Erkek etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Erkek etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Ekim 2023 Pazartesi

Çünkü 'kız gibi ilahlara' ihtiyaçları var

Efendim, bendeniz, lise 2’ye kadar pek efendi bir çocuktum. Etliye sütlüye karışmazdım. Derslerimden başımı kaldırmazdım. Ancak lise 2’ye gelince içimde birşeyler kırıldı. Yoruldum. Yarışmayı bıraktım. Serserileştim. Herşeye boşvermeye başladım. (Yıllar sonra Hermann Hesse’nin Çarklar Arasında’sını okuduğumda biraz maziyi görür gibi olmuştum bu yüzden. Kitapta geçen ‘İçimin çiçeği soldu’ cümlesinde de halet-i ruhiyemin en güzel resmedilişini bulmuştum.) Hatta bendeki bu değişim nedeniyle edebiyat öğretmenimiz Ömer Faruk Beyazıt Bey (ki kendisi bir yazardı aynı zamanda) yemekhanede şöyle demişti: “Oğlum, sana ne oldu böyle, kız gibi oğlandın geçen sene!”

‘Kız gibi oğlan’ ifadesi arkadaşlarım için makara malzemesi olsa da kastedilen kötü birşey değildi. O dönemde kızlar erkeklere kıyasla daha edepli olduğundan, aşırılık yapmaktan uzak durduklarından, bir tür iltifat sayılırdı. (Belki Anadolu’da hâlâ böyle yerler vardır. İstanbul’a dair ümitlerimi yitireli epey oldu. Bence buralarda edepsizlik yarışı başabaş gitmektedir.) Kişinin itaatkârlığına da bir işareti vardı elbette mezkûr ifadenin. Kız çocuğu dediğin daha bir söz dinler. Erkek çocuğu o kadar itaatkâr olmaz. Zaten bir eşikten sonra öyle olması da istenmez. Mücadele etmelidir. Hatta, tıpkı saltanat düzeninde yaşandığı gibi, yeri geldiğinde babasının bile ayağını kaydırmalıdır.

Her neyse. Geçenlerde Zuhruf sûresinin 15 ila 18. ayetlerini tefekkür ederken aklıma bu hatıra geldi. Daha doğrusu şöyle birşey oldu: O ayetleri tefekkür ederken başka bir anlam katmanı daha kafamda açılır gibi hissettim. Şimdi aklıma gelenleri, "Allahu a'lem!" kaydıyla, hikâye edeceğim. Bakalım sizde de bir hakveriş olacak mı? Fakat önce ayetlerin kısa bir meallerini buraya iktibas edelim:

"Kimi kullarını Onun bir parçası saydılar. Şüphesiz insan apaçık bir nankör! Yoksa O, yarattıkları arasından kızları kendisinin saydı da, erkek çocukları size mi ayırdı? Onlardan biri, Rahman’a yakıştırdığı (kız çocuğu) ile müjdelenince öfkeye kapılarak yüzü mosmor olur. 'Mücadelede başarısız olarak ömrünü süslenmekle geçirecek olan kız çocuğu mu?' diye öfkeyle sorar." Başka meallerde 18. ayetin şöyle verildiğini de görmek mümkündür: "Süs içinde yetişip de mücadelede kendisini savunamayanı mı Allah'a yakıştırıyorlar?"

Diyanet İşleri sitesinde mezkûr ayetlerin kısa bir tefsiri şöyle yapılıyor:

"Müşrik Araplar kız çocuklarını istemedikleri, onları doğru dürüst insan saymadıkları, savaşa dayanıklı olmayıp, ömürlerini güzel görünmek için süslenmekle geçirmeleri gerekçesiyle kadın cinsini hor gördükleri halde hem meleklerin hem de Allah’a ortak kıldıkları putların dişi olduklarına inanır, ayrıca bu dişi putları Allah’ın kızları olarak kabul ederlerdi. Ayetlerde bu hurafî ve tutarsız inançlar reddedilmiştir. (Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 770)"

