Dünya imtihanın da böyle sürüyor bu yüzden. Fakat bu imtihanda daha üst birşeyler de var. Hem sorular hem süreler belirsiz. Her an değişerek karşına çıkıyor. Bazen bir 'musibetle' sınanıyorsun bazen de 'nimetle.' Bazen ölümü yanıbaşında hissediyorsun bazen de kıyamet kadar uzağında görünüyor. Yani bu imtihanda salt soruyla ve süreyle bir sınanma yaşanmıyor. Aynı zamanda sorunun 'soru' ve sürenin de 'süre' olduğunu aklında tutman gerekiyor. Çünkü öyle cazibedar bir salonda düzenlenmiş ki bu imtihan, girenler çoklukla salonda yaşananlara dalıyorlar, dikkatlerini imtihanda tutamıyorlar.
Öyle bir sınav düşün ki; sorular 'soru' olduklarını süreler 'süre' olduklarını unutturuyorlar. Hatta imtihan bunun üzerine dönüyor. Bu imtihana girenlerin cevaplayacağı sorular o kadar da zor değil. Süreleri de geniş geniş. 24 saatten 1 saati namaza ayırsalar yetiyor mesela. 12 aydan 1 ayı oruca ayırsalar kurtarıyor. Hem ne namazı ne orucu ne de başka bir ibadeti/yasağı bedene güç gelen şeyler değil. Peki, bu imtihanın güçlüğü neresinde? Bu imtihanın güçlüğü sarhoş ediciliğinde. Rüya görürken rüyada olduğunu farketmek/akletmek kolay mıdır? Biz belki de en çok bu 'ayıklığı' korumakla sınanıyoruz.
'İçkiliyken namaza yaklaşmak' yasaklandığında ilk işaretini aldık bunun. Soru olduğunu unutmaya müsaitken soruya yaklaşılmazdı. Sonra tümden sarhoşluk yasaklandı bize. Çünkü bu hayattaki herşey bizim için birer soruydu. "Allah'ı unutan ve bu yüzden Allah'ın da onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. Onlar yoldan çıkan kimselerdir..." derken Haşr sûresi, 'imtihanda olup imtihanı bilmez' halimize dikkat çekiyordu belki. Yolda kalmak yolda olduğunu hatırlamaksızın mümkün değildi ki! Allah'ı hatırda tuttukça bu dünya yoldu. Onu unuttuğumuzda yolcu da yoldan çıkıyordu. Hodbin'in gözünde varlık içinden 'çıkılası' Hüdabin'in gözünde 'kalınasıydı.'
"Hodbin adam hem hodgâm, hem hodendiş, hem bedbin olduğundan, bedbinlik cezası olarak nazarında pek fena bir memlekete düşer. (...) Kendisi şu elîm ve muzlim haleti hissetmemek için sarhoşluktan başka çare bulamaz. (...) Diğeri hüdâbin, hüdâperest ve hak-endiş, güzel ahlâklı idi ki, nazarında pek güzel bir memlekete düştü. İşte bu iyi adam, girdiği memlekette bir umumî şenlik görüyor..."
Ölüm hayatın bereketidir. Sorunun belirsizliği nasıl ki dikkatimizi her an karşımıza çıkabilecek yeni bir soruya karşı açık tutar; sürenin belirsizliği de benzeri bir şekilde 'her anın' kıymetini anlamamızı sağlar. Sınırlanmasıyla sorulara ayrılan zaman bereketlenir. En doğru cevaplar en kısa sürede verilmeye çalışılır. Ölümün ensemizdeki bereket soluğudur bu. İmtihanın ne zaman biteceğini kesin bir şekilde bilemeyişimiz, ama her an bitebileceğini kesin bir şekilde bilişimiz, sorulara karşı bizi diri ve gayretli tutar.
Mülk sûresinde belki biraz da bu hikmetle mealen buyrulur ki: "O ki, hanginizin daha güzel davranacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır." Eğer ölüm olmasaydı 'hangimizin daha güzel davranacağı' sınanabilir miydi? Sürenin varlığıydı hayatı bereketli kılan. Onun kıyıcılığından kurtarmak ve bâkileştirmek için doldurduk anlarımızı güzel fiillerle. Bu yüzden diyorum ki: Ölümden razı ol arkadaşım. Ölüm hayatın bereketidir. Hem şunu da aklında çıkarma: Birşeyin 'yol' kalması için sadece 'yola çıkılan' bir noktaya değil, 'varılacak bir nokta'ya da ihtiyaç vardır. 'Ölümü' ve 'hayatı' yaratan Cenab-ı Hak, işte tam da bu iki noktayı birden yaratarak, varlığını yola çevirmiş olmadı mı?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder