Dünya giderek küçülüyor. Kütlesinde bir değişim olmuyor belki. Fakat iletişim/ulaşım imkânlarının gelişmesiyle uzaklıklar yakınlaşıyor. Gitmeler-gelmeler, söylemeler-duymalar, etkilemeler-etkilenmeler artıyor. Gördünüz işte. Şili'de başlayan birşey birkaç günde koskoca mesafeleri aşıp Türkiye'nin meclisine kadar geldi. Ahirzamanla ilgili hadisleri tefsir edenler 'deccalin kırk günde dünyayı dolaşması' veya 'öldüğünde bir şeytanın bunu dünyaya işittirmesi' gibi rivayetleri de bu eşikten analiz ederler. Yani, Efendimiz aleyhissalatuvesselam, gayb-aşina gözüyle bize ahirzamanda ulaşılacak iletişim/ulaşım imkanlarını sezdirmiştir. Elbette edeb-i peygamberîye yakışır bir tesettürle. Dikkatli nazarların aşabileceği bir billurlukla. Bunlar da mucizesidir. Yani, haberi hakikat-i nübüvvetinin bir delili, örtmesi sırr-ı imtihanın bir gereğidir.
Tabii, ıskalamayalım, böylesi imkanların bedelleri de oluyor. Nasıl bedeller? Bu konuda fehmimize yardımcı olacak bir hadis-i şerif var. Aleyhissalatuvesselam bir mecliste ashabına buyuruyor: "Sizler karış karış, arşın arşın öncekilerin yolunu izleyeceksiniz. (Onların yaşayışlarını ölçü edineceksiniz.) Hatta küçük bir kertenkele deliğine girecek olsalar siz de onları takib edeceksiniz. Sorduk: Ya Rasulallah! (İzlerini takib edeceğimiz bu topluluklar) Yahudiler ve hristiyanlar mı olacak? Buyurdu: Ya başka kimler olacaktı?" (Buhari, Enbiya 50; Müslim, İlm 6)
Her imkanın bir imtihanı var. Ahirzamanda gelişen iletişim/ulaşım imkanlarının da bedeli toplumlar arasındaki etkileşimi arttırması. Evvelemirde bunun sadece hasenatı gözümüze görünüyor. Fakat, kaçırmayalım, seyyiatı da var. Çünkü hâkim/baskın kültür dediğimiz şey sonuçta imkanları da yönetiyor. Hani şöyle bir söz vardır: "Medyanın gücü yoktur. Gücün medyası vardır!" denir. Bunun hakikatini yaşadıklarımız üzerinden de okuyabiliriz. Öyle ya. Bugün küresel medyayı kim elinde tutuyorsa insanlığa neyin 'doğru' neyin 'yanlış' olduğunu da o öğretiyor. Kimin 'terörist' kimin 'kahraman' olduğunu, kimin 'zalim' kimin 'kurtarıcı' sayılacağını, kimin 'medeni' kimin 'vahşi' görüleceğini, hepsini ama hepsini, dominant güçler tayin ediyor.
Direniş noktamızsa evveliyetle imanımız. "Yahudileri ve hristiyanları dost edinmeyin!" buyuran Kur'an'ımız. "Kim bir kavme benzerse o da onlardandır!" buyuran Peygamberimiz. "Garp husumeti bâki kalmalı!" diyen mürşidlerimiz. Bu tarz ihtarların aşıladığı temkinle ancak bir derece üzerimizdeki algı yönetimine karşı koyabiliyoruz. Yerliliğimizi muhafaza edebiliyoruz. Yani akaidimiz aynı zamanda bizim koruyucu hekimliğimiz. Her türlü beyin yıkamasına, kimlik dezenformasyonuna, kalp manipülasyonuna karşı 'değişmeyenlerimize' tutunuyoruz. Eğer onlara tutunmayı bırakırsak biz de biteriz. Hâkim kültürün baskın söylemi içinde yiteriz.
Kanaatimce bunun bir yanı da 'tepkilerimizde bile biz kalmamıza' bakıyor. Bakınız, Mısır'da gerçekleşen alçak darbenin ardından müslümanlar topyekün bir Rabia refleksi gösterdiler, ne kadar Batılı katıldı buna? Düşüncem: Rabia'nın gücü İslam coğrafyası dışına ancak daru'l-harpte yaşayan müslümanlar kadar/eliyle taşınabildi. Buradan oraya bir dalga oluşmadı. Bugün bu diyarların liderleri Diktatör Sisi'nin elini sıkmaktan çekinmiyor. Halkları da bundan rahatsız olmuyor. Hoşlarına gitmeyen izzetli demokratik liderleri ise alttan/üstten sürekli diktatörlükle yaftalıyorlar üstelik. Yani buradan oraya doğru bir algı akışı yaşanmıyor. Oradan buraya sürekli algı taşınıyor. İletişim/ulaşım imkanlarını hâlâ lehimize çevirebilmiş değiliz. Gerideyiz.
