11 Eylül 2016 Pazar

İlmihalleri aradan çıkarmak...

"İslâmiyetin nazariyat kısmında ve selefin içtihadât-ı sâfiyâne ve hâlisânesiyle, bütün zamanların hâcâtına dar gelmeyen efkârları olduğu halde, onları bırakıp, heveskârâne yeni içtihadlar yapmak, bid'akârâne bir hıyanettir." İçtihad Risalesi'nden.

2014'te bir yazı yazmıştım: The Last Siyer-Bender (Son Siyer Bükücü). Yazı, FETÖ'nün, örgütsel stratejilerine/yanlışlarına din içinde nasıl yol bulmaya/meşruiyet kazandırmaya çalıştığına dairdi. O yazıda demiştim ki: FETÖ bunu en çok 'yönlendirilmiş siyer okumaları'yla yapıyor. Meşrulaştırmak istediği şeye göre siyerden 'bükülebilir' bir örnek seçiyor. O parçayı, bütünü görmezden gelecek bir şekilde, vurguyla okutuyor ve böylece nurtopu gibi yeni bir içtihadınız oluyor. Yani, mürşidimin "Şu zamanda oraya girmeye altı mâni var..." dediği 'içtihad kapısı'ndan çaktırmadan giriliyor. Mezkûr yazıdan kısaltılmış bir alıntı yapalım:

"Bankasya'nın Uhud'daki okçular tepesine benzetilmesinden tutun, muhalefet edenlerin sefere giden müminlerden ayrılan münafıklara benzetilmesine; Ali Ünal'ın yazılarındaki kıssa-i Kur'aniye atıflarından tutun, Gülen'in nağmelerinde siyer ile aralarında kurduğu bağa kadar her yerde en büyük sanatları bu: İman-küfür denkleminde yaşanan her tarihsel olayda kendilerini iman edenlerin yerine koyup, muhataplarını mutlaka karşı tarafa yerleştirmek. Anlatılacakları ve bağlanacakları evvelden seçilmiş, hatta yönlendirilmiş bir siyer ve tarih anlayışı bu."

Bugünlerde o yazının üzerine koyduğum yeni bir farkındalık ise şu: Bu hastalık şöyle veya böyle birçoğumuza bulaşmış durumda. Özellikle âlim olmadıkları halde aydın kontenjanından siyasal/sosyal alanda din adına birşeyler söylemek isteyenler bu yönteme çok başvuruyorlar. Kendi nefsimden başlayayım: Eski yazılarımda da gördüm bu hastalığın izlerini. Nasıl buna alıştırıldığımızı bilmiyorum. Ama biz artık fıkıhla/hukukla ilgili bir meselede, Allah'ın rızasının nerede olduğunu anlamak için, ilmihallere bakmıyoruz.

Ya? Kafamızda bir doğru beliriyor. (Belki de işimize geldiği için doğru(!) bu.) Sonra o doğru ile Kur'an'a veya sünnete gidip 'uyar bir örnek' bulmaya çabalıyoruz. Bu aslında 'nastan istinbat' falan değil. Düpedüz minareye kılıf uydurma çabası. Eğer aradığımız şey hakikaten marzıyat-ı ilahiye olsa, önce "Bu konuda fakihler ne diyor?" diye ilmihale bakıp sonra bir fikir sahibi olmamız gerekirdi. Bizde durum kesinlikle böyle işlemiyor. Biz, düpedüz kuş kadar siyer, hadis veya Kur'an bilgimizle içtihad kapısını zorluyoruz.

Bize bu hastalık FETÖ'den bulaştı. Çünkü Fetullahçılar dini tahriş eden her hamleleri için bu yöntemi uygularlardı. Muhalif sesleri bu örneklerde yaptıkları tevillerle bastırırlardı. Ezberden konuşmuş olmamak için çok araştırdım. Risale-i Nur'da bu 'seçkinci siyer okumasını' destekler hiçbir metne rastlamadım. Fıkha/fakihlere veya selefe gitmeden, salt siyerden birşeylerin meşruiyetine örnek bulmak Bediüzzaman'ın hiç yapmadığı birşey. İşte Fetullahçılığın Nurculara da bulaştırdığı bir arıza arıyorsak buna bir işaret koyabiliriz. Şimdi bu hastalık iki koldan ilerliyor. Hastalığı FETÖ'den kapanlar daha çok siyerden örneklerle bu bükücülüğü yapıyorlar. "Bize Kur'an yeter!" ekibinden bu hastalığı kapanlar ise Kur'an'da bunu yapmasını öğreniyorlar.

Buna tekrar be tekrar 'hastalık' diyorum, çünkü bu pis refleksi kapanlar için, herşeyin meşruiyeti, bükülebilir bir örnek bulmakla/hatırlamakla mümkün. Ne fıkıh, ne hadis, ne de kelam ilmine dair bir yetkinlik aramıyor bunlar. Yeter ki, bir mealde veya bir siyer kitabında kafalarına uygun birşey denk gelsin. Aykırı diğer bir örneğin varlığı/varolabileceği hatıra getirilmiyor bile. Özellikle aydın veya aydın adayı gençlerde bu hastalık belirginleşiyor.

FETÖ yıkılsa da bu hastalık varolmaya devam edecek gibi. Çünkü kolaycı. Böyle hüküm çıkarmak hiçbir ihtisas çabası veya ehl-i ihtisas yetkinliği istemiyor. "Bir keresinde Allah Resulü aleyhissalatuvesselam şöyle yapmış..." dense yetiyor. Halbuki; bir örnek siyerde dahi olsa, bu 'onun yüzdeyüz doğru olduğunu' veya 'onunla amel edilebilir olduğunu' göstermez. Bize bu yüzdeyüzü ancak hadis ilmi söyler. Eğer siyerdeki olayın bir hadis kaynağına veya senede atfı varsa, o sened ve o hadis kaynağı incelenerek bu olayın doğruluğu anlaşılır. Ancak bu 'yüzdeyüz' bile onunla amel etme hususunda fakihlerin bilgisine muhtaç olduğumuz gerçeğini değiştirmez. Bize vurgulanmış bir parçadan değil hepsini kuşatan bir bütünden, bir ilmî usûl ve tutarlılık içinde, istikametli hükümler verebilmeyi fıkıh öğretir.

Şu zamanın nazarı ise, maslahat ve hikmeti illet yerine ikame edip ona göre hükmediyor. Elbette böyle içtihad arziyedir, semâvî değildir..." Arzîliğin kolaycılığı bizi bu usûlsüzlüğe iten. Kendi yazılarımda gördüğüm bir hastalık. Kendi zihnimde, elhamdülillah, teşhis ettiğim bir hastalık. Kurtulmaya çalışıyorum. Arzî arzularımı bastırıp selef-i salihinin semavî içtihadlarına kanaat etmeye (çünkü sırat-ı müstakim budur) gayret ediyorum. Ancak bu arıza bir bende değil. Başkalarının metinlerinde de görüyorum. FETÖ'cülüğün veya modernist/bid'akâr her akımın bize bulaştırdığı bir maraz şu altını çizdiğim: İlmihalleri aradan çıkarmak...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Allah'ın 'aynısı' olunmaz 'aynası' olunur

"Hayatının sırr-ı hakikati şudur ki: Tecellî-i Ehadiyete, cilve-i Samediyete âyineliktir." 11. Söz'den. Mürşidim, Ramazan Risa...