Âl-i İmran sûresi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Âl-i İmran sûresi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Temmuz 2017 Perşembe

Azap da bir ilgidir

Bir önceki yazıda Âl-i İmran sûresinin 3 ve 4. ayetleri üzerine birşeyler söylemeye çalışmıştım. Ağırlıklı olarak 2. ayetteki Hayy ve Kayyum isimlerinin 3. ve 4. ayetlerdeki hakikatlere bakan yüzlerini görmeye, okumaya, anlamaya ve anlatmaya gayret etmiştim. İlerlemeyeceğiz. Bu yazımda yine o ayetler hakkında tefekkür etmek istiyorum. İlerleyeceğiz. Çünkü bu defa aynı ayetleri farklı bağlamda ele almak arzu ediyorum. Bu yazının perspektifini ise mezkûr ayetlerde 'vahiy' ve 'ceza' arasında kurulan ilişki teşkil edecek. Fakat her zaman olduğu gibi yazıya başlamadan önce kısa bir meallerini alıntılayalım:

"(Resûlüm!) O, sana Kitab'ı hak ve önceki kitapları tasdik edici olarak tedricen indirmiş, daha önce de, insanlara doğru yolu göstermek üzere Tevrat ile İncil'i indirmişti. Furkan'ı da indirdi. Bilinmeli ki Allah'ın âyetlerini inkâr edenler için şiddetli bir azap vardır. Allah suçlunun hakkından gelen mutlak güç sahibidir." İşte, ben, bu ayetlerde buyrulan ve hatırlatılan 'tekrar tekrar gelen vahiy' ile 'ahirette verilecek ceza' arasında, ism-i Kayyum gölgesinde, bir zaruret ilişkisi olduğunu düşünüyorum. Peki bunu nasıl düşünüyorum? İzah edeyim:

Bir önceki yazımda da dokunmaya çalıştığım: Allah'ın varlıkla hiçbir zaman kesilmeyen tasarruf ilişkisi (her an ve her an devam eden yaratışı, her an ve her an devam eden işitişi, her an ve her an devam eden ilham edişi, her an ve her an devam eden daha nice sonsuz şey...) ism-i Hayy ve Kayyum'un bize anlattığı mübarek o sır, tekrar be tekrar gelen vahiyle de kendisini gösteriyor.

Anların birbirinin aynısı, tekrarı veya kopyası olduğunu söylememizi imkansız kılacak olan nüansları, yani varlıktaki hiçbir anın diğerini tutmayışı, aynı nehirde iki kez yıkanmayı imkansız hale getiren o komplike değişim ve dönüşüm, o anlardan herbirisinin ayrı bir yönelişle (kelimelerin kiyafet etmediği bir alanda ancak bunu bulup kullanabildim) yaratıldığını gösterir.

Yani biz bir saat değiliz. Kurulup bırakılmış değiliz. Ustamız bizi arkasında bırakmadı. İlgisini kesmedi. Çünkü hareketlerimiz bir tekdüzelik içermiyor. Ömrü olsa, bin yıllar boyunca aynı işleyişi sergileyecek ve bundan başka birşey olmak konusunda asla ve asla bir arpa boyu yol gideyemeyecek olan bir saatle, insanın her an başka başka başkalıklar ortaya koyan hali arasındaki fark, onun kurulup bırakılmadığını, her an yeniden Ustasının ilim, irade ve kudret elinde işlendiğini gösteriyor. Öyle ya! Bir saat kendi halinde tıkırdarken ustasından bağımsız olabilir. Ancak bir saat yapılırken (malzemesi kendisinden daha üst birşeye dönüşürken) ustasının tasarrufundan uzakta kalamaz. Dikkat edelim. Biz tıkırdamıyoruz. Yapılıyoruz. Her an her an yeniden yeniden yapılıyoruz. Her an yeniden ve yeniden başka bir insana dönüşüyoruz. Değişiyoruz.

Bu 'her anın ilişkisi' veya 'Ehadî yöneliş' ism-i Kayyum'un gölgesine sokuyor bizi. Vahyin beşerle olan ilgisi de böylesi bir 'yapılış ilgisi' zaten. Vahiy de bizi inşa ediyor. Eğer Cenab-ı Hak bizi yaratmış ve (hâşâ) arkasında bırakmış olsaydı, o zaman vahiyle inşamız sürmezdi. Bize peygamberler gönderilmezdi. Cennete (inşaallah) hazırlanmazdık. Kayyum isminin muktezası nasıl her anımızın ayakta tutuluşunu kapsıyor, aynen öyle de, vahiyle insaniyetimizin veya kulluğumuzun veya imanımızın ayakta tutuluşunu da kapsıyor. Bunun bir adım ilerisinde ise ilhamı görebiliriz. İlham da Cenab-ı Hakkın kesilmeyen ilgisinin delilidir. Yaratarak varlığını bildirdiği gibi konuşarak da varlığını bildirmesidir.

Ve azap da, evet, azap da 'kesilmeyen bir ilginin' delilidir. İnsanla yaratış ilişkisini bir ancık olsun kesmeyen bir Hallak-ı Mutlak, elbette, onun toprak altına girmesiyle de bu ilişkiyi kesmez. Hâşâ! Ona arkasını dönmez. Ölüm de bu kuvvetli bağı koparamaz. Toprak olmak isteyenlerin arzusu boşunadır. Ancak şu vardır: Bu ilgi şeklini/tecellisini bir açıdan değiştirir. İmtihan biter. Onunla ilgili isimler gölgelenir. Yaşadığı dönem boyunca beşeri bir murad ile ayakta tutan ve bu murad doğrultusunda tekrar be tekrar vahiyle/nebilerle uyaran Allah, bu ilginin kıymetini bilmeyenlerle (veya bilenlerle) ilişkisini 'hiçbirşey olmamış gibi' kesecek değildir. Bu ilişki sürecektir. Değişerek sürecektir. Bu dünyada imtihanla kurulan ilgi ahirette 'mükafat' veya 'mücazat' renkleriyle devam edecektir.

Hatta kabir azabı bile bu ayet-i kerime üzerinden isbatlanır hale gelir. Bu dünyada (imtihan sırrınca bir derece perdeli dahi olsa) kötülüğü ve kötüleri cezalandıran Allah, biz nass-ı Kur'an ve hadisle biliyoruz ki, onlara asıl cezayı ahirette verecektir. İmansızlık daha bu dünyada, mürşidimin ifadesiyle, kalpte bir zakkum-u cehennem tohumu olabiliyorsa, sıkıntı verebiliyorsa ve ahirette bu zakkum yeşerip sahibi için asıl cehennemi boy verecekse, nasıl bu ikisinin arasında o Hayy u Kayyum, küfrün veya kafirin varlığına kayıtsız kalır? Hâşâ!

Öyle ya! Varlığı sürüyorsa varediş ilişkisi de sürüyor demektir. "Ölenle ilgisini keser!" denilemez. Çünkü ölüm yokluk değildir. Bazı vefatlara, Kur'an'ın şehitler hakkında buyurduğu gibi, 'ölü' bile denilmez. O varetmese herşey yokluğa düşer. Demek o âlemde de bir çeşit mükafat ve mücazat olacaktır. Allah'ın yaratış ilgisi kulundan kesilmediğine göre bu ilişkinin tecellilerinden kul dahi kaçınamayacaktır. Öyleyse deriz ki: Dünyada çektiği imansızlığın kalbî azabı, ahirette çekeceği cehennemin acı azabı, ikisinin arasında başına gelecek ise kabir azabıdır. Allahu'l-A'lem. İşte bu ayetten aldığım bir ders de bu oldu benim. Cenab-ı Hak cümlemizi azaplarının her çeşidinden muhafaza eylesin.

Allah'ın 'aynısı' olunmaz 'aynası' olunur

"Hayatının sırr-ı hakikati şudur ki: Tecellî-i Ehadiyete, cilve-i Samediyete âyineliktir." 11. Söz'den. Mürşidim, Ramazan Risa...