Evet, müşrikler, kendilerine yakıştırmaktan hoşlanmadıkları kız çocuklarını Allah'a yakıştırıyorlardı. Allah'ın altında kurguladıkları sözde hiyerarşide dişi kimliğine öncelik veriyorlardı. Bu elbette bir açıdan büyük bir tutarsızlık oluyordu. Zira kendi hayatları için kötüledikleri şeyi Allah için iyi görüyorlardı. Halbuki kötü hep kötü olmak zorundadır. Zaten inkârcılığın mahiyetinde müzmin bir tutarsızlık vardır. Onlar gündelik hayatlarında inanmayacakları şeylere teolojik düzeyde iman etmeyi seçerler. Sözgelimi: Evlerinde mükellef bir sofra bulsalar bunun tesadüfler eşliğinde oluşacağına inanmazlar. Ancak kainattaki binbir muhteşemliğin aynı tesadüflerle açıklanabileceğine inanırlar. Yaşarken rastgeldikleri her fiilin bir faili olduğunu bilirler. Lakin yaratılışta 'Failsiz de olur'cu kesilirler.

Peki benim kafamda açılan ikinci katman ne? Onu da yukarıda söylediğimine ters gibi görünen bir başka iddiaya bindireceğim: Belki de müşrikler Allah'ın altındaki hiyerarşide düşledikleri diğer ilahlara dişi kimlikleri verirken pek de tutarsız değildirler? Hoppala! Ne demek şimdi bu? Şu demek:

Bediüzzaman'ın eserlerinde tekrar tekrar dikkatimizi çektiği bir durum var. İnsan bir kere şirkin kucağına düştü mü birçok imkansızlığı da yutmak zorunda kalıyor. Yahut da içinden çıkılmaz pekçok zıtlaşmayla boğuşmaya mecbur oluyor. Eh, tutarsızlıkla yaşamak da bir yere kadar, akıl en nihayet bir parça 'kandırılmayı' talep ediyor. Onlar da çeşitli argümanlarla kandırmaya çalışıyorlar. İşte içinden çıkamadıkları mevzulardan birisi de budur ki: Herbiri ilahlığı itibariyle sonsuzluk barındıran birçok tanrı nasıl olup da yaratılışta birbirine galip gelmeye çalışmaz? Birbiriyle çatışmaz? Birbirinin düzenini altüst etmez? Sınırlı mahluklar arasında bile hâkimiyet şiddetli kavgalara sebep olurken, baba oğluna katlanamazken mesela, ilahlar dairesinde nasıl böyle kavgalar olmaz? Zira yine Kur'an'ın ifadesiyle: "O ikisinde (yerde ve gökte) Allah'tan başka ilahlar bulunsaydı, (düzenleri) elbette bozul(up gitmiş)ti."

"Bu kâinatın Sâni-i Kadîr ve Hakîminin mülkünde iştirak yeri yoktur. Çünkü herşeyde nihayet derecede intizam bulunduğundan, şirki kabul edemez. Çünkü müteaddit eller bir işe karışırsa, o iş karışır. Bir memlekette iki padişah, bir şehirde iki vali, bir köyde iki müdür bulunsa, o memleket, o şehir, o köyün her işinde bir karışıklık başlayacağı gibi, en ednâ bir vazifedar adam, o vazifesine başkasının müdahalesini kabul etmemesi gösteriyor ki, hâkimiyetin en esaslı hassası, elbette istiklâl ve infiraddır. Demek intizam vahdeti ve hâkimiyet infiradı iktiza eder. Madem hâkimiyetin bir muvakkat gölgesi, muavenete muhtaç ve âciz insanlarda böyle müdahaleyi reddederse, elbette, derece-i rububiyette hakikî bir hâkimiyet-i mutlaka, bir Kadîr-i Mutlakta, bütün şiddetiyle müdahaleyi reddetmek gerektir. Eğer zerre kadar müdahale olsaydı, intizam bozulacaktı. Halbuki bu kâinat öyle bir tarzda yaratılmış ki, bir çekirdeği halk etmek için, bir ağacı halk edebilir bir kudret lâzımdır. Ve bir ağacı halk etmek için de, kâinatı halk edebilir bir kudret gerektir. Ve kâinat içinde parmak karıştıran bir şerik bulunsa, en küçük bir çekirdekte de hissedar olmak lâzım gelir. Çünkü o, onun nümunesidir."