Hal böyle olunca bir müslüman elbette yüzünü hemen temkinine dönmeli. Evet. Biz, elhamdülillah ki elhamdülillah, kudsî metinlerimizde çoklukla böyle bir temkini ders almışız. Uyarılmışız. Dikkat kere dikkat kesilmeliyiz. Arkasındaki niyet ne şekilde lanse edilirse edilsin, bu eşek nasıl boyanırsa boyansın, operasyon yeyip yemediğimize dair mübarek bir tereddütle yoklamalıyız herşeyi. Öncelikle dinimizin mizanına vurmalıyız. Bozuksa almamalıyız. Bize uymuyorsa yapmamalıyız. Başkalarının dalgasına sörf tahtası olmamalıyız. Bu açıdan Las Tesis denilen şeyin de göğsümüzün içine bir taraftarlık olup yerleşmeden önce uğraması gereken duraklar var. Bilelim ki kertenkele çukuruna girenler de mutlaka teviller üretecekler. Bir şekilde olayı içselleştirecekler. Sakın onlar biz olmayalım? Sakın ha olmayalım! Sakınalım da olmayalım.
Dans etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Dans etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
16 Aralık 2019 Pazartesi
13 Mart 2012 Salı
Are you ready mehdi?
Adnan Oktar Hoca üzerine birşey yazmam çok gerekli mi? Değil elbette... Hele bu blogta. Yani zaten genelde onu görmezden gelmeye çalıştığımız için benim de görmezden gelmeye çalışmam mantıklı olabilirdi. Fakat yapamadım. Günlerdir, hatta aylardır internette izlenme rekorları kıran(!) danslı, coşkulu videoları; o videolardaki kızlar hakkında ilginç, orijinal iltifatları ve hakkında konuşulanlar en nihayet beni bu yazıyı yazmaya sevk etti. Doğru yaptığımı hâlâ iddia etmiyorum. Ama nihayetinde hiçkimsenin yazmadığı, belki yazmaktan çekindiği bir konuda bir iki cümle kelam etmek de gerekli. Yoksa insanlar sükûtunuzu ikrardan sanıyorlar, aldanıyorlar...
Tamam, ekolü ve ekolünün esasları kendine ait birşeydir. Hatta bu noktada kendince Risale-i Nurlardan istifade de edebilir, birşey demiyorum. Ama şu mehdiyet meselesi ki, yani bu noktada Adnan Oktar beni çok güldürüyor. Sahiden güldürüyor.
Ne bileyim? Kafamızdaki mehdi şablonuna hiç oturmadığını fark etmiyor mu acaba? Mesela ben kendi adıma konuşayım; küfürlü disko şarkılarında bile dans eden, şarkının sözlerindeki çirkin manayı ise yanındaki kızların (Allah onlardan razı olsun, mehdiyi rezil olmaktan kurtardılar) uyarmasıyla ancak fark eden bir mehdiyi önümde, alem-i İslam’ın başında görmek istemiyorum. (Öyle ya, böyle bir mehdi alem-i İslam’ı cennetimsi zamanlara değil, en fazla diskoya götürebilir.)
İyi, peki... Hepten reddetmeyelim. Elbette kendisinin de hizmetleri olmuştur. Belki insanların hidayetine de vesile olmuştur. Ama bu, bu kadardır yani... Bizden daha fazlasını beklemesin, zira kaldırabilecek gibi durmuyor. Kendisine de yük etmesin, bizi de boş boş düşündürmesin.
Bir de şuna bitiyorum, çevresindekiler dönüp dönüp meseleyi Bediüzzaman’ın “bir asır sonra gelecek” ifadesini içeren metinlere getiriyorlar. Oradan pişirip pişirip benim gibi farklı düşünenlerin önüne servis ediyorlar, vurmaya gayret ediyorlar. Videolar falan yapıyorlar...
Yahu bir asır sonra birisi gelecek bile olsa (ki kendi adıma ben kimseyi beklemiyorum) bu Adnan Oktar olabilir mi? Yani eğer bir asır sonra gelecek olan 21. yüzyılın en büyük talk showcusu falan olsa, Adnan Oktar elbette olabilir. Hatta bu zamana kadar neden o kızlarla birlikte büyük bir kanala transfer olmadı, onu da anlayabilmiş değilim. Pekala bu yaz Star’a, Kanal D’ye falan geçebilir. Ki bu başarıyı bence hakediyor. Bugün bir insan Hayrettin’in, Okan Bayülgen’in geyiği haline gelebiliyorsa bence o büyük kanallarda tutunabilir kardeşlerim. Küçük görmeyelim.
O bu değil de bu kızların cazibesiyle kendi cemaatini terk edip onun tarafına geçmek isteyen gençlerle karşılaşmaya başladık. :) Ahaha, tabii bu işin şakası. Ama hakikaten bekar erkeklerin izdivaç programlarından sonra en çok katılmak istediği programlardan birisi haline geldi Adnan Hoca’nın programları...
İyi, güzel. Herkesin bir meşrebi var, eyvallah. Çok da sıkmak istemiyoruz. Tek ses, tek fikir, tek renk olalım demiyoruz. O da güzel şeyler yapmaya çalışıyor, takdir ediyoruz. Evrim hakkında Harun Yahya müstearı ile habire kitap yazıyor mesela... (Gerçi onları da Adnan Oktar’ın bizzat yazdığı tartışılır.) Onlara destek de oluyoruz. Ben de okudum, arkadaşlarıma verdim örneğin o kitaplardan. Ama yani bizim Adnan Oktar sevgimiz buraya kadar... Böyle “Ben mehdiyim!” falan demeye başlarsanız, iş arızaya bağlar. Orada biz de size bir; “Ne oluyor ya?” deriz. Ancak insanları güldürürsünüz bu iddialarla. Yerim kedi canınızı sizin...
Tamam, ekolü ve ekolünün esasları kendine ait birşeydir. Hatta bu noktada kendince Risale-i Nurlardan istifade de edebilir, birşey demiyorum. Ama şu mehdiyet meselesi ki, yani bu noktada Adnan Oktar beni çok güldürüyor. Sahiden güldürüyor.
Ne bileyim? Kafamızdaki mehdi şablonuna hiç oturmadığını fark etmiyor mu acaba? Mesela ben kendi adıma konuşayım; küfürlü disko şarkılarında bile dans eden, şarkının sözlerindeki çirkin manayı ise yanındaki kızların (Allah onlardan razı olsun, mehdiyi rezil olmaktan kurtardılar) uyarmasıyla ancak fark eden bir mehdiyi önümde, alem-i İslam’ın başında görmek istemiyorum. (Öyle ya, böyle bir mehdi alem-i İslam’ı cennetimsi zamanlara değil, en fazla diskoya götürebilir.)
İyi, peki... Hepten reddetmeyelim. Elbette kendisinin de hizmetleri olmuştur. Belki insanların hidayetine de vesile olmuştur. Ama bu, bu kadardır yani... Bizden daha fazlasını beklemesin, zira kaldırabilecek gibi durmuyor. Kendisine de yük etmesin, bizi de boş boş düşündürmesin.
Bir de şuna bitiyorum, çevresindekiler dönüp dönüp meseleyi Bediüzzaman’ın “bir asır sonra gelecek” ifadesini içeren metinlere getiriyorlar. Oradan pişirip pişirip benim gibi farklı düşünenlerin önüne servis ediyorlar, vurmaya gayret ediyorlar. Videolar falan yapıyorlar...
Yahu bir asır sonra birisi gelecek bile olsa (ki kendi adıma ben kimseyi beklemiyorum) bu Adnan Oktar olabilir mi? Yani eğer bir asır sonra gelecek olan 21. yüzyılın en büyük talk showcusu falan olsa, Adnan Oktar elbette olabilir. Hatta bu zamana kadar neden o kızlarla birlikte büyük bir kanala transfer olmadı, onu da anlayabilmiş değilim. Pekala bu yaz Star’a, Kanal D’ye falan geçebilir. Ki bu başarıyı bence hakediyor. Bugün bir insan Hayrettin’in, Okan Bayülgen’in geyiği haline gelebiliyorsa bence o büyük kanallarda tutunabilir kardeşlerim. Küçük görmeyelim.
O bu değil de bu kızların cazibesiyle kendi cemaatini terk edip onun tarafına geçmek isteyen gençlerle karşılaşmaya başladık. :) Ahaha, tabii bu işin şakası. Ama hakikaten bekar erkeklerin izdivaç programlarından sonra en çok katılmak istediği programlardan birisi haline geldi Adnan Hoca’nın programları...
İyi, güzel. Herkesin bir meşrebi var, eyvallah. Çok da sıkmak istemiyoruz. Tek ses, tek fikir, tek renk olalım demiyoruz. O da güzel şeyler yapmaya çalışıyor, takdir ediyoruz. Evrim hakkında Harun Yahya müstearı ile habire kitap yazıyor mesela... (Gerçi onları da Adnan Oktar’ın bizzat yazdığı tartışılır.) Onlara destek de oluyoruz. Ben de okudum, arkadaşlarıma verdim örneğin o kitaplardan. Ama yani bizim Adnan Oktar sevgimiz buraya kadar... Böyle “Ben mehdiyim!” falan demeye başlarsanız, iş arızaya bağlar. Orada biz de size bir; “Ne oluyor ya?” deriz. Ancak insanları güldürürsünüz bu iddialarla. Yerim kedi canınızı sizin...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Yaranın inkârı her yaradan daha büyük yaradır
'Delilleri küçümsemek' diye bir hastalığımız var arkadaşım. Acizliğimizden kaynaklanıyor. Çünkü ellerimiz pek küçük. Okyanussa çok b...
-
Allah kendisini rahmetiyle sarsın sarmalasın. Bu sıralar Esad Coşan Hocaefendi'nin (k.s.) Ramuzu'l-Ehadis derslerini takip ediyoru...
-
" Seninle gurur duyuyorum ama vicdan aynı zamanda düşmanın olabilir. Vicdanlısın, merhametlisin ve aynı zamanda sevimli ve tatlısın. O...
-
Hatırlarsanız, bir hafta kadar önce Cemil Tokpınar abiye dair bir analizimi yazmıştım. Çok derinlemesine sayılmayacak, kısacık birşey. Şim...