Videoyu açımdan ilginç kılan bir diğer yönü: Küfrün ne kadar tutarsız demagojilere dayandığını da anlatıyor oluşu. Ne kadar kerli ferli adamlar söylüyor olurlarsa olsunlar, ne tür şatafatlı materyal kullanırlarsa kullansınlar, küfrün kendisi bizzat tutarsızlığın kaynağı. Kelimenin lügavi karşılığı olan 'örtmek' manası, aslında müntesiplerinin gayretlerini ne yönde kullandıklarını da gösteriyor bize. Onlar 'örtmeye' çalışıyorlar. Neyi? Apaçık olanı. Tutarlı olanı. Kaçınılmaz olanı. Mutlak ve mutlaka olanı. Küfrün her türlü söylem ve eylemle başarmaya çalıştığı şey bu. Fakat İslam öyle değil. İslam, zaten kainatın üzerine yaratılmış olduğu hakikat hakkında ve yine kainatın sahibi tarafından vahyedildiği için varlıkla hiçbir çelişkisi/çatışması yok. Ona dayanmakla güçleniyor insan. Bazen bir küçük Einstein altediyor böyle öğretmenini, bazen de bir büyük İbrahim aleyhisselam baltasıyla altediyor bütün kavmini. Örtmeye çalışan, örtüyü tanımayanın veya aşmaya alışık olanın feraseti karşısında apışıp kalıyor.
"Nasıl bir sultan-ı azîmin bir âdi neferi, o padişahın namıyla ve onun kuvvetiyle bir memleketi hicret ettirebilir, iki denizi birleştirebilir, bir şahı esir edebilir. Öyle de, Ezel ve Ebed Sultanının emriyle, bir sinek bir Nemrut'u yere serer; bir karınca bir Firavun'un sarayını harap eder, yere atar; bir incir çekirdeği bir incir ağacını yüklenir."
Bâtılın bütün gücü 'hâkim söylem' olmakta saklı. Hâkim söylem olmak ne demek? 'Hâkim söylem olmak' farklı bir sese nefes aldırmayacak kadar gürültücü olmaktır. Genelliğinin şiddettinden dolayı sorgulanmamaktır. Küfür de bunu başardığı dönemlerde müntesiplerinin sayısını arttırıyor. İşte böylesi zamanlarda zihinler farklı düşünmeyi (daha doğrusu örtüsüz düşünmeyi) unuttuğu için Cenab-ı Hak nebiler gönderiyor topluluklara. Unuttukları fıtrî düşünme biçimini hatırlamaları için. Varoluşun küfür tarafından cevaplandırılamamış ve asla da cevaplandırılamayacak sorularını yeniden anımsamaları ve sormaları için. Nebiler, öncelikle, bize lütfedilmiş berrak zihinler ve kalplerdir. Fıtratlarının ismet derecesindeki saflığı onları örtülü düşünmekten korur. İnsanlığı fabrika ayarlarına öyle bir şiddette çağırırlar ki, yaptıkları dalgalanma bazen binlerce yıl ötesine uzanır, tıpkı Efendimiz aleyhissalatuvesselamın yaptığı mübarek dalgalanma gibi.
"Kral Çıplak" masalını hatırlayalım. O masalda kralın çıplak olduğunu söylemeye cesaret edebilen kimdi? Bir çocuk değil miydi? İşte çocukların sahip olduğu fıtrata/saflığa yakınlıktır ki, hakikatin hakikat olduğunu görüp tanımada onlara bir avantaj kazandırır. Çocuk, kalabalığa göre hareket etmeyi sonradan öğrenir. Benedict Anderson'un ifadesiyle 'Hayali Cemaatler' üzerine inşa edilen ulus-devlet sistemlerinin aynı zamanda 'ilköğretimin mecburi olduğu' eğitim süreçleri dayatması tesadüf değildir. Bu sistemde kavminden uzakta büyümüş İbrahimlere katlanılamaz. Her çocuk önce 'örtülü düşünmeyi' öğrenmeli ve bir daha 'acaba' demeyecek kadar örtüsüne alışmalıdır.
Hz. Musa aleyhisselamın kıssasına götürmek istiyorum biraz da sizi. Hz. Musa'nın mucizelerinden birisi de attığı asânın yılana dönüşmesiydi. Bunu sihirbazlar da başka şeylerle (ip gibi şeylerle) başarıyorlardı. Fakat Hz. Musa'nın yılanı onların ummadığı birşey yaptı. Diğer bütün yılanları yuttu. Sihirbazların bu olaydan sonra şöyle dedikleri nakledilir: "Bu kesinlikle sihir değil. Çünkü bir sihir diğerini yutmaz." Bu kıssadan hakikat-demagoji bağlamında bizim de bir hisse alabileceğimizi düşünüyorum. Hakikati tastamam ortaya koyduğunuzda sizin de karşınızda hiçbir demagoji dayanamaz. Demagojiler, ancak ehl-i cerbezenin zihin boyamakta kullanabilecekleri zayıf ayak oyunlarıdır. Fakat hakikat, ortaya koyduğu sorular ve onlara verdiği kusursuz cevaplarla demagojilerin tüm yalancı mumlarını söndürür. Bir demagoji diğerini değersiz kılmazken hakikat kendisinden başka herşeyi değersiz kılar.
