31 Ekim 2013 Perşembe

Sinek, Sinema ve Zaman...

“Şu dünyada zamanın fenâ ve zevâl-i eşyadaki tesiratı gayet muhteliftir. (...) Nasıl ki saatin saniyelerini sayan dairesi, dakikayı ve saati ve günleri sayan daireleri zâhiren birbirine benzer, fakat sür’atte birbirine muhaliftir.” Bediüzzaman Said Nursî, 3. Lem’a’dan...

Sinek gözü, insan gözüne göre çok daha hassastır. İnsan gözünün saniyede çektiği resim sayısı, sinek gözüne kıyasla çok daha düşüktür. Bizim gözümüz, saniyede ancak 45-53 arası titreşimi hissedebilirken, sinek gözü 265 titreşimi hissedebilir. Bu nedenle onları yakalama çabalarımız çoğunlukla boşa çıkar. (İnsan, daha hamlesini yapmadan, sinek kaçar.)

Bu durum, sırf daha hızlı hareket etmelerinden kaynaklanmaz. Gözleri, bizim gözlerimizin yakaladığı an’lardan daha küçük an’ları, fiileri, değişimleri yakalayabildiği için çabuk farkında olurlar. Yani ‘farkındalıkları’ bizden çok daha açıktır.

Veya şöyle tarif edelim: Dünya, sinek gözüne göre, insan gözüne kıyasla, çok daha yavaş hareket eder. Eğer kendimizi bir sineğin gözünden seyredebilseydik, yavaş çekimde hareket eden bir filmi izlediğimiz izlenimine kapılabilirdik.

Ki, bir 2013 yapımı olan (Epic) Doğal Kahramanlar’da da esprili bir şekilde bu noktaya dikkat çekilmiş, insan hareketlerinin onların gözlerinden nasıl göründüğü şu cümleyle tarif edilmişti: “O kadar yavaş hareket ediyorlar ki, bizi yakalamaları imkansız.” Fakat o filmde—benim asıl önemsediğim— bu durum daha enteresan bir cümleyle de anlatılıyordu profesör karakteri üzerinden: “Onlar bizimkinden çok daha hızlı bir zaman diliminde yaşıyorlar.”

Zamanın izafiliği modern fizikte ilk kez Einstein tarafından ortaya atılan bir teori. Buna göre Einstein, aynı mekanda yaşayan insanların zamanı farklı şekillerde idrak edebileceğini söylüyor. Annalen der Physik dergisindeki makalesinde şöyle izah ediyor bunu: “Cisim, hareket ve zamandan birinin diğerine bir önceliği yoktur. Galileo'nin Görelilik Prensibi, zamanla değişmeyen hareketin göreceli olduğunu; mutlak ve tam olarak tanımlanmış bir hareketsiz halinin olamayacağını önermekteydi. Galileo'nin ortaya attığı fikre göre; dış gözlemci tarafından hareket ettiği söylenen bir gemi, üzerindeki bir kimse geminin hareketsiz olduğunu söyleyebilir.”

Hareket, cisim ve zaman arasındaki bu bağlılık sanıyorum Zerre Risalesi’nin de en temel örgülerinden birisi. Özellikle ilk karşılaştığınız haşiye—biraz daha üst boyutta—hareket, yaratılış ve zaman arasındaki örgüyü ifade ediyor. Bediüzzaman’ın orada en çok hoşuma giden cümlelerinden birisi şu: “Demek, harekât-ı zerrât, o kitabetten, o istinsahtan, mevcudat âlem-i gaybdan âlem-i şehadete ve ilimden kudrete geçmelerinde bir ihtizazdır, bir harekâttır.” Ve bir diğeri de şu: “Evet, herşeyin bir hakikati olduğu gibi, zaman dediğimiz, kâinatta cereyan eden bir nehr-i azîmin hakikati dahi, Levh-i Mahv, İsbat’taki kitabet-i kudretin sahifesi ve mürekkebi hükmündedir.”

