Hüsnü Bayramoğlu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Hüsnü Bayramoğlu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Aralık 2019 Perşembe

Mutlak vekilliği nerede aramak gerekir?

Takip edenler hatırlayacaklardır: Mutlak vekilliğin nurcular mabeyninde en ateşli bir şekilde konuşulduğu dönemlerde konuya dair '5' tane eleştirel yazı kaleme almıştım. "Mutlak Vekilliğe Serzenişler..." anabaşlığı etrafında şekillenen bu yazıları telif etmekteki ana amacım 'ifrata müsait gördüğüm bir zemini çerçeve içinde tutabilmek'ti. İlkini 6 Eylül 2014'te sonuncusunu ise 11 Kasım 2016'da kaleme aldığım bu yazılar yüzünden, beklediğim üzere, epey bir zılgıt yedim. Eleştirildim, beddualandım, lanetlendim, hain görüldüm, ajan sayıldım, aforoz edildim, vesaire. Önemli değil. Hiçbirisi umurumda olmadı. Olmuyor da. Nihayetinde aradığımız kullarının değil Allah'ın rızasıdır. Ben de onu aradım. Gayrısına bakmadım.

İşte o yazılardan "Bediüzzaman'ın vekili mutlak olur mu?" başlıklı 5.'sinde şöyle bir noktaya dikkat çekmiştim: "Beyanlardaki mutlaklıklar başka zaruretlerle takyid olunabilir." Özetle: Münazarat'ta geçen bir metnin öğrettiği usûl çerçevesinde mevzuu ele alıp, 'mutlak vekillik' çıkarımının yapıldığı lahikaya misafir olmuş ve şunları yazmıştım:

"Kimi zaman metinlerdeki mutlaklığın da takyidi gerekir. Cuma sûresinin 10. ayetindeki 'Namaz kılınınca artık yeryüzüne dağılın!' emrini mutlak bir şekilde anlamak camide kalanları harama girmekle suçlamak olur. Halbuki kalmak caizdir. (...) Eğer mezkûr kavram da sınırlandırılmazsa mutlak/sonsuz bir sınırsızlıkla anlaşılmaya mecbur olunur. Böylesi bir mutlaklık ise ya 'birebir' ya 'aşkın' olur. Matematikten de biliyoruz ki: İki kümenin birbirini tam olarak kapsaması ya eşitlikle yahut da birinin diğerinin altkümesi olmasıyla mümkündür. O halde Bediüzzaman'ın yerini doldurabilecek kişinin şu özelliklere sahip olması gerekir. (...) Konuştuklarımızdan hareketle düşünelim, Bediüzzaman'ın mutlak şekilde vekili kim olabilir? Doğrusu; piyasada Bediüzzaman'ın ilmini, ahlakını, faziletini vs. taşıyabilecek insan bulmak zordur. Allah selamet versin, vekilliği mutlak olarak anlaşılmaya çalışılanlar ise, bırakınız mutlak bir şekilde vekil olmayı, Bediüzzaman'ın ihtisas sahibi olduğu tek ilimde bile vekili olamayacak seviyededirler. Ne medrese görmüşlerdir ne de Bediüzzaman'a 'bediüzzaman' dedirten tecrübelerden geçebilecek durumdadırlar."

"Öyleyse bu insanlara Bediüzzaman'ın vekilliği 'mutlak' bir şekilde verilmez. Ya nasıl verilir? Kurban vekaleti misalinde olduğu gibi kayıtlı bir şekilde verilir. Ki biz de mutlak vekilliği böyle anlamayı teklif ediyoruz: 'Mutlak ise takyid olunabilir.' Bediüzzaman'ın verdiği bu mutlak vekillik, 'Benden sonra bu insanların sözü benim sözümdür!' değil, 'Telif ettiğim eserlerin neşriyatı vefatımla kesilmesin. Bu genç talebelerim hukuken tam yetkili ve izinli olup devam ettirsinler!' vekaletidir. Mutlaklığı neşriyat hizmetinde bir mutlaklıktır. Çünkü hayatları (dikkat edilirse anılan isimler o dönemin en genç talebeleridir) daha devam edecektir. Aşkınlık varsa sadece bu yönde vardır. Bediüzzaman çok yakında vefat edecekken o kişiler daha uzun süre yaşayacaklardır. Allahu'l-a'lem."

