8 Haziran 2016 Çarşamba

Mürşid, yanında 'susmaktan' mutlu olduğundur

Sana, beni ve ben gibi çok konuşanları rahatsız edecek birşey söyleyeyim mi? Mürşid, yanında susmaktan mutlu olduğundur. Yamacındayken az olmayı ötesinde çok olmaya tercih ettiğindir. Varlığına kendi varlığından fazla sevindiğindir. "Varlığım, varlığına armağan olsun!" dediğindir hakiki manada. Dualarına girsin yeter. "Anam babam sana feda olsun ya Resulallah! Canım sana feda olsun ya Resulallah!" desen yeter. Sahabe efendilerimiz bize böyle ders vermişler.

Anadan, babadan ve hatta candan geçmek ancak mürşid bildiğinin huzurundayken mümkün olur. Sesini sesinden, fikrini fikrinden daha çok sevdiğin ve beğendiğindir mürşid. Kendini onunla sınadığındır. O, dünyadaki mizanındır senin. Pencerendir bakmaya kendine. Onu seversin çünkü ondan seni izlemek sana birşey katar. Belki de bu yüzden Kur'an'da, Allah Resulü aleyhissalatuvesselamın huzurunda, seslerini, mübarek sesinden fazla yükseltenler uyarılır. Çünkü bu, sesle bile olsa, 'fazla var olma' arzusudur. Mürşidden fazla var olmayı istediğinde kendini edilgen konumdan çıkarırsın. Mürşidine mürşidlik taslamaya başlarsın. Bu bir nevi mürşidin huzurunu işgaldir. Kendini değişmesi gereken değil değiştirmesi gereken olarak görmeye başladığını gösterir. Öyle olduğun meclislerden uzaklaş. Çünkü etrafındakileri de yıpratırsın.

"Ey iman edenler! Seslerinizi Peygamber'in sesinin üstüne yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi, Peygamber'e yüksek sesle bağırmayın; yoksa siz farkına varmadan amelleriniz boşa gidiverir. Allah'ın elçisinin huzurunda seslerini kısanlar, şüphesiz Allah'ın kalplerini takva ile imtihan ettiği kimselerdir. Onlara mağfiret ve büyük bir mükâfat vardır."

Talipsen mağrifete elbette dinleyen olacaksın. Toksan, kendi taliplerini/açlarını bul. Dinlemek açlığın delilidir. Öğrenmeye geldin oraya, öğretmeye değil. Önce bunu öğren. Soruların/katkıların elbette olacak, ama irşadın bir letafeti var. Işığını yaymasına müsaade etmezsen hangi lamba aydınlatabilir? O yüzden ilk adımın; aç olanın, aydınlatılmaya muhtaç olanın sen olduğunu farketmek. "Talebeliğin hassası ve şartı şudur ki: Sözleri kendi malı ve telifi gibi hissedip sahip çıksın ve en mühim vazife-i hayatiyesini onun neşir ve hizmeti bilsin." Talebe, hocasının sözünü kendi sözü bildiği için talebedir. Onun istikametine kanaati yoksa ve kemaline iman etmiyorsa neden önünde diz kırsın?

Bir mecliste mürşidin rağmına konuşan varsa üzerine çentik at; çünkü belli ki, irşad olmaya gelmemiş. Kendi ışığını(!) yaymaya gelmiş. İki güneşin birden varlığı günebakanları şaşkın eder. Kendini günebakan olarak görmeyi bırakmışsan diğer günebakanlara bari merhamet et. Orayı terket.

Yanında susmayı sevdiğin şeydir senin mürşidin. Sûretini sükûtunda ara. Sesinin yükseldiği yerlerde değil. Yalnızca insanlardan mı çıkar mürşid? Hayır. Kitaplardan da çıkar. Kitap okurken konuşana rastlamadım ben. Sesini kitaptan fazla çıkarmaya çalışanı duymadım. Demek yanında susmak 'onu kitap gibi görmeye' de işaret ediyor. Susarak okur insanlar ve susmak aynı zamanda irşada atılan ilk adımdır. Bu nedenle kitaplarına da saygı göster, mürşidlerine gösterdiğin gibi.

Peki, bu, her yazarı mürşid sınıfına sokar mı? Evet, irşaddan aradığın insan-ı kamile doğru atılmış adımsa, bu doğru. Bu yüzden mürşidlerin tuzaklarıyla yazarların tuzakları birbirine benzer. Yazar da, mürşid de o kadar çok 'iyi olandan' bahseder ki; bir noktadan sonra asl-ı ben'inin hakikatin neresine düştüğünü unutur. Anlattığının şehveti sarar dörtbir yanını. Anlatılan iyidir ya. Yeter! İyi olanı nasihat vermek, fakat kendini anmamak mürşid için şehvetli ve dehşetli bir vartadır. Nasihatini, tevbesiyle ve itirafıyla kaynaştırıp vermezse, ötekileştirmesi kaçınılmazdır günahı.

Ve bundan sonra tüm irşadlar komşunun günahları üzerine yapılır. İyi olandan bahsetmek, iyi olmaya yeter görünür, fakat değildir. Yazarlar da düşer bu tuzaklara. 'Yaşanmamış hayattan intikamlarını alırken' yazdıkları şeyler, o kadar yüksek şeylerdir ki ve bunlarla okurların omuzlarına öyle şeyler yüklerler ki, dönüp kendilerini sigaya çekmezler. Belki biraz da bu yüzden mürşidim Sözler'ine başlarken şöyle söyler:

"Ey kardeş! Benden birkaç nasihat istedin. Sen bir asker olduğun için, askerlik temsilâtıyla, sekiz hikâyeciklerle birkaç hakikati nefsimle beraber dinle. Çünkü ben nefsimi herkesten ziyade nasihate muhtaç görüyorum. Vaktiyle sekiz âyetten istifade ettiğim Sekiz Sözü biraz uzunca nefsime demiştim. Şimdi kısaca ve avam lisanıyla nefsime diyeceğim. Kim isterse beraber dinlesin." Demek seninle beraber dinleyendir mürşid. Yalnızca sana konuşan değil. Seninle konuşurken kendisini unutan değil.

Bir romanda kahraman aslan parçası olabilir. Hazırcevap olabilir. Esprili olabilir. Delicesine âşık olabilir. Sevdiği kızın tebessümü için sayfalarca tasvir yapabilir. Fakat hangi yazar hayatı bir romandaki kadar derin yaşar? Kim, 'sonsuza dek mutlu' olur? Bu, bir yönüyle imkansızın edebiyatıdır. Ve imkansız olan, eğer buna farkındalığı yoksa, okurun omuzlarına ağır bir yük yükler. Ve Kur'an her birimizi uyarır: "Siz; insanlara iyiliği emreder de, kendinizi unutur musunuz? Halbuki kitabı da okuyorsunuz, hiç aklınızı başınıza almayacak mısınız?" Aklı başa almak; dizginleri hayalin şehvetinden, iyiyi tasvirin lezzetinden kurtarmak, uygulamaya dönmek. Aslolana dönmek... Nihayetinde herkesin tuzağı kendi boyundadır. Vebali kendi boynunadır. Kendi yaralarıyla konuşmayı unutan bizim yaralarımızı anlayamaz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yaranın inkârı her yaradan daha büyük yaradır

'Delilleri küçümsemek' diye bir hastalığımız var arkadaşım. Acizliğimizden kaynaklanıyor. Çünkü ellerimiz pek küçük. Okyanussa çok b...