Mürşidim, Ene Risalesi'nde "Sonra, nev'in enaniyeti de bir asabiyet-i nev'iye ve milliye cihetiyle o enaniyete kuvvet verip, o ene, o enaniyeti nev'iyeye istinad ederek, şeytan gibi, Sâni-i Zülcelâlin evâmirine karşı mübareze eder..." diyor. Peki, kişisel enaniyet türün/nev'in enaniyetine nasıl dayanır? Bunu da biraz örtme faaliyetinin kollektif yürütülmesiyle sağlanan baskılamaya bağlıyorum. Beyaza siyah demek bir kişinin yaptığı bir işken tersini söylemek ve hakikati açıklıkla beyan etmek kolaydır. Peki, yüz kişi aynı şeyi söylerken? Solomon Asch'in deneyini hatırlayalım: Deneklerden yüzdeotuzikisini grubun yanlış cevabını, yanlışlığı apaçık ortada olmasına rağmen, desteklemeye götüren neydi? Asch deneyi, bize, Bediüzzaman'ın nev'in enaniyeti dediği şeyi de bir nebze koklatıyor: Hep beraber kanmak ve kandırılmak istiyorsanız, kandırılmak ve kanmak sizin için artık daha kolaydır.
Markar Esayan Hoca'nın İyi Şeyler kitabında bir ifadesi vardı: "(...) bilimsel açıklamanın vicdanî itirazları gideren bir gücü vardı." Aslında küfür baştan sona bunu yapıyor. Hakikati örtme çabasından dolayı vicdanın çıplak sancısına maruz kalan ehl-i küfür, bu sancıyı gidermenin yolunu demagojik açıklamalarda buluyor. Bu açıklamaların büyük bir kısmı da bilim kisvesi altında yapılıyor. Ve siz, o bilim denen şeye daha baştan bir hakikat muamelesi yaptığınız için, vicdan sesini kesmeye başlıyor. Bir adalet-i izafiye çağrısı gibi bu. Mesela: Tarihte yapılan bir zulmü detaylarıyla andığınızda size destek çıkan ve sizinle üzülen bir kişi, biraz karşı tarafın demagojisine maruz kaldığında şunu söyleyebiliyor: "Ama öyle yapılmasaydı da bugün bu durumda olamazdık!" Biraz yakın tarih veya Mustafa Kemal özelinde olaya eğilin. Kürtlerle veya alevilerle bireysel anlamda hiçbir sorunu olmayan insanların/arkadaşlarınızın "Dersim katliamı yapılmak zorundaydı!" dediklerine şahit olacaksınız.
Bütün bunları yazarken aklımda şu ayet vardı: "Allah'tan başka dostlar edinenlerin durumu, örümceğin durumu gibidir. Örümcek bir yuva edinir; halbuki yuvaların en çürüğü şüphesiz örümcek yuvasıdır. Keşke bilselerdi!" Ankebut sûresine de adını veren kırkbirinci ayeti bu. Cenab-ı Hakkın kafirlerin durumunu neden örümceğe benzettiğini çok düşünmüşümdür. Zahiren bağlantı açık. Örümceğin yuvası zayıf. Kafirin de Allah'tan başka sığındığı dostlar zayıf. Fakat bundan ibaret gibi gelmiyordu bana bu teşbih. Geçenlerde örümceğin ağını nasıl emekle yaptığını gösteren bir videoya denk geldim. Teşbihi daha farklı görmeye başladım. Örümcek hakikaten evine büyük bir emek harcıyor. Belki saatler sürüyor ağını o güzellikte örmesi. Gayet süslü birşey de oluyor. Ancak o emek tıpkı demagoji gibi. Altı boş bir emek. Yuva yapma sistemindeki zayıflık nedeniyle evi de güçlü değil. Örümcek birşeylerin üzerini şeffaf bir örtüyle kapatarak avlanıyor. O örtüyü göremeyecek kadar zayıf gözleri ve aşamayacak kadar zayıf bedenleri avlayabiliyor. Küfrün demagojisi bundan farklı mı?
Küfür de ancak örtüsünü aşamayan nazarları avlayabilecek bir demagojiye sahip. Hz. İbrahim'in Nemrut'u, Hz. Musa'nın Firavun'u, Hz. Muhammed Mustafa aleyhissalatuvesselamın Ebu Cehil'i defaatle altettiği gibi, azıcık bir hakikatle kocaman tahtlarının ve bahtlarının yerinden olması mümkün. Hz. Musa'nın asâsı nasıl sahte yılanları tarumar ettiyse, Hz. İbrahim'in baltası da putları öyle paralamıştı. Allah Resulü'nün dilindeki vahiy de cahiliye şiirlerine ve söylemlerine aynı darbeyi indirmemiş miydi? Örümceğin yuvası, ne kadar şatafatlı görünürse görünsün, kuvvetli bir müdahalede dağılmaya muntazırdır. Einstein'in, daha çocukken, bir öğretmeni yerin dibine sokabilmesindeki sır da buydu. Kuvvet haktadır. Hak kuvvette değildir. Örümcek ne kadar çabalarsa çabalasın yuvasını süpürgeden daha güçlü yapamaz. Fakat, tıpkı hicret sırasında olduğu gibi, aklı gözünü aşamayanların önünde alaycı bir perde olabilir.