Benim böylesi metinler eşliğinde vardığım neticeyse şudur arkadaşım: Müşrikler, Allah'ın altında tevehhüm ettikleri ilah hiyerarşisinde, elbette kızlara öncelik vermek zorunda kalıyorlar. Zira 'kız gibi ilahlara' ihtiyaçları var. Bu kadar tanrıya rağmen âlemin düzeninin bozulmayışını ancak bu şekilde açıklayabilirler(!). Alttaki ilahların itaatkâr olması lazım. Erkek gibi düşlenmemesi lazım. Eğer 'erkek gibi ilahlar' düşlenirse bu defa tutarsızlıkları hepten meydana çıkacak. Hevasatı elinde aptallaşmamış olanlar da soracak: "Aga, bunlar nasıl olup da kavga etmiyorlar, garip değil mi?"

Hülasa: Kur'an'ın müşriklerin mezkûr arızasına dikkat çekişinde böyle bir hikmet daha olabileceğini düşündüm. Böyle bir sırrın da öğretiliyor olabileceğini tefekkür ettim. (Cenab-ı Hak taksiratımı affetsin.) Hatta işi orada da bırakmadım. Bugüne taşıdım. Bugün feminizmi dünyaya dayatan küreselci müşriklerin de idealler dünyasını erkek kimliğinden arındırmayı hedef ittihaz ettiklerini aklıma getirdim. "Acaba bu da bir tür 'kadıncı müşrik teolojisine dönüş' mü?" diye sordum. Hepsinin cevabını ben veremem. Biraz da sizden yardım almam lazım. Fakat şu kadarına dikkatinizi çekip gideyim: Kadınları hem bu denli pespaye metalar haline getirip hem de bu kadar baştacı yaptığını iddia eden, cahiliye dönemini saymazsak, bunlardan başka kim var Allah aşkına?

6 Haziran 2022 Pazartesi

Johnny nasıl Depp'ti Amber'i Heard'ün mü?

 "Şüphesiz, ahirete iman etmeyenler, meleklere dişi isimleri veriyorlar." (Necm sûresi, 27)

'Gavur' deyip geçmeyin muhterem kârilerim. Adamlar ahiret işlerinden anlamasalar da dünyanın nasıl döndüğünü biliyorlar. Kârlarını-zararlarını ayırıyorlar. Nitekim bu iş görür muhakeme yeteneği sayesindedir ki, Johnny Depp abimiz, Amber Heard yengenin elinden itibarını kurtarabildi. Yaaa... Eğer "Kadının beyanı esastır!" gibi bir saçmalık orada olsaydı, abimiz şuan Kaptan Jack Sparrow gibi kodeste gün saymaktaydı. Bir verdiği karşı geldi galiba. (Muhtemelen pahalı avukatlara verdikleridir.) Paçayı sıyırdı. Tabii büsbütün sıyırma diye birşey sözkonusu değil. Zira eskiler böyle durumlar için derler: Şuyûu vukûundan beterdir. 

'Kadın iftirasına uğramış bir peygamberin kıssasını'  Kudsî Kitab'ında okuduğu halde "Kadının beyanı esastır!" gibi bir garabete tutunmuş pek az topluluk vardır herhalde tarihte. Ahirzamandır efendim. Olur. Belki (ve de Allah korusun) daha fenası da olur. "Erkeğin beyanı zerzevattır!" diye bir kanun da çıkabilir. Çünkü artık kadın-erkek hukukunda neyin 'doğru' neyin 'yanlış' olduğuna kadın hukukçular karar vermektedir. (Ve her nedense bu kadınların erkeklere bir husumeti sezilmektedir.) Kârilerim, yanlış anlamayın, Züleyha'nın durumunu insan kendisine şöyle-böyle açıklar. Fakat bu ablalarımızın hayattan istediklerini aldıkları zannedilir. Çünkü erkekliği geriletme davasına gönül vermiş mücahidelerin çoğusu evlidir. Maşaallah. Eh, yakıştırmayız, eve iş taşımak yanlış iken bir de evi işe taşımak hiç doğru olmaz. Sorun varsa bunları Türkiye'yi karıştırmadan çözmek en muteberi olur.

Bilmediğimiz hakkında konuşmayalım. Zannın çoğu haramdır. Bildiğimizse şu: Ta Firavun'dan beri, dünyacı/küfranî akıl, menfaatinin hangi gelecek senaryosunda olduğunu bilir. İsrailoğullarının erkeklerini öldüren Kıptîliğinde rahat eder. Çünkü 'erkekleri öldürmek erkekliği öldürmek'tir. Musa aleyhisselamın muvaffakiyeti bu 'erkek katliamına' karşı Allah'ın muhafazasında bulunmasındandır. Hayatına dair okuma yapanlar hakvereceklerdir. Musa aleyhisselam karakterçe de erkektir. Şimdi 'erkek' kelimesini 'olumlu' anlamda çok kullandık ya. Buradan da başımıza işler açılacak. Üşenmeyip o konuya dair birşeyler karalayalım:

Efendim, müslüman, erkeği 'erkek' kadını da 'kadın' iken sever. Çünkü herşeyin Allah'ın yarattığı şekilde doğru olduğuna iman etmiştir. Allah Hakîm'dir. Nihayetsiz hikmet sahibidir. Yaptıklarında abes-yanlış yoktur. Yani ki beşer tashihine ihtiyaç yoktur. O nedenle yaratışında 'adres şaşırması' olduğu düşünülemez. Evet. Bütün renkler Allah'ındır. Farklılıkları yaratan Allah'dır. Fakat Allah'ın yarattığı renkte yanlış olduğu imâ edilemez. "Bu mavi görünüyor ama aslında sarıdır!" diye birşey yoktur bizim itikadımızda. Allah'ın mavi olarak yarattığı mavidir. Sarı olarak yarattığı da sarıdır. Bu sebepten mavi maviliğe, sarı da sarılığa teşvik edilir. Mavi sarılıktan, sarı da mavilikten men edilir. Fıtratlarının aksine yönlendirilmez. Aksine yönlendirme Allah'ın yaratışı hakkında terbiyesiz ithamlar taşır. 

Doğruyu görmek istemeyenlere ise modern(!) çağda tabiata (daha doğrusu kevniyata-kainata) firavunane yapılan müdahalelerin küremizi düşürdüğü durum misal gösterilmelidir. Beşerin küfranî hendesesi, hangi ölçüsünde-tartısında dünyayı 'daha iyiye' götürmüştür ki, cinsiyet konusunda isabet ediyor olabilsin? Elbette buradan da varacağı yeni bir kıyamettir.

Şunu bir türlü anlatamıyoruz bu arkadaşlara: Bir erkeğe "Karı gibi konuşup durma!" nasıl bir uyarıysa kadına da "Erkek Fatmalık yapma!" o derece uyarıdır. Birincinde 'karı' ikincisinde ise 'erkek' hakaret kastıyla kullanılmıştır. Yani sadece 'kadınlığın aşağılanması' diye birşey sözkonusu değildir. Erkekliğin de yersizliğinde kınandığı olur. Kastolunan tavrın hikmetsizliğidir. Ümmetin burada korumaya çalıştığı aradaki çizgidir. Çünkü müslüman herşeyi, hem Yaradandan ötürü, hem de tam yarattığı şekilde sever.

Diyorum ya: Gavuru küçük görmemek lazım. Gavur, tüm gavurluğu içinde, dünya işinin nasıl döndüğünü biliyor. O yüzden Gone Girl (Kayıp Kız) gibi filmleri de çekiyor. Yani uyarıyor: Arkadaş, bu kadını melekleştirmeye çalışıyorsunuz amma, bu da bir ifrattır. Eğer bir kadın şeytanının oyuncağı olursa erkeğin başına türlü işler getirebilir. Bunu da kendisinin melekliğine toz kondurmadan halleder. İnanmayan varsa filmin hikâyesini araştırıp okusun. (Aslı romandır zaten. Onun da Türkçesi mevcuttur. Boş vakti olan kurcalayabilir.) Zaten ümmete bu hastalık da arız oldu artık. Kendi kitabındaki doğruları bile ancak gavurlardan onayını işitirse kabul edebiliyor. Onlar onaylamasa kenarda bekletiyor.


Firavun zeki adamdı muhterem kârilerim. Tek gözlü, yani Deccalî, yani yalnız dünyanın işine konsantre bir akılcılığı vardı. O yüzden köle statüsünde yaşattığı İsrailoğulları'nın erkeklerini/erkekliğini öldürmüştü. O kavim ki, gördükleri nice mucizeye rağmen, Musa aleyhisselama defalarca kaypaklık ettiler. Savaşa gittiklerinde "Senle Allah'ın savaşsın!" deyip gevşediler. Tur dağına çıkınca hemen bir buzağı heykeli yapıp tapınmaya başladılar. Daha türlü türlü oyunları Musa aleyhisselamın müstakim erkekliğine çevirdiler. Onların kıssalarını okuduğunuzda Yakub aleyhisselamın oğullarına "Şehre ayrı kapılardan girin!" demesinin sırrına da bir derece vâkıf olursunuz. Kıptîlerin bu kadar erkek gibi erkeği beraber görünce rahatsız olacağını sezen bir feraset vardır bu nasihatte. Allahu'l-a'lem. Ki Mısır serüvenleri boyunca da İsrailoğulları'nın erkekliği Kıptîlerin devletini rahatsız etmiştir.

