Evliliği de aynı kapsamda ele almak istiyorum. Bu yorumum belki çok seküler bulunacak kimileri tarafından, fakat riski göze alacağım. İnsan evlendiğinde eline geçen nedir? Yine böylesi bir ünsiyet kolaylığı değil midir? Kafasındaki ve omzundaki yüklerin büyük bir kısmını, bir hayatı beraber yaşayacağı kişinin kafasıyla ve omuzlarıyla paylaşarak sıradışılığın yükünü azaltmış olur evlenen.
İhtimal hesapları, gençliğin (mürşidimin ifadesiyle) 'akıldan ziyade hissi dinleyen' yönüne bir zenginlik gibi görünebilir. Fakat insan yaşlandıkça, hissinden ziyade aklının sözünü dinlemeye başladıkça ve bedeni "Ben bu ihtimallerin hepsine yetişemeyeceğim!" diye bağırdıkça ister istemez bir kanaatkarlık sarar benliğini. Eller küçüktür ve tutulacak çok şey vardır. Ellerin hırsı azalır. Akıl, daha az şeyi tutmanın daha rahat taşımak noktasında faydası olduğunu farkeder. "Din kolaylıktır..." buyuruyor Efendimiz aleyhissalatuvesselam. Bundan ilham ile diyebilirim ki: Evet, her çiçekten bal almaya çalışan şaşkın sefil olmaktansa, şeriatın dairesinde amel eden bir kanaatkar olmak kolaylıktır.
Günahların 'kolay'ı, takvanın ise 'zor'u temsil ettiğini düşünürüz. Bunun da hata olduğu kanaatindeyim. Evet, yıkmak elbette yapmaya göre 'eylemsel' bir kolaylık içerir. Fakat 'varlıksal/vücudî bir kolaylığa sahip olduğundan bahsedilemez. Günah, varlıksallıktan yoksun eylemlerden oluşur. Varlıksallıktan yoksun olduğundan dolayı da ona bu anlamda bir kolaylık yüklenemez. Ancak tensel/nefsi zevkler, hatta onların bile yarın büyük bedelleri olacak aceleci yanı bakımından kolaylıkları olur günahların. Ancak an'ı aştığınız anda, zaman müfessirliğini gösterir ve eylemsel olanın varlıksal olmadığını yüzünüze çarpar.
"Elhasıl: Gençlik gidecek. Sefahette gitmişse, hem dünyada, hem âhirette binler belâ ve elemler netice verdiğini ve öyle gençler ekseriyetle suiistimal ile, israfat ile gelen evhamlı hastalıkla hastahanelere veya taşkınlıklarıyla hapishanelere veya sefalethanelere veya mânevî elemlerden gelen sıkıntılarla meyhanelere düşeceklerini anlamak isterseniz, hastahanelerden ve hapishanelerden ve kabristanlardan sorunuz. Elbette hastahanelerin ekseriyetle lisan-ı hâlinden, gençlik saikasıyla israfat ve suiistimalden gelen hastalıktan eninler, eyvahlar cevabını işittiğiniz gibi, hapishanelerden dahi, ekseriyetle gençlik saikasıyla gayr-ı meşru dairedeki harekâtın tokatlarını yiyen bedbaht gençlerin teessüflerini işiteceksiniz. Ve kabristanda ve mütemadiyen oraya girenler için kapıları açılıp kapanan o âlem-i berzahta, ehl-i keşfü'l-kuburun müşahedesiyle ve bütün ehl-i hakikatin tasdikiyle ve şehadetleriyle, ekser azaplar, gençlik suiistimalâtının neticesi olduğunu bileceksiniz."
Bediüzzaman, Üçüncü Söz'de, sağdan gidecek olan yolcunun saadetinin 'mugaddî hülâsalardan dolu dört okkalık bir çanta ve her adüvvü alt ve mağlûp edecek iki kıyyelik bir mükemmel mîrî silâhı taşımaya mecbur' oluşuyla bir ilgisi olduğunu söylüyor. Kıssaya daha genel bakalım: Birisi göze alıyor bu yükü, diğeri ise 'zahirî bir hıffet'i tercih ediyor. Yolculuk süreçlerinde ise halleri şöyle:
"O iki asker, o muarrif adamın sözünü dinledikten sonra, şu bahtiyar nefer sağa gider. Bir batman ağırlığı omuzuna ve beline yükler. Fakat kalbi ve ruhu, binler batman minnetlerden ve korkulardan kurtulur. Öteki bedbaht nefer ise askerliği bırakır, nizama tâbi olmak istemez, sola gider. Cismi bir batman ağırlıktan kurtulur; fakat kalbi binler batman minnetler altında ve ruhu hadsiz korkular altında ezilir. Hem herkese dilenci, hem herşeyden, her hadiseden titrer bir surette gider. Ta mahall-i maksuda yetişir; orada âsi ve kaçak cezasını görür."
Özgürlük, hiçbirşeyle bağlanmamak anlamında bir özgürlük, hayr-ı mahzı veya katıksız mutluluğu temsil eder mi? Hiçbirşeyle bağlı olmamak ve her dilediğini yapmak 'hayat kalitesinin' tek geçer akçesi olduğunu bize dayatabilir mi? Kuş örneğinden devamla konuşmak istiyorum: Olamaz gibi geliyor bana. Çünkü kuş, kuş kadar özgür olabilmek için bir hiffet/hafiflik bedeli ödemek zorundadır. Yanında kendisini korumaya yarayacak güçlü pençeler/kaslar bulunduramaz. Kalın bir kabuk da taşıyamaz sırtında. Ona bu zahirî özgürlüğü kazandıran şeyler aslında daha kolay incinir olmasına da sebep olur. Belki bu zayıflıklarındandır kuşların bazı türlerinin göçmen olması. Hafifliği ve naifliği aynı coğrafyada kalarak kışı geçirmesine müsait değildir. Fakat görece özgür olmayan(!) çok hayvan vardır ki; kışı da, yazı da aynı yuvada geçirirler.
Kuş, bir mevsim boyunca sevdiği şeyleri arkasında bırakmak zorundadır başka iklimlere uçarken... Özgürlüğü, onu ayrılıklara müptela kılmıştır. Ve tedirgindir. Konduğu her yerde ürkektir, çünkü kolay incinir ve incitilir bir haldedir. En ufak harekette yükseklere kanatlanarak hayatta kalmaya çalışır. Onun kadar özgür olmayan birçok hayvan vardır ki, böyle korkulardan azade yaşarlar. Peki, bunca tedirginlik bedeli ödendikten sonra, kuş hâlâ özgür müdür?
İman etmenin de böyle bir yükü ve o yükün ardından gelen bir kolaylığı var. Ateist, günde beş vakit namaz kılan ve yılda bir ay oruç tutan mü'mine göre, daha özgür hissedebiliyor kendisini. Hatta bunu hünermiş gibi savunabiliyor da. Fakat kazandığı bu zahirî hafifliğin kuşun halinden ne farkı var? Özgürlük yalnız 'az bağımlılıkla' değil, 'az korkuyla' da ilgili birşey. Ateist hakikaten korkusuz mudur?
"Evet, her hakikî hasenât gibi, cesaretin dahi menbaı imandır, ubûdiyettir. Her seyyiât gibi cebânetin dahi menbaı dalâlettir..." diyor mürşidim. Neden? Çünkü imanın sağladığı bir diğer kolaylık da varlıkla kurulabilecek ülfet ilişkisidir. Kafir bu ilişkiden mahrumdur. Tevhide iman etmiş bir mü'min, varlıkla ilişkisi sırasında (ve hatta kendi içinde sâdır olabilecek her duruma karşı da) bir yoruma/anlamlandırışa sahiptir. Hepsine dair bir devayı, ta Kur'an'dan ve sünnetten başlayan bir tedris ile, ders almaktadır. Hayatta karşısına çıkacak hiçbir soru/sorun çalışmadığı yerden çıkmaz. Çünkü Allah Resulü aleyhissalatuvesselamın hayatı her anıyla nümune-i imtisal olarak önünde durmaktadır. Ve yaşadıklarının mutlaka onun yaşadıklarına benzeyen/bağlanacak bir yanı vardır. İmanın içerdiği intisab bir açıdan da bu ünsiyetle (ünsiyeti sağlayan anlam dünyasıyla) kurulan bir bağdır. Anlamlandırdığı şeyden korkmaz insan.
Hasta mı oldunuz? Hz. Eyyub'dan (a.s.) başlar dersiniz. İnsanların içinde yalnız mı kaldınız? Hz. Nuh'tan (a.s.) başlar dersiniz. Güçlü bir zalime karşı hakkı söylemeniz mi gerekiyor? Hz. Musa'dan (a.s.) başlar dersiniz. Bu açıdan diyebilirim ki; hiçbir mü'min hayatını tek başına yaşamaz. O bir hayatı İslam tarihiyle ve oradan kendi dünyasın akseden misallerle ve derslerle birlikte yaşar. Hadiste buyrulurur: "Mü'min mü'minin aynasıdır." Bu mübarek miras ağırlık yapacak iki kıyyelik bir silah gibi görünebilir. Ama aslında zorluklara karşı ayakta kalmanızı sağlayacak bir güçtür. Uçup kaçmanıza gerek kalmaz. Kalır ve anlamlandırırsınız.
İman bizi herşeyin anlamlı olduğu bir dünyaya davet ediyor. İbadetler bu anlamları tekrar ederek onları kalbimizde diri tutmamızı ve ateşini harlandırmamızı sağlıyor. Bu ünsiyet dünyasından yoksun kaldıktan sonra 'her istediğini yapmanın' ne faydası olabilir ki insana? Takva işte bu açıdan bir güçlüğün değil kolaylığın namıdır. Tevekkül bu tanıdıklığa dönük teslimiyettir. Allah'ın marifetiyle ilişkili olarak yarattıklarıyla ilişkiniz de hoşlaşır. Allah'ın şuunatı ve isimleri her eserinin ardından size göz kırpar. Kendi dünyanıza bakın: Sevdiğinizin kulağınızı çekmesi bile size iltifat gibi gelir. Çünkü failin iyiliği fiile sirayet eder. Yabancınızın yanağınızı okşaması bile korkutur. Çünkü faile dair bilinmezlik korkusu fiile de işler. Hasılı: Kuşların özgür olduğunu kim söyledi? Özgür olan korkmayanlardır.