7 Ekim 2017 Cumartesi

Rahmetin yapıtaşı ilgidir

"Sevginin zıttı nefret değildir. İlgisizlik, kayıtsızlıktır.
Blind filminden.

Herşeyin bir yapıtaşı var. Ona indiğinizde aynı hammaddeden yapılmış başka şeylerle kardeşliğini çözersiniz. Birden bine uzanan kanun okumaları yaparsınız. Ben de rahmeti kendi dünyamda 'üst düzey bir ilgi' gibi anlıyorum. (Yahut da özel bir ilgi.) Yapıtaşına böyle iniyorum. Rahimiyet de bu düzlemde kendini 'aynı hammaddeden yapılmış' fakat 'daha kişiye özel üst düzey bir ilgi' olarak okutturuyor.

Herşeyin yoğunluk ölçüsü kendi cinsindendir. İlgide özelleşme ziyadeleşmedir. Birşey 'size özel' hale geldikçe oradaki ilgi de artar. Bir aşevinin sunduğu yemekler de bir ilgidir. Fakat genele bir ilgidir. Ramazan'da eşinizin size pişirdiği 'en sevdiğiniz yemek' ise özel bir ilgidir. (İsterse tadı aşevinin yaptığı yemeklerden daha kötü olsun.)

Bediüzzaman'ın besmelede yaptığı 'Allah içre Rahman içre Rahim' okumasını hatırlayalım. Bu okumayla mürşidimin bize göstermeye çalıştığı nedir? Bence, işte, az evvel ifade etmeyi denediğim 'ilginin katmanlı yapısı'dır. Rahimiyet bu ilginin has (bize özel) dairemizde en şiddetli görünür halidir. Peki bu 'has daire görüsü' bize ne sağlar? Bence şu: Onu gördüğünüz zaman ilginin daha farklı katmanlarına dair çıkarımlar yapabilirsiniz. Yani demek istiyorum ki: İnsanız. Âlemi önce kendimizden okuruz. Eğer 'Ehadiyet' düzeyinde rahimiyeti göremezseniz Allah'ın mahlukatıyla 'Vahidiyet' düzeyinde sürmekte olan ilgisini okumakta zorlanırsınız.

Sadede yaklaşalım: Okuyanlar bilirler. 14. Lem'a'nın 2. Makamı "Makam münasebetiyle buraya alınmıştır" ifadesi ile birlikte 1. Söz'ün ahirine yerleştirilmiştir. Çok da iyi edilmiştir. Zira 1. Söz'le başlayan 'besmele' yolculuğu bu 'makam'da daha bir derinlere iner. Daha zengin boyutlar kazanır. Ziyade değildir. Tekrar değildir. İsraf hiç olmaz. Olsa olsa 'nur üstüne nur' sırrına mazhar olur. Yani bu metinler peşpeşe okunduklarında aydınlığımızı/görüş gücümüzü arttırırlar. Acz ve fakrın gözlerine rahmet sürmesi çekip türlü ağrılarına şifa verirler. Elhamdülillah.

Şimdi, bu eserle ilgili olarak, yakınlarda dikkatimi çeken birşeyi paylaşmak istiyorum sizinle. O da şudur: Bu metinde 'istiğna' ve 'rahmet' kelimelerinin beraberce ve sıkça anılmasıdır.

"Ne var şimdi 'istiğna' ile 'rahmet'in beraber anılmasında?" demeyin dostlarım. Ben burada deizm ile İslam'ın Allah tasavvurlarındaki bir farka işaret olduğunu düşünüyorum. Ama önce bu farkın ilk dikkatimi çektiği yeri alıntılayayım:

"Evet, şems ve kameri, anâsır ve maâdini, nebâtat ve hayvânâtı, bir nakş-ı âzamın atkı ipleri gibi o bin bir isimlerin şuâlarıyla tanzim eden ve hayata hâdim eden ve nebâtî ve hayvânî olan umum validelerin gayet şirin ve fedakârâne şefkatleriyle şefkatini gösteren ve zevilhayatı hayat-ı insaniyeye musahhar eden ve ondan rububiyet-i İlâhiyenin gayet güzel ve şirin bir nakş-ı âzamını ve insanın ehemmiyetini gösteren ve en parlak rahmetini izhar eden o Rahmân-ı Zülcemâl, elbette kendi istiğnâ-yı mutlakına karşı, rahmetini ihtiyac-ı mutlak içindeki zîhayata ve insana makbul bir şefaatçi yapmış. Ey insan! Eğer insan isen, Bismillâhirrahmânirrahîm de, o şefaatçiyi bul."

İşte bu metindeki 'o Rahmân-ı Zülcemâl, elbette kendi istiğnâ-yı mutlakına karşı, rahmetini ihtiyac-ı mutlak içindeki zîhayata ve insana makbul bir şefaatçi yapmış' ifadelerinin nazarlarımızı 'istiğna-yı mutlak'tan alıp 'rahmet'e bir kast-ı mahsusla çektiğini zannediyorum. Yani şöyle: Rahmet istiğnanın 'ilgisizlik' anlamına gelemeyeceğini gösteriyor. Yahut da şu: İstiğna sahibi olmaya layık bir Azîzü'l-Cebbar, eğer Rahman ise, aşağılara ilgisi onda eksiklik sayılmaz.