Bizim erkekliğimiz de elbette birilerini rahatsız ediyor. Sadece erkekliğimiz mi? Bizim kadınlığımız da aynı şekilde rahatsızlık verici. Küresel akıl, Deccalî tek gözlülük, yine hedefini ıskalamıyor. Hemen gelecek senaryoları üzerine çalışmaya başlıyor. "Bu kadar müslüman erkek-kadın olmamalı!" Eh. Firavun gibi doğanları kundağının içinde öldürecek değil ya. 'Nüfus kontrolü' diyor. 'Aile planlaması' diyor. Algı yönetiyor. Kapısından girecek erkek sayısını düşürmeye çalışıyor. Yetmedi mi? Erkekliği bastırıyor. Kadınlığı erkekleştirerek erkekliği geriletmeye gayret ediyor. Bunu da apaçık yapacak hali yok tabii. Bir meşruiyet inşası şart. O da nedir? 'Kadın hakları'dır. 'Pozitif ayrımcılık'tır. 'Eril gelenek'tir. 'Cinsiyet eşitliği'dir. Hatta bizzat devletin-piyasanın kadınları erkeklerden daha çok beğenmesidir. 

Sonuç ne olur peki? Bediüzzaman, 5. Şua'da, "Ahirzamanda bir erkek kırk kadına nezaret eder!" hadisini rahatsız edici bir şekilde tevil ediyor arkadaşlar: "Allahu a'lem bissavab, bunun iki te'vili var: Birisi: O zamanda meşru nikâh azalır veya Rusya'daki gibi kalkar. Bir tek kadına bağlanmaktan kaçıp başıboş kalan, kırk bedbaht kadınlara çoban olur. İkinci te'vili: O fitne zamanında, harplerde erkeklerin çoğu telef olmasından, hem bir hikmete binaen ekser tevellüdat kızlar bulunmasından kinayedir. Belki hürriyet-i nisvan ve tam serbestiyetleri kadınlık şehvetini şiddetle ateşlendirdiğinden fıtratça erkeğine galebe eder; veledi kendi suretine çekmeye sebebiyet verdiğinden, emr-i İlâhî ile kızlar pek çok olur." 

Biz bu 'rahatsız edici tevil'e (ne mutlu ki rahatsız ediyor) tecrübelerimizle şunu da ekleyelim: Musa karakterli erkeklerin sayısı kırktabire düşerse sırrın bir başka vechi de ortaya çıkmış olur. Çünkü yine Bediüzzaman der: "Erkekler hevâ ve hevesle kadınlaşırsa, kadınlar da nâşizelikle erkekleşir." Rakamlar bu hileyle de oynatılabilir yani. 

Öyle. LGBT üzerinden çevrilen 'erkekleştirme-kadınlaştırma' oyunlarına kanarsak, bırakın Allah rızasını, kendi şerefini-menfaatini-namusunu korumak için bile savaşmayı göze alabilecek erkekler-kadınlar bulamayacağız. İçimizdeki Musalar her çağrılarında "Senle Allah'ın savaşsın!" kaypaklığına maruz kalacaklar. Fitnenin en can yakıcı yeri ise yine şurada düğümleniyor: Bizi kesen baltanın sapı da bizden. İşin o kısmını bile çalışmışlar sanki. KADEM(e) KADEM(e) inşa edilen bir Amber Heard'lar ordusu Kızıldeniz'e doğru ümmeti kovalıyor. Kimse diyemiyor: "Bu kanunlar Johnny'e-Tony'e, uyar mı Ali'ye-Veli'ye?" Cenab-ı Hak denizi geçebilmeyi nasip eylesin muhterem kârilerim. Ama geçince de zor bitmeyecek.

24 Nisan 2022 Pazar

'Toplumsal cinsiyet eşitliği' değil 'karma ağıl yasası'dır

"Firavun, 'Biz onların oğullarını sürekli öldürüp kızlarını sağ bırakacağız. Elbette biz onları ezecek üstünlükteyiz!' dedi." (A'râf sûresi, 127)

İslam, bölgelerini ayırmakla, kadını erkeğin tasallutundan korumuştur. İslam, yine bölgelerini ayırmakla, erkeği kadının tasallutundan korumuştur. İslam'da erkek 'kadın eli sıkmamayı' hakaret hissiyle seçmez. Yani kadını 'dokunulmayacak kadar aşağı bir yaratık' olarak gördüğünden eylemez bunu. Bilakis 'bölgesine saygı duyulacak birisi' şeklinde tanımladığı için böyle davranır. Nitekim, şu hürmetle törede, 'yabancısı kadının yüzüne dikkatle bakan erkek' kınanır olmuştur. Yere bakarak konuşanlar erdemli görülmüştür. Hatırlarım ki, çocukluğumun Sivas'ında, büyüklerimiz bazı abilerimizi şu şekilde medhederlerdi: "Kimsenin eşiğinden içeriye bakmaz." Bu bir mertlik-yiğitlik alametiydi. Güzel ahlak belirtisiydi. Yine bir keresinde de şöyle sena edildiğini işitmiştim bir kadının: "Bir ordu erkeğin içine bıraksan namusuna baktırmaz."

Batı (me)deniyeti mahremiyeti 'dokunmak'la başlatıyor. Âmiyane tabirle: "Göster ama elletme!" diyor. Bu tutarsızlığı yüzünden taciz-tecavüz davalarının bini bir para. Bizde de vaktiyle 'baktırmamakla-bakmamakla' başlayıp 'yabancısıyla yalnız kalmamakla' devam eden bir medeniyet vardı. Çitleri daha gerideydi. Ve kesinlikle daha çok işe yarıyordu. Zemini İslam fıkhıydı. Bu fıkıh 'kadına namusunda iftira atmayı' en büyük günahlardan sayıyordu. Başka bir sınırı da nikahtı. Zinayı feci cezalandırıyordu. Dahası da var: Hatlar hiçbir şekilde karışsın istemiyordu. Akıllar bulansın arzulamıyordu. Kimlikler çorbalaşsın hazzetmiyordu. Erkeği erkekken kadını da kadınken beğeniyordu. Kurda keçiliği, keçiye kurtluğu, özendirmiyordu. Ne bölgelerin fazla içli-dışlı (laçka) olmasına taraftı da ne de kimliklerin. Siz de buradan bir marifete erişiyordunuz: Âlemleri yaratan Hüda, yaratışta koyduğu farkları, yaşayışta da istiyor. Yani kendisiyle çelişmiyor. Zaten bizim Allahımız kendisiyle çelişmekten münezzehtir.

Her ne yapsa büyük resmi görerek yaptığı için hem kadının hem erkeğin mağduriyetlerine şifa sunuyordu bu yasa. Fakat modern insan Allah'ın koyduğu sınırları sevmez. Neden? Çünkü vehminde kendisi bir ilah olmuştur. İlah olduğuna karar verdiği için de mahlukatın hukukunu yeniden düzenler. Herşeyi yaratanın ilmine, ihatasına, hikmetine, kudretine sahip değilmiş, ne gam! Hiçbirşey bilmeyenin gururuna sahiptir ya. Böylece kurtla keçi için 'karma ağıl' yasasını yürürlüğe koyar. Sabahları yerlerde kan mı görülüyor? Peh. Kurtların kurtluğundandır efendim. Keçilerin de keçiliğindendir. Keçileri koruyacak müeyyideler koyalım. Yetmezse ağırlaştıralım. Öyle ki kurdu kurtluktan usandıralım. Hem keçiye de kurtluk aşılayalım. Kurtlar keçiliğe özensin. Keçiler de kurtluğa başlasın. Toplumsal tırtıyet eşitliği olsun. İki taraf da tırtlaşsın. "Yahu bunları aynı ağılda barındırmasak?" Olmaz. Zinhar. Kat'a. Orada hata yaptığımızı kabul edersek ilahlıkta haksız çıktığımızı da kabul etmiş oluruz. Yeniden kulluğun kapısını çalmak işimize gelir mi?

