen bombalar, duyulan korkular, atılan çığlıklar, sıkılan mermiler, edilen telaşlar, sallanan bayraklar, akan terler, ezen tanklar, ezilen insanlar, vuran askerler, vurulan insanlar, kalplerden çıkmayan cesaretler, tekbirler, tekbirler, tekbirler... Hepsi ama hepsi gerçekti. Akıttık, korktuk, duyduk, bağırdık, sakındık, vurulduk, salladık ve cesaret ettik... Hepsini ve daha fazlasını yaptık. Hainler de hepsini ve daha fazlasını yaptılar hainliklerinin. Yaşadık ve şahit olduk.
Peki, bu 'tiyatro' söylemi nereden besleniyor o vakit? Olacak gibi yapıp olmayan birşey yok. Herkes 'olacak gibi' yaptığı herşeyin 'gibi'sini kaldırdı. Sahiciliğine bizi inandırdı. Ha, pardon, birtek şey var başarılı olmayan: Darbenin kendisi başarılı olmadı sadece...
İşte, bence bütün cerbeze de başarılı olmayan bu tek şeyden besleniyor. 'Olacak gibi' başlayıp olmayan tek şey darbe. Bu demektir ki: Darbenin başarısızlığıdır yaşananların oyun olduğunun delili. Yaşananlar yine aynıyla yaşansa, ama darbe başarılı olsa, bu sefer oyun olmayacaktı. Peki, bu mantık genel-geçer bir şekilde hep işleyecekse, bu kadar sorgulanmazsa yani, başarısız olan her girişim için de kullanılabilir mi? Mesela: Sizi gasbetmek için yolunuzu kesti bir hırsız veya evinize/mahreminize girdi. Şükür ki, başarılı olamadı. Karakola gittiğinizde 'oyun' denmesine müsaade eder misiniz? Veyahut size ateş eden bir hasmınız kurşunu kalbinize değil de omzunuza denk getirdi, ölmediniz, "Beni öldürmek istedi!" diye mahkemeye başvurduğunuzda, "Oyundur!" denmesinden razı olur musunuz? O zaman da bu savı leziz bulur musunuz?
Bir de şu söylem var: "Sonuçlardan en çok faydalanan Erdoğan'sa elbette bunu Erdoğan yapmıştır." Doğrusu insan bazen duyduklarına neresiyle şaşıracağını şaşırıyor. Öyle ya! Böyle bir mantıkla şunu da iddia edebilmek mümkün: Diyelim ki; bir besteci, en güzel şarkılarını, çok sevdiği eşinin cinayete kurban gitmesinden sonra yazmış olsun. Sırf o şarkılara bakarak; "En güzel bestelerini eşinin ölümünden sonra yaptı. Bu ölümün en çok faydası ona dokundu. O halde eşini de o öldürmüştür..." demek doğru olur mu?
Olanların elbette sonuçları vardır. Ve bu sonuçları kötüye değil iyiye yönlendirmek hepimizin fıtratında/yaratılışında olan bir özelliktir. Ancak acının sahiciliği olmadan bestenin sahiciliği nasıl mümkün olur? Kendisine darbe yaptıracak kadar zaten orduya hâkim ise Erdoğan, darbeyi niye yaptırır? Kendisi yaptırıyorsa neden engeller? Depremde evi yıkılan birinin yeni evinin eskisinden iyi olmasıyla "Depremden sonra evi eskisinden de güzel oldu. O halde depremi de bu yapmıştır!" suçlamasına maruz kalması gibi mantıksız olmaz mı 15 Temmuz'a sonuçlarından sebep tayini yapmak?
Kaldı ki: Darbe teşebbüsü sonrası bu hainlerden ölenler de oldu. Firarîler hariç büyük bir kısmı şu an hapiste. Yeniden yasalaşırsa 'idam ile' yasalaşmazsa 'en azından ömür boyu hapisle' yargılanacaklar. Hepsi kıyamete kadar bu topraklarda 'hain' olarak anılacaklar. Çolukları çocukları yüzlerine bakamayacak. Aileleri utançla yaşayacak. Eskiden sahip oldukları itibarlı görevlerinden de atıldılar. Erdoğan bütün bunların karşılığında ne vermiş olmalı ki, bunların bir tanesi bile "Yaşananlar oyundu! Aslında bize bütün bunları yapmamızı Erdoğan söyledi!" diyemiyor? Böyle saçmalık olur mu? Kafatasında ekmeğe sürecek kadar akıl kalanlara sesleniyorum.
Rousseau, Yalnız Gezerin Hayalleri'nde der ki: "Uğradığımız tüm felaketlerde etkisinden çok niyete bakarız... Çatıdan düşen bir kiremit bizi daha fazla yaralayabilir, ama kötü bir el tarafından kasten fırlatılan taş kadar derinden incitemez. Taş bazen ıskalayabilir, ama niyet her zaman hedefine ulaşır." Olan budur: 15 Temmuz'da taş ıskaladı kardeşlerim, ancak biz niyetin hedefine ulaştığından eminiz. Kimse taşın ıskalaması üzerinden niyet cerbezesi yapmasın. Bizi inandıramaz. İnandıramayacağını da yine mürşidimin bir cümlesiyle ifade edeyim: "Millet uyanmış; mugalâta ve cerbeze ile iğfal olunsa da devam etmeyecektir. Hakikat telâkki olunan hayalin ömrü kısadır. (...) Feveran eden efkâr-ı umumiye ile o aldatmalar ve mugalâtalar dağılacaktır. Ve hakikat meydana çıkacaktır, inşaallah."
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Yaranın inkârı her yaradan daha büyük yaradır
'Delilleri küçümsemek' diye bir hastalığımız var arkadaşım. Acizliğimizden kaynaklanıyor. Çünkü ellerimiz pek küçük. Okyanussa çok b...
-
Allah kendisini rahmetiyle sarsın sarmalasın. Bu sıralar Esad Coşan Hocaefendi'nin (k.s.) Ramuzu'l-Ehadis derslerini takip ediyoru...
-
" Seninle gurur duyuyorum ama vicdan aynı zamanda düşmanın olabilir. Vicdanlısın, merhametlisin ve aynı zamanda sevimli ve tatlısın. O...
-
Hatırlarsanız, bir hafta kadar önce Cemil Tokpınar abiye dair bir analizimi yazmıştım. Çok derinlemesine sayılmayacak, kısacık birşey. Şim...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder