26 Mart 2015 Perşembe

Şanı 'incitmemek' olandan korkmak ne güzeldir

Pişmanlık bir ateştir ki, onunla yananı Allah cehennemde bir daha yakmaz diye ümit edilir. Yoksa insan yanmaya gelmiş âleme. Akıl ki, koşturandır bizzat, şuurun koridorlarında. Koşarken sürtünmenin şiddetinden bir hararet oluşur. Dokunanı yakan cümleler kurmaya başlarsın. Belki de bir şiir yazarsın. Senle tutuşanlar olur. Bu da bir nevi ateş salmaktır âleme, fakat nârı görünmez. Yazmak, suya atılan taş gibi. Yazmak, unutulmuş bir piknik ateşi. Tutuşur belki bir yanın, belki yanakların, kızarır. Ya aşkla yanacak, ya aczle yahut da pişmanlıkla. Bir şekilde uğruna kül olacağı birşey buluyor insan. Çektiğimiz acılardan dolayı ne kadar bahtımıza kızarsak kızalım, şunu biliyoruz: Eğer onlar karşımıza çıkmasa, biz yine başımızı belaya sokar, bir yenisini bulurduk uğruna kahrolacakların. Varlığını birşeylerin varlığına feda etmek insanın kanında var.

Var delilim, hem de çocukluğumdan: Bir çocuğun başının belaya girmemesi mümkün mü? Hele o merakla. Merak ki, bizzat bela çeker bir mıknatıstır. Gelmesi değil hatta, senin üzerine üzerine gitmendir. İnsana merak verilmiş. Demek bela verilmiş. Hayretinin şiddeti korkuya çalınır. "Nevide celalidir, fertte cemalidir." İsmi merakken memnun olup, öteki tarafında 'bela' yazınca gücenmek niye?

Hem gücenmezsen diyeceğim ki: İnsan bu, kalbinin tavafı, gaye-yi hayalinin etrafında dönmektir. Ve bu haccın rükünleri de değişiktir. Tezatlarının içinde de say yapar. Hayretinin meydanında toplanır. Sen onları bazı nefis, bazı vicdan diye işitiyorsun. Tepeden tepeye koşup duruyorsun. Tepe içeride, koşan dışarıda; koşan içeride, tepe dışarıda; sen kalbini içinde mi sanıyorsun? Belki de sen kalbinin içindesin? Dalgınlığını düşün mesela; yahut birşeye (belki hayrete) gark olduğun anları, daldığında nereye dalıyorsun? İnsan kendinden küçük birşeyin içine dalabilir mi?

"Hem senin mahiyetine öyle mânevî cihazat ve lâtifeler vermiş ki, bazıları dünyayı yutsa tok olmaz; bazıları bir zerreyi kendinde yerleştiremiyor. Baş bir batman taşı kaldırdığı halde, göz bir saçı kaldıramadığı gibi; o lâtife, bir saç kadar bir sıkleti, yani, gaflet ve dalâletten gelen küçük bir hâlete dayanamıyor. Hattâ bazan söner ve ölür."

Kendimi anlatmak için yazmıyorum sana bunları. Sen bana gel diye değil; mümkünse ben geleceğim. İçindeki kendim'e korkmadan değeceğim. İnsandan insana bir yoldur fıtratı. Bir vahdet sikkesi vurulmuş üstümüze. Ben biraz sensem, sen biraz bensin. Yoksa nasıl anlaşırdık kelimeler hakkında? Aynı kelimeleri bu kadar önemseyişimiz de bence bundan. Hatta ne kadar çok aynı kelimeleri önemsiyorsak, o kadar canız, canânız, candanız, kardeşiz birbirimize. 'Müminler ancak kardeştir.' Çünkü aynı kelimelere değer verirler.

Gezsen bütün İslam diyarlarını; hatta cümle müminlerin evlerini; duvarlarda aynı, dillerde aynı, kalplerde aynı, bahtlarda aynı ne çok cümleler işiteceksin. Bu aynılık ne hoş birşey! Melekler bizi seslerimizden ayırıyor. İsrafil bizi bir sesle öldürüyor, bir sesle uyandırıyor. Bu aynılık ne hoş birşey! İnsanın yalnızlığını alıyor. Yalnızlık isteyen sıradışı yanlarına düşkün olur. Yalnızlıktan korkan farklarından kaçar, aynılaşmaya çalışır. Korku, bir taraftan birbirimizin koynuna sokulmaktır yavrular gibi. En çok da Allahın rahmetine, rahmetin kucağına, kucağın şefkatine, şefkatin tatlılığına sığınmaktır. 'Allah'tan en çok âlimler korkar.' Çünkü bilirler, Ondan korkmanın kârını. Şanı 'incitmemek' olandan korkmak, ne güzeldir!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Allah'ın 'aynısı' olunmaz 'aynası' olunur

"Hayatının sırr-ı hakikati şudur ki: Tecellî-i Ehadiyete, cilve-i Samediyete âyineliktir." 11. Söz'den. Mürşidim, Ramazan Risa...