Modern insan toplumsal huzurundan vazgeçer de uluhiyet iddiasından vazgeçmez. Aksi sezilir korkusuyla bir de 'karma ağıl yasası'nın en doğru birşey olduğuna çiftlikteki herkesi ikna eder. Hâkim söylem haline getirir. Bunda öyle bir zirveye de erişilir ki, keçiler, aynı ağılda barınmak istemeyen kurtlardan şikayetçi olurlar. Eşitlik isterler. Sakınanı görürlerse çağdışı ilan ederler. Gözünü yummak da yok. Budlarını ağızlarına uzatırlar. Etlerini gözlerine getirirler. Eh, peki, tamam. Lakin sabahları kan görünce öfkeleri yine kurtlaradır. Şu kurtlar, bu kadar kurt olmasalar, ne güzel bir ağılda yaşanılır. "Bir ağılda yaşamasak?" O değildir aranılan arkadaşım. Dedim ya: Bunu sorgulayamazsınız. Bunu sorgulamak demek Fâtır-ı Hakîm'in fıtrat yasasına dönmek demek. Halbuki modern insan 'yaratıcının yasayıcı de olacağı' düşüncesini çoktan aştı.

Dedik ya: İslam, bölgelerini ayırmakla, hem kadını hem erkeği birbirlerinin tasallutundan korumuştur. Evet. Mesela: Mahremiyet sınırı sayesinde birçok meslekte hem kadın hem erkek kategorilerinin oluşmasını sağlamıştır. "Nasıl?" Hekime mi gideceksiniz? Mahremiyet var. Elbette mümkün mertebe hemcinsinizi tercih edeceksiniz. Bu tercihiniz onların da varolmalarını sağlayacak. Terziye mi ihtiyacınız var? Öğretmen mi arıyorsunuz? Elbette talebinizi takvanız şekillendirecek. Böylelikle hem kadın hem erkek meslek erbabı yetişmiş olacak. Yani piyasa diliyle söylersek: Fıkhın talebi meşrunun arzını belirleyecek. Hem de öyle belirleyecek ki: Kimse kimsenin alanına giremeyecek. Bir erkek "Ben de kadınlarla ilgilenmek istiyorum!" diyemeyecek. Bir kadın "Ben de erkek hastalara bakacağım!" söyleyemeyecek. Bu ciddi bir koruma/destekleme değil midir? "İslam kadınları engelliyor!" diyenler bu ayrımın sağladığı katkıyı görmezler mi?

Görmezler. Çünkü onlar kurda keçiyi ısırtmak, keçiye kurdu boynuzlatmak, hâsılı, "Her ne olursa mümkün mertebe duvarsızından ayarlansın!" istemek durumundadırlar. Tekrar geri dönmek geçmiş bütün adımları sorgulamaya açacak çünkü. Küresel ısınma, çevre felaketleri, ozon delinmesi, buzul erimesi, dünya savaşları, salgınlar, açlıklar... Bunları idare ediyor kendince. Fakat şu son dosyayı artık kaldıramaz. "Kadın-erkek sınırlarını kaldırmakla da hata ettim!" diyemez. 

Sana yazarken aklıma geldi arkadaşım: Şimdilerde, ABD'de, erkekliğinde başarısız bir yüzücünün, fıtratını boşverip, kadınlar kategorisinde altın madalya kazanmasını tartışıyorlar. İlginçtir. Başka konularda 'karışmayı' talep edenler bu defa da 'karıştırılmamayı' arzuluyorlar. Zira bu şekilde kazanan kalabilmeleri mümkün görünmüyor. Yeni bir tasallut türü kadınlar için yaklaşıyor yani senin anlayacağın. Sonradan kadınlar, önceden kadın olanlara, önceden varolmayan sorunlar çıkarıyorlar. (Buradan anla ki: Sonradan erkekler de, önceden erkeklere, önceden varolmayan sorunlar çıkarabilirler.) Bediüzzaman yine haklı çıkıyor gibi geliyor bana.  Ne söylediğini elbette hatırlarsın: "Erkekler, hevâ ve hevesle kadınlaşırsa, kadınlar da nâşizelikle erkekleşir." Demek bir ağıla boca edilince keçilerle kurtların gerilim yaşaması kaçınılmaz.

Yaranın inkârı her yaradan daha büyük yaradır

'Delilleri küçümsemek' diye bir hastalığımız var arkadaşım. Acizliğimizden kaynaklanıyor. Çünkü ellerimiz pek küçük. Okyanussa çok b...