1 Haziran 2016 Çarşamba

Kışta ölmek de zordur

Ne kadar çok acı var dünyada arkadaşım. Hangi birine üzüleceğini şaşırıyorsun. Bir kalp bu kadar sancıya yeter mi? Bilmiyorsun. Bitmiyor da. Dönüp dönüp tekrar geliyor savdığını sandıkların. Hatta bazen biri bitmeden öteki başlıyor. Hak Teala hassas yüreklilerin yardımcısı olsun. Işığı görmeden tünele sabretmek zordur üstelik. Sonu kestirilemeyen acılar daha bir can yakar. Korkarım onlardan en çok. Korkarım karanlıktan aklıma da hükmettiğinde. Felak sûresinde emredildiği gibi derim: “Sabahın Rabbine sığınırım. (...) Karanlığı çöktüğünde gecenin şerrinden.” Bir azap ki, sonu gelmez, yani ki nihayeti kestirilemez. Sûreti cehenneme benzemiş demektir. Cehennemse tehdit edildiğimiz en büyük ceza. Sanki sabahı olmayan bir gece.

Ben yalnızca insanım. Ben yalnızca insanım. Ben. Yalnız. İnsan. Korkarım yalnızlığımdan. “Beni bana bırakma!” dilerim Rabbimden. Taşıyamayacağımı yüklemediğini bildiğim halde korkarım kendimden. İnsan akıldan ibaret değil ki. Kalbi de var. Hem sabır yalnız akıl işi değil ki. Sabretmesi gereken başka çok yanım var. Çok yaram var. Merhemleri bir değil. Dualanırım: “Bırakma bizi yalnız bu kadar acı karşısında ya Rabbi! Zarar gerçekten bana dokunacak diye korkarım. Sana olan tevekkülüme halel getirecek, kadere rızamı feci sınayacak, kalbim nefsime söz geçiremeyecek diye korkarım. Ya geçemezsem? Ya Mehmed Âkif gibi ciğerim çatlar da dersem: ‘Yetmez mi musâb olduğumuz bunca devâhi?/Ağzım kurusun...’ Yok. Ben diyemem.

Yahut Musa aleyhisselam efendim gibiyim. Bana vereceğin her hayra muhtacım. Çünkü sabretmek giderek zorlaşıyor. Manipülatörler çoğalıyor. Hergün bin şeytan nefsime endişelerini fısıldıyor. Bin yeni yokluk/yoksunluk öğreniyorum hergün. Bin yaram daha kanamayı belliyor. Sabrı ‘amelsiz bekleyiş’ sanmamı da sana şikayet ediyorum üstelik. Zalimden, zulümden, mazlumiyetimden önce zeliliyetimi şikayet ediyorum. Hatalıyım. Bu kadar eğilmesem enseme basılmazdı. Bu şahitlik çok yorucu. Unutmamak çok yorucu. Hergün ekranda parçalanmış ümitlerimizi görmek çok yorucu. Onları şehadetle yanlarına alıyorsun Allahım. Amenna. Hüküm Senin. Asker Senin. Terhis Senin. İmtihanları bitiyor. Bizimkisi sürüyor. Yıllardır böyleyiz. Ellerimiz açık beklemekteyiz. Dilemekteyiz. İstemekteyiz. Ellerimizi ümmete dua işinden azat et Allahım. Çünkü başka hiçbirşey yapamadan dua etmek de pek dokunuyor.

İnsan bir kere o kısırdöngüye kapıldı mı dünyayı hâzâ karanlık görür. Güzellik bakanın gözlerindedir. Zalimin zulmetle sıfatlanması biraz da onun beşerde yaptığı tesire işarettir. Zulmet karanlıktır. Müslümanların karamsarlığında bu zalimlerin, yani küresel karanlık üreticilerinin, payı yok mu? Onlar siyah bulutlar salıyorlar. Göğümüzü bizden çalıyorlar. Yıldızları, Ay’ı, Güneş’i unutturuyorlar. “Gökyüzüne bakmazlar mı?” buyruğuyla aramıza set oluyorlar. Bulutları yüzünden ümidimizi yitiriyoruz. Belki sislerine takılarak manzarada hata yapan da bizleriz. Fakat cidden acziyetteyiz. Bizi bu ümitkıranların ellerinden kurtar Allahım. Daha ne kadar sürecek bu talimimiz? Ramazan bile otuz gün sürer. Biz kardeşlerimizin mutluluğuna aç daha kaç yıl oruç tutacağız? Öncekiler iftarı göremeden gittiler. Ben onlardan daha acizim. Açım. Çaresizim. Kışta ölmek de istemiyorum. Ne olur bize bir bahar göster.

Acı zamanları zordur. Sana malumuz. Üzerimize üzerimize geliyor sanki dünya. Azap günleri daha uzun kalıyor hafızamızda. Yazık. Pek yazık. Güzel günleri çabuk unutuyoruz. Âdemoğlu yapılan iyilikleri kötülüklerden daha çabuk unutur. Biz de bize ferec verdiğin günleri daha çabuk nisyana atıyoruz. Siliyoruz. Nankörlük ediyoruz. Belki bu yüzden umutsuzluk gösteriyoruz. Zira umutsuzluk rahmete dair şahitlikleri hatırlamamaktan çıkar. Ümit, bir bebeğin sütten kesilmesi gibi, rahmetten kesilir önce. Ve, evet, ümit kesilmeden önce rahmetin aynamızdaki sûreti kesilir. O güzel yüzü tekrar hatırladığımızdaysa Bediüzzamanca kendimize kızıyoruz: “Herkese dünya terakkî dünyası olsun; yalnız bizim için mi tedennî dünyasıdır?” Neden böyle olsun ki?

“Ahirzamandır. Gittikçe daha fenalaşacak!” diyen yanıma bu soruyla karşı koyuyorum. Ama bunlar, bütün bu karşı koyuşlar, bir yere kadar. Nasıl söylesem? Bediüzzaman değilim. Hiçbirimiz onun kadar ehl-i ümit değiliz. Bizi kışta gelip kışta ölenlerden eyleme Allahım. Elbette hayat acılardan ibaret değil. Gülen her çocuğun yüzünde bir küçük cennet var. Ve her çiçekte bahar. Sen bize pek güzel günler de gösterdin üstelik. Belki tedavimiz de burada saklı. Onları hatırlamakta saklı.

“Sizi vaktiyle bütün milletlere üstün kılmış olduğumu hatırlayın.” Bizi de üstün kılmıştın. Fakat şimdi o kadar uzak görünüyor ki o günler. Oturup yâd etmekle kalbe bir teselli geliyor gerçi. Peki gözümüzü nasıl cennete götüreceğiz? Bu göz nereye gitse orası sanki cehennem olur. Bu hafızayla insan mutlu olamaz ki. Yüreğimizi açtık. Yalvarıyoruz: Darda kalmış müslümanlara ve bize yardım et. Güzümüzü baharınla şenlendir. Gözümüzü nuruna aç. Fethini göster. El açmaktan başka birşey yapamayışımızı da sana şikayet ediyoruz. Rüşdümüzü yeniden ilham et. Âmin.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yaranın inkârı her yaradan daha büyük yaradır

'Delilleri küçümsemek' diye bir hastalığımız var arkadaşım. Acizliğimizden kaynaklanıyor. Çünkü ellerimiz pek küçük. Okyanussa çok b...