'Bismillah' demenin bir 'tebliğ' bir de 'teslim' yönü var sanki arkadaşım. Evet. Verirken 'Bismillah' diyen özbir kalbine 'asıl mülk sahibinin Allah olduğunu' hatırlatır. Elhamdülillah. Alırken 'Bismillah' diyen de az farklısıyla aynısını yapar. Yani anımsar: Asıl bağışlayan muhatabı değil Allah'tır. Esbap yalnızca perdedir. Buradaki görünümler mecazîdir. Fakat her ikisi de 'Bismillah'larını birbirlerine (veya çevrelerine) işittirdiklerinde mübelliğ makamına geçerler. Çünkü işitenlere de alışverişin Malik-i Hakiki'si ihtar edilmiştir. İç-dış dengesi böylece kurulur.
Ne güzeldir. 'Alan' Bismillah dediğinde 'veren' içine söylediğini dışından tekrar işitir. Zikr-i hafîsi zikr-i cehrîyle destek bulur. Enfüsüne nasihati âfâkta şahitlenir. Kuvvetlenir. Delillenir. Veren 'Bismillah' dediğinde de alanın gönlüne aynı tebliğ dokunur. Hayy'dan gelen Hû'ya gitmiştir. Nedenlerin-sonuçların yaratışta tesiri yoktur. Böylece vesileler vesileliklerini ilan ederler. Demek 'Bismillah' müslümanca varlık algımızın bir tür alemidir. Sembolüdür. İşaretidir. Onu her deyişinde çarkların üstünde bir okumayı, şuursuzca da olsa, kasteder.
Mürşidim bir yerde bu sadedde diyor ki:
"Hem veren 'Bismillah' demeli, hem alan 'Bismillah' demeli. Eğer o 'Bismillah' demiyor, fakat sen de almaya muhtaçsan, sen 'Bismillah' de, onun başı üstünde rahmet-i İlâhiyenin elini gör, şükürle öp, ondan al. Yani, nimetten in'âma bak, in'amdan Mün'im-i Hakikîyi düşün. Bu düşünmek bir şükürdür. Sonra o zâhirî vasıtaya istersen dua et. Çünkü o nimet onun eliyle size gönderildi."
İşte, arkadaşım, alanın 'Bismillah' deyişindeki yeterlilik, sanki biraz da 'tebliğ' makamına bakar. Allahu'l-a'lem. Veren 'Bismillah' şuurunu taşımıyor olsa da, alanın 'Bismillah' deyişi, vesilenin aşkınlık sanrısını berhava eder. Şahit arayışını boşa düşürür. İçindeki dalaleti köreltir. Tevehhümünü dağıtır. Firavun'un, "Rabbiniz değil miyim?" diye sormakla kavminden aldığı tasdik, sihirbazlarının imanına karşı sergilediği kızgınlık, bu meyanda söylenenleri haklı çıkarır. Kur'an yaşanan diyaloğu elbette pekçok hikmetle nakletmiştir. Onlardan belki birisi: Her sahtekâr kandırmacasına şahit ister. Kandırmayanı olmayan yeterince kanamaz. Öyledir. Perestlerin putlarına tutunduklarından fazla putlar perestlerine tutunur.
Kandırmadığımızda kanabilecekleri de kurtarıyoruz demek ki arkadaşım. Ne mutlu. Hatta derim ki: Mü'minin mü'mine aynalığı buradan da tefekkür edilebilir. Aleyhissalatuvesselam Efendimiz, onu 'dilinden-elinden emin olunan' diye tarif ederken, aynalığının mahiyetini de nazara veriyor sayılamaz mı? Şunu yalnız 'zararsızlık' olarak da düşünmemek lazım. Eksik kalıyor çünkü. Yeri geldiğinde 'faydasızlığımız' da faydadır. Şeytana yardım etmeyen meleğin yanındadır.
Yine zulmünden alıkoymamızın zalime yardım olduğunu Ondan öğreniyoruz. (Öğrendiklerimiz sayısınca salat u selam olsun.) Dikkat ettin mi? Hepsinin özünde dürüstlüğümüze yapılmış bir gönderme var sanki. Evet. Eğer kavmi Firavun'u iddiasında tasdik etmeseydi bu derece şaşırır mıydı? Herkes alırken 'Bismillah' deseydi verenler mağrur olabilirler miydi? Dürüstlüğümüze de bir başlangıç arıyorsan itikadımızı düşün isterim. Allah'ın yarattığı herşeyi yine Allah'a vermek doğruluğun bidayetidir bence. Burayı şaşırdıktan sonra aşağıda o ahlak kolay kolay toparlanmaz. İlk düğmesi yanlış iliklenmişi yukarıda toparlayamazsın çünkü.