Meselenin deizme bakan tarafı ise şu: Deistler de, tam bu şekilde, büyüklüğünden kaynaklanan bir istiğnadan dolayı Allah'ın bizimle (dinlerin iddia ettiği kadar) alakadar olmadığını savunuyorlar. Diyorlar ki: "Varlık tesadüfe verilmeyecek kadar sanatlıdır. Doğrudur. Bir 'akıllı tasarımcı' vardır. Kainatı o yaratmıştır. Doğrudur. Bunları inkâr edemeyiz. Ama ne ihtiyacı vardır ki; ibadetimizle, günahımızla, sevabımızla bu denli meşgul olsun? Neden her anımızla, amelimizle, hatta niyetimizle bu kadar ilgilensin? Öyle ya! Onun büyüklüğü bizim bu önemsiz eyleyişlerimizle meşgul olmasını engeller."

Tam da bu noktada İslam'ın cevabı, Allahu'l-alem, rahmette saklıdır. Neden? Çünkü Allah yaratma yönüyle mahlukatıyla ilgilidir. (İlgi kelimesini meseleyi anlayışımıza yaklaştırması için kullanıyorum.) Her an yeni bir âlemi varlığa getirip yeni bir âlemi yokluğa göndermektedir. Sanatı yaratışındaki bu ilginin en büyük delilidir. Hem, evrenin en büyük dairesinden varlığın en küçük zerresine kadar, aklımızın aldığı-alamadığı herşeyi düzen içinde varlığını devam ettirmektedir. Bu da ilgi işidir.

En başta bu durmaksızın yaratışı Allah'ın istiğnasının 'ihtiyaç yönüyle' hakikat fakat 'ilgi duymamak' yönüyle bâtıl olduğunu gösterir. Yani: Doğrudur. Allah yarattıklarına ihtiyaç duymaz. Yarattıkları ona ihtiyaç duyar. Bu noktada istiğna-yı mutlak sahibidir. Fakat yarattıklarına ilgi duymamaktan beridir. Bu bir tenakuzdur. Cem-i zıddeyndir. Usta, hem eserini binbir sanatla yaratıp, hem nasıl ona ilgisiz kalabilir? Bu noktada ona istiğna atfetmek aslında onu (hâşâ) kusurla lekelemektir. Çünkü birşeye ilgi duymamak, ondan haberdar olmamaktan tutun, ona karışmamaya kadar birçok noktada 'boş alan' bırakmayı iktiza eder. Cenab-ı Hak uluhiyetinde 'boş alan' bırakmaktan da münezzehtir. Onu layık olduğu şekilde tenzih ederiz.

Sadece yaratışıyla değil, bilişiyle de münezzehtir, irade edişiyle de münezzehtir, terbiye ediciliğiyle de münezzehtir. Cenab-ı Hakkın her ismi, tecelli kapasitelerinin sonsuz olmasıyla, birşeylerin dışarısında bırakılmayı reddederler. Kimse kendi küçüklüğüne güvenerek Esmaü'l-Hüsna'yı üzerinden kışkışlayamaz. Ama deizm bize bunu teklif eder. Evet, tam da bunu, yani Esma'yı kışkışlamayı.

Peki rahmetin bu noktada gördüğü fonksiyon nedir? Başta da söylediğim gibi: Rahmet Cenab-ı Hakkın bize duyduğu ilginin en şiddetli tezahürü ve hatırlatıcısıdır. İnsandaki acz ve fakr yaraları (yani güçsüzlük ve güç gerektiren şeylere muhtaçlık yaraları), onu, kendisinde olmayanı elde edebileceği bir ilgiye muhtaç eder. En azından bu ilgiye duyarlı hale getirir.

Kusurlu bir teşbihle ifade edersek: Bebeğin annesine göbekbağı ile bağlı olmaya muhtaç olması gibi, biz de, varlığımıza sağlıkla ve mutlulukla devam ettirebilmek için rahmet bağına ihtiyaç duyarız. İsm-i Kayyum'un manasını bu pencereden seyretmeyi arzularız. Birisi bize acımalıdır. Acımalıdır ki acılarımız dindirsin. Yoksa biz kimseyi kendimize yardım etmeye mecbur edemeyiz.

