14 Mayıs 2019 Salı

Aşk şefkate ne zaman yenilir?

Şefkatin bir sırrı var. Sevgide olmayan bir sır bu. Birşey şefkatle sahiplenildiği zaman üzerinde mülkiyet kavgaları yaşanmıyor. Çünkü bireysel menfaatler aranmıyor. Mesela: Hiçbir anne çocuğuna gösterilen şefkati, eğer gösterenle ayrı bir hesabı yoksa, kıskanmıyor. Bir çocuk üzüldüğünde, yaralandığında veya kaybolduğunda herkesin oluveriyor. Herkes o çocuğu kendi çocuğu gibi görüyor. Öylece kederleniyor, öfkeleniyor, gayretleniyor. Ve bu durum yakınlarını asla rahatsız etmiyor. Aksine sevindiriyor. Halbuki sevgi bu koşulsuz barış ortamına sahip değil. Sevginin sahipleniciliği ortaklığı kolay kolay kaldırmaz. Yani sevdiğini paylaşmak istemez. Kimi durumlarda saldırı olarak da görür bunu. Ama şefkat böyle görmez.

Mürşidim Mektubat'ında diyor ki: "Hazret-i Yakup aleyhisselâmın Yusuf aleyhisselâma karşı şedit ve parlak hissiyatı, muhabbet ve aşk değildir, belki şefkattir. Çünkü, şefkat, aşk ve muhabbetten çok keskin ve parlak ve ulvî ve nezihtir ve makam-ı nübüvvete lâyıktır. Fakat muhabbet ve aşk, mecazî mahbuplara ve mahlûklara karşı derece-i şiddette olsa, o makam-ı muallâ-yı nübüvvete lâyık düşmüyor." Arkadaşım, işte, ben bu ifadeleri yukarıdaki pencereden bakınca bir parça daha anlayabiliyorum. Şefkatin makam-ı nübüvvete sevgiden layık oluşu, nezih oluşu, ulvi oluşu, keskin ve parlak oluşu, bütün bunlar aslında bir açıdan 'mülkiyet algımız'la da ilgili şeyler gibi geliyor. Evet. Zaten insanın şu hayatta yaşadığı sınanmaların çoğu 'emaneti sahib-i hakikisine satmak' ile ilişkili görünüyor.

Peki nasıldır bu ilişki? En kolayı misaldir. Onu deneyelim. Hatta bu misalde 'sevgi' ile 'şefkat' arasına bıraktığımız nüansın rengini de belli etmeye çalışalım. Öncelikle yardıma muhtaç bir kadına karşı duyduğumuz şefkati düşünelim. Bu kadına başkalarının da yardım etmesi bizi rahatsız eder mi? Hayır. Aksine. Başkalarının yardım etmesi, eğer sinemizdeki şey hakikaten şefkatse, bizi ancak mutlu eder. Çünkü zaten arzuladığımızdır bu. Böyle baktığımız zaman o kadına yardım edenleri yardımcılarımız gibi görürüz.

Fakat bir de farklısını düşünelim. Bu kadına iyiliği şefkatle değil sevgiyle yapmış olalım. Sevgi işin içine girerse mutlaka beklenti de girer. Menfaat de girer. Hatta diyelim ki: Biz bu kadına âşığız da kalbini kazanmak için şunca iyiliği yapıyoruz. Bu defa başka yardım edenler ne oldu? Bu defa yardım edenler, eğer türdeş beklentilere sahiplerse veya potansiyelleri varsa, rakibimiz oluverdiler. 'Yardımcı'lıktan 'rahatsız edici'lik konumuna düştüler. Kardeşliğimiz bozuldu. Epeyce canımızı sıktılar. Niçin? Çünkü sevgi denilen şey nesnesi üzerinde hemen bir mülkiyet davasına girişti. Bu iddianın başladığı yerdeyse ortaklığın geçer akçesi yoktur: "Hâkimiyetin en esaslı hassası istiklâldir, infiraddır. Hattâ hâkimiyetin zayıf bir gölgesi, âciz insanlarda dahi, istiklâliyetini muhafaza etmek için, gayrın müdahalesini şiddetle reddeder ve kendi vazifesine başkasının karışmasına müsaade etmez."