Yani madde dediğimiz şeyin özünü; âlem-i gaybdan âlem-i şahadete, ilimden kudrete geçmekteki bir yaratılışın ihtizazatı/harekatı sağlarken; zaman dediğimiz şeyin özünü de bu ihtizazatın/harekatın toplamının oluşturduğu büyük nehir meydana getiriyor. Yani aslında hareket, mekan ve zaman diye üç ayrı şey yok.

Biz, mekan mekan algıladığımız dünyanın, bütününü kuşatamadığımız için, o mekanlar arasına bir öncelik ve sonralık koyuyor ve buna zaman adını veriyoruz. Zamanın en küçük parçası adını verdiğimiz an’lar bile aslında bizim şahit olduğumuz mekanlardan, mekanların da özünde hareketlerden ibaret. “Unutamadığım bir an...” diye tarif ettiğimiz herşey, aslında “Unutamadığım bir mekan/hareket algılaması...” cümlesinin farklı şekilde ifadesi. Varlığımız, mekanların bir sinema filmi kareleri gibi akıp gitmesinden oluşuyor. Ama biz bu sinema şeridine ‘zaman’ demeyi tercih ediyoruz.

Metin Karabaşoğlu abiyle yaptığımız Zerre Risalesi okumaları sırasında en çok altını çizdiğimiz örneklemelerden birisi bu; sinema şeridi/zaman; film kareleri/mekan veya an. Yalnız sanmayın bu örnekleme öylesine. Hayır, aslında Bediüzzaman’ın sinema, varlık ve zaman arasında kurduğu bağıntı, külliyatın her yerine sinmiş bir örgü gibi. Sırf ‘sinema’ kelimesiyle külliyat içinde bir arama yaptığınızda o kadar çok yerle karşılaşıyorsunuz ki! Şaşırmamak elde değil. Bediüzzaman’ın Eski Said döneminde gittiği sinemanın (talebelerinin hatıralarından öğreniyoruz bunu) onun varlık ve zaman tefekküründe ne denli önemli bir yer tuttuğunu buradan da kavrayabiliyorsunuz.

Yine külliyat içinde Einstein’ın izafiyet teorisine en yakın (değil aynı, sadece yakın) beyanların bulunduğunu düşündüğüm 3. Lem’a’daki ‘bast-ı zaman’ meselesi bile, aslında ‘farkındalığın’ zamanı ne denli etkileyebilir/yavaşlatabilir olduğunun bir göstergesi. Eğer nazarınız, kâinatın ince sanatını ve tesbihatını görür; kulağınız işitir bir kıvama gelirse, elbette bu ‘daha üst farkındalık’ çevrenizdeki eşyadan daha hızlı bir başka zaman dilimine geçmenize neden olabilir. (Gaflet, yine zıttı şekilde etkileyebilir. Hatta ayetteki ifadesiyle: “Aralarında birbirlerine ‘(Dünya’da) sadece on (gün) kaldınız’ diye gizli gizli konuşacaklar. Onların, hakkında konuşacakları şeyi biz daha iyi biliriz. O vakit içlerinden en aklı başında olanları, ‘Siz sadece bir gün kaldınız’ diyecektir.”)

Farkındalık, hareket, madde, varlık, zaman arasındaki bu ilişki; üzerinde çok şeyler yazmaya ve konuşmaya değer. Bediüzzaman’ın fiziğe bakışının en zengin ifadelerine rastladığımız Zerre Risalesi de bu gözle incelenmeyi bekliyor hâlâ. Fakat biz bu şerh ihtiyacının neresindeyiz?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Allah'ın 'aynısı' olunmaz 'aynası' olunur

"Hayatının sırr-ı hakikati şudur ki: Tecellî-i Ehadiyete, cilve-i Samediyete âyineliktir." 11. Söz'den. Mürşidim, Ramazan Risa...