Ki zaten varlık da bize bu halimizin biliniyor olduğunu hissettirir. Yukarıdaki metinde mürşidimin misal olarak seçtiği; "Evet, şems ve kameri, anâsır ve maâdini, nebâtat ve hayvânâtı, bir nakş-ı âzamın atkı ipleri gibi o bin bir isimlerin şuâlarıyla tanzim eden ve hayata hâdim eden ve nebâtî ve hayvânî olan umum validelerin gayet şirin ve fedakârâne şefkatleriyle şefkatini gösteren ve zevilhayatı hayat-ı insaniyeye musahhar eden ve ondan rububiyet-i İlâhiyenin gayet güzel ve şirin bir nakş-ı âzamını ve insanın ehemmiyetini gösteren ve en parlak rahmetini izhar eden o Rahmân-ı Zülcemâl..." ifadeleri bu bağa zaten, varolmamızdan bile önce, sahip olduğumuzu gösterir. Bizim varlığa çıkışımız bu rahmet ilgisiyledir. Güneşin tenimizi ısıtmasından tut, annemizin sarılarak içimizi ısıtmasına, hatta içtiğimiz sıcak çorbaya kadar bütün bu ilgiler zaten 'sevdiğimiz şeyleri vererek sevindirmeyi seven bir Allah'ın varlığından haber verir. Ama nüanstır: Allah bunu 'ihtiyaç' ile değil 'ilgi' ile yapar.

Görüldüğü gibi 'istiğna'yı doğru anlamak ancak Allah'ın 'rahmet'ini doğru anlamakla, daha doğrusu, ikisini beraber okumakla mümkün olur. Allah'ın sonsuz kudreti elbette bize ihtiyacı olmadığını gösterir. Fakat Allah'ın rahmeti bizimle ilgilendiğini de gösterir.

Bu noktada mürşidimin hakikat-i rahmeti; hikmet, inayet, ilim ve kudreti tazammun eden birşey olarak anması bana ayrıca anlamlı görünür. Zira Allah'a sadece 'kudreti herşeye yeten' olarak inanmak istiğnayı 'ilgisizlik' olarak anlamaya müsaitmiş gibi gelebilir. Lakin 'herşeyi bilen' ve 'herşeyi hikmetle yapan' ve 'herşeyi düzenle devam ettiren' ve 'herşeye gücü yeten' olarak inanmak, hepsinin bize verdiği o büyük marifet, işte o rahmetteki ilgiyi anlamamızı sağlar.

Şöyle anlatmaya çalışayım: Kudretin yarattığından ilgisini kestiğini sansan da ilim, hikmet ve inayetin ilgisini kestiğine inanamazsın. Çünkü bu üçünün hakikati ancak zaman boyutunda kendisini gösterir. Örneğin: Birşeyin hikmetli olduğu ancak zamansal boyutta her an hikmetini eda etmesinden anlaşılır. Her an hikmetli olmayanın hikmeti yitiktir. Varlığı 'boşuboşunalığa' dönüşür.

Buradan mürşidimin aynı eserin başında Kur'an sofrasından bize taşıdığı, daha doğrusu bu eser boyunca tefsir ettiği, ayetlere geçmek istiyorum. Onlar ise, kısa bir meali ile, bu incilerdir: "(Hz. Süleyman'ın mektubunu alan Sebe' Kraliçesi Belkıs:) 'Değerli danışmanlarım! Bana çok önemli bir mektup gönderildi. Mektup Süleyman'dandır ve Bismillâhirrahmânirrahîm (Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla) diye başlıyor." (Neml Sûresi, 27:29-30.)

Bu mektuba besmeleyle başlayarak Hz. Süleyman (a.s.) Belkıs'a neyi anlatmış oldu? Belkıs bu ifadeleri okuyunca neden şaşırdı da vezirlerine bahsetti? Allahu'l-alem. Benim kalbime Süleyman'ın (a.s.) bu sözlerle şöyle bir mesaj ilettiği geliyor: Bu kadar uzaklardan bile sizinle ilgilenmem, sizi hak olan dine çağırmam, tebliğde bulunmak istemem, size garip gelmesin. Ben Rahman ve Rahim olan bir Allah'ın nebisiyim. Onun rahmeti gösteriyor ki bize bir ilgisi var. Bizi biliyor. Her anımızı hikmetiyle kuşatıyor. Bize inayetiyle ikram ediyor. Herşeye gücü yetiyor. Böyle bir Allah kullarını vahiysiz ve nebisiz bırakır mıydı hiç? Bırakmazdı. Bırakmadı. Beni gönderdi. Ben de görevim gereği sizi başıboş bırakamam. İşte bu mektubu o yüzden gönderiyorum. Allah'ın rahmeti benim tebliğimi iktiza eder. Rabbimin mahlukatına ilgisi benim size ilgimi zaruri kılar.

Buradan yüreğimiz yetse de Kur'an'a neden besmele ile başladığımıza da bir yol bulabilsek. Fakat ne çare! Biz de aciz kullarız. Vahyin rahmetin iktizası olduğunu anlamamız da yine onun rahmeti iledir. Üzerimizden ne bu dünyada ne ahirette esirgemesin. Kendisinden başkasının merhametine muhtaç olmayacak şekilde bir rahmet etsin. Biz buna muhtacız. Âmin.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Allah'ın 'aynısı' olunmaz 'aynası' olunur

"Hayatının sırr-ı hakikati şudur ki: Tecellî-i Ehadiyete, cilve-i Samediyete âyineliktir." 11. Söz'den. Mürşidim, Ramazan Risa...