Pürüz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Pürüz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Mayıs 2016 Pazartesi

Yeterince uzaktan bakınca her yüz güzeldir

Dışarıdan bakınca şöyle görünüyor: Eskiden daha güçlüydüm. Şimdi daha zayıfım. Dünyayı avuçlarımda tutma isteğim azaldı. Üzerine kavga etmek arzumu kaybettim. Eskiden üstüne düştüğüm şeylerin şimdi ancak yanından geçiyorum. Bu, dışarıdan bakılınca, hakikaten zayıflıktır. Ve muhtemelen beni hayatta başarısız kılacak. Ama, diğer anlamda, güçlendim. Dünyaya karşı duyulan bir ilgisizliğin, üzerine boğuşmakla elde edilecek her kuvvetten güçlü olduğunu gördüm. Önemsememek karizmatiktir. Birşeyi önemsememek, sizi önemseyen herkesten daha avantajlı hale getirir. Çünkü kaybetmezsiniz. Yarışmadığınız için yenilmezsiniz. Rakibi olan endişe eder. Geçilmekten korkan koşar. Siz etmezsiniz. Siz koşmazsınız. Eğer bu ilgisizlik bir tasannu değilse.

Züht, bu anlamda ehl-i zühtün omzunda bir yük değil, rahatlığıdır. Dünyanın kendisine en çok kollarını açtığı dönemlerde bile zahit, onunla hemhal olmaktan çekinir. Çünkü hemhal olmanın bir bedel ile mümkün olduğunu bilir. Bu bedel, üzerine/üzerinde didindiğinin omzunda ağırlaşmasıdır. Kalp tanıştığını arkasında bırakamaz. Hakkında uğraştığını 'an'da bitiremez. Sevdiğini terkedemez. Sevmek, bir açıdan ruha çizik atmaktır. Ruh, zamanın eskitemediğidir. Allah, insana bir hafıza bağışlamakla farkındalığını zamana da yaymıştır. Bu yayılıştan akıl doğmuştur. Akıl her duygunun sonsuzlukla çarpımıdır. Çünkü zamana yayılmış bir farkındalığın kıyaslayacağı/kıyaslanacağı şeylerin sayısı da an'lar kadar fazladır. Hafızamız sayesinde ve de yüzünden biz hiçbir şeyi arkamızda bırakamayız. Eğer bıraktıysak, o bizim için 'şey' bile olmamıştır. Peki, birşey insan için nasıl şey olur?

İşte ben bunun da duygularla ilgili birşey olduğunu düşünüyorum. Duygular, dışarından gelen bilginin/etkinin bizi değiştirirken çıkardığı sesler gibidir. Ben, yola başladığım Ahmed'den daha başka bir Ahmed olarak bitireceksem hayatı, işte bu 'başka bir Ahmed oluş' duygularla oluyor. Ahmed denilen şeyin değiştiğini, dünyanın testeresinin üzerimde işlediğini, çıkan duygu sesleriyle anlıyorum. Ya iyileşiyorum yahut da kötüleşiyorum. Meselenin hormonal düzeyi ancak bedenin bu değişime ettiği eşliktir. Asıl mesele maddî mesajın manevî dünyamda yaptığı etkiye şahitliğimdir. Ki bu şahitlik hissederek oluyor.

Kalbim kırılıyor, kalbim ısınıyor. Gülüyorum veya küsüyorum. Kızıyorum veya seviniyorum. Bütün bu etkiler Ahmed'in cisimden ibaret olmayan dünyasının değiştiğini haber veriyor bana. Üzüldüğümde Ahmed'i yanlış bir yere sürüklediğimi farkediyorum. Sevindiğimde Ahmed'in doğru yolda olduğunu anlıyorum. Tıpkı elimi ateşe uzatmanın yıkıcı birşey olduğunu yakıcılığın acısıyla hissetmem gibi. Bundan kaçınmam için bunu hissetmem gerekir. Burada hissetmezsem cehennemde bu hissetmeyişi kaza ederler.

Nihayetinde cennete layık bir olgunluğa erişmek için yetişmeye gelmişim Rabb-i Rahim'in medresesine... Ben dünyanın omuzlarına basıyorum. Adımlarımı sabitlemeye çalıştıkça dünya da benim omuzlarıma basıyor. İki türlü de etkileyebilir beni. Nasıl etkileneceğim imtihan gereği bana bırakılmış. Ya güzel görüp güzel düşüneceğim yahut da çirkin görüp çirkin düşüneceğim. Dünya için boğuşmak beni an'larda görünene mahkûm ediyor. Ondan kaçınmak dışarıdan seyretmemi sağlıyor. Yeterince uzaktan bakınca her yüz güzeldir. Yeterince yakından bakınca her yüzde bir pürüz var. Demek ki, zahit, pürüzlerin riskini almaktan kaçandır.

Allah'ın 'aynısı' olunmaz 'aynası' olunur

"Hayatının sırr-ı hakikati şudur ki: Tecellî-i Ehadiyete, cilve-i Samediyete âyineliktir." 11. Söz'den. Mürşidim, Ramazan Risa...