Uzun yazıdan kısa kısa, bazen de atlayarak, yaptığım bu alıntıların ardından (meraklısını aslına havale edip) asıl konuya gelelim: Bu yakınlarda İmam-ı Rabbanî Hazretlerinin Mektubat'ında buna benzer bir meseleyi okudum. Elhamdülillah. İmam'ın da bakışını bir parça mezkûr yazıdaki duruşuma benzettim. Mirza Hüseyin Ahmed'e yazılan 32. Mektup'ta, İmam, onun Şeyh İlâhdâd isimli birisine dair sorularını cevaplıyor. Mirza Hüseyin Ahmed vefat etmiş şeyhlerinin bu kişiyi yerine bıraktığını yazıyor. İmam'ın yaklaşımı ise elbette daha derûnî. O, bu tarz bir vekaletin 'işitme/duyma' ile değil 'haketmeyle' mümkün olabileceğini, eğer işin içinde 'haketme' yoksa duyulanın başka türlü anlaşılması gerektiğini ifade buyuruyor. Yerinden alıntılayalım:

"Kıymetli rehberimizin, bulunanların gözü önünde, bu makamı Şeyh İlâhdâd'a bırakmış olduğunu yazıyorsunuz. Bu sözü incelemek lazım gelmektedir. Ona bırakmak demek, orada bulunanlara ve gelip gidenlere hizmet etmek ve yemelerinden, içmelerinden bilgisi olmak demek ise, biz de böyle söylemekteyiz. Yok, eğer yetiştirmek ve şeyhlik makamına oturmak ise, bu olamaz." Devamında bu kişinin durumu hakkında şüphelerini de yazıyor Hazreti İmam: "Şeyh İlâhdâd fakiri nisbetin ne olduğunu nereden bilmektedir? Kalbinde bir parça huzur vardır. Ne halde olduğunu başkaları da bilmektedir. O nisbeti kendisine veren kimdir? Bunları bildiriniz. Böylece bu fakir de kendisine yardımda bulunayım."

İşte 'mutlak vekillik' mevzuunda bizim duruşumuz da İmam-ı Rabbanî Hazretlerinin bu mektubundaki istikamette olmalıdır. Bediüzzaman'ın 'birinci talebem' dediği Hulusi ağabeyin sağlığında Hüsnü abiyi (ve salih arkadaşlarını) vekil tayin etmesi, elbette, tıpkı o mektupta geçtiği gibi, 'bütün talebelerin fevkinde diyerek değil' kaydıyla bağlıdır. Bu vekillik 'makam vekilliği' değil 'neşriyat hizmetlerinin devamı bağlamında' bir vekilliktir. Aksi okumalar, Allah korusun, hem o abimizi hem de bizi müşküller içinde bırakabilir. Üstad Hazretlerinin birçok eski talebesinin sağ olduğu dönemlerde konuşulup "Bediüzzaman'ın mutlak vekili Risale-i Nur'un şahs-ı manevisidir!" gibi kararlara bağlanmış bir konunun şimdi başka bir anlayışla gündem olması korkutuyor. Allah cümle nur talebelerini istikamet üzerine eylesin. Âmin.

Allah'ın 'aynısı' olunmaz 'aynası' olunur

"Hayatının sırr-ı hakikati şudur ki: Tecellî-i Ehadiyete, cilve-i Samediyete âyineliktir." 11. Söz'den. Mürşidim, Ramazan Risa...