Mülkiyet kavgalarının yaşadığı yerde ne nezahet, ne ulviyet, ne de parlaklık kalır. Makam-ı nübüvvete layık olmayışının, Allahu'l-a'lem, bir vechi de budur. Ha bu arada şunu da hemen ifade edelim: Sevginin insana veriliş hikmeti biraz da bu mülkiyet meseledir zaten. Yani insan 'Benim!' diyebileceği şeylere bu sevgi sayesinde bağlanır. 'Benim!' diyeceği şeyler olmadan da kimse Allah'ın eşyadaki sahipliğini anlayamaz. İzafî de olsa sınırlar tayin edilmelidir ki bazı kıyaslamalar yapılabilsin. 'Benim!' diyemeyen insan da şirkin Cenab-ı Hakkın nazarında nasıl kerih bir iş olduğunu takdir edemez. Öyle ya, sahipliğine ortak koşulduğunda rahatsız olmayan, Allah'ın kendisine ortak koşulmasına neden gazaplandığını nasıl anlasın? Şirk toplumlarında kıskançlığın zayıflaması sadece bir tesadüf mü?

Peki şefkat niye var o zaman? Niye böyle hünerli kılınmış? Neden makam-ı nübüvvete daha layık olan o oluyor? Bu da sınırların asabiyete dönüşmemesiyle ilgili birşey. Asabiyet demekle neyi kastediyorum? Mesela: Allah beni Kürt, seni Türk, ötekini Arap yaratmış diyelim. Elbette sen-ben-o üzerine yaratıldığımız şeyler olarak bu kimlikleri seviyoruz. Sahipleniyoruz. Onlar sayesinde bir duruş sahibi oluyoruz. Veya varlıktaki adresimizi/konumumuzu biliyoruz. Her şekilde bunlarla bir bağımız var. Fakat bu bağ bizi birbirimizden koparacak mı? Bence koparmamasını şefkat sağlıyor. Yani sevgi ile şefkat, tıpkı güneş etrafında dönen gezegenlerin, bir yandan sinesine düşmeye bir yandan da ondan uzaklaşmaya çalışarak dengede kalmaları gibi içimizde bir denge sağlıyor.

Şefkat sayesinde mülkiyet kavgalarından kurtulmuş zeminlerde birbirimize kavuşuyoruz. Kıskanmıyoruz. Esirgemiyoruz. Sakınmıyoruz. Sevgi sayesinde bizi 'biz/ben' kılan sınırları koruyoruz. Şaşırmıyoruz. Aşırmıyoruz. Aşırtmıyoruz. Allah'ın fıtramızda tayin ettiği yörüngede yaşamaya çalışıyoruz. Sevgi ile şefkat beraberce bu fonksiyonu görüyorlar.

Makam-ı nübüvvet meselesi ise bence daha çok makam-ı irşad ile ilgilidir. Başkalarının hidayetini dileyen elbette onların hidayetine vesile olacak şeyi kendisine saklamaz. Sakınmaz. Esirgemez. Kıskanmaz. Yakub aleyhisselam da oğlunu kardeşlerinden elbette 'kendine münhasır kılmak için' değil 'herkesin istifade edebileceği bu güneşten gelecekte mahrum kalınmasın' diye sakınıyordu. Sakınışı şefkatindendi. Hasreti şefkatindendi. Durmayan ağlaması bundandı. O hem Yusuf aleyhisselamı hem onun hidayet mesajına muhtaç olan ümmetini düşünüyordu. Sadece kendisi ile Yusuf'u düşünmüyordu.

Yine, Bediüzzaman'ın, Allah Resulü aleyhissalatuvesselamın torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'e duyduğu büyük sevginin hikmetini izah ettiği metni hatırlayın. Orada da dikkatimizi çektiği şey, bu sevginin, 'makam-ı nübüvvete uygun bir türde' olduğu değil miydi? Hatta bir yerinde diyordu: "Hazret-i Hasan'ın (r.a.) başını öpmesinden Şah-ı Geylânî'nin hisse-i azîmesi var." Evet. Yakub aleyhisselamın hasretinde de Yusuf aleyhisselamın irşadıyla hidayet bulacakların hisse-i azîmesi var. Yani o, Yusuf aleyhisselamı kendisi için değil, ümmeti için özlüyor, merak ediyor, ağlıyor. Allahu'l-a'lem.

1 yorum:

  1. Maşallah. Kaleminiz şefkatle zihnimizi daimi sarmalasın ve aydınlatsın. Amin. Bin amin Ahmed kardeşim.

    YanıtlaSil

Allah'ın 'aynısı' olunmaz 'aynası' olunur

"Hayatının sırr-ı hakikati şudur ki: Tecellî-i Ehadiyete, cilve-i Samediyete âyineliktir." 11. Söz'den. Mürşidim, Ramazan Risa...