optimum etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
optimum etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Ekim 2016 Perşembe

Maksimumu istemek optimuma razı olanlarda güzeldir

"Ve öyle bir fitneden sakının ki, içinizden yalnız zulmedenlere dokunmakla kalmaz." (Enfâl sûresi, 25) "Böylece kıyamet günü günahlarını tam olarak yüklendikten başka, bilgisizlikleri yüzünden saptırdıkları kimselerin günahlarından bir kısmını da yükleneceklerdir." (Nahl sûresi, 25) "Gerçek şu ki; onlar, mutlaka kendi ağırlıkları ve o ağırlıklarla birlikte daha birçok ağırlık yükleneceklerdir." (Ankebût sûresi, 13)

Bu, cevabın değil, soruların yazısıdır. Suçlamanın değil tedbirin yazısıdır. O gözle okunmasını isterim. Kendimi bu başlıkta hüküm verebilecek ehliyette görmemekle birlikte sorularıma da mani olamıyorum. Sormak kıdem gerektirmez merak gerektirir. Şuradan başlayalım: Bediüzzaman'ın bir masumiyet analizi var. Metinlerinde tekrar be tekrar karşımıza çıkar. Çok da önemlidir. Onlardan bir tanesini alıntılayayım:

"Bir hanede veya bir gemide birtek mâsum, on câni bulunsa, adalet-i Kur'âniye o mâsumun hakkına zarar vermemek için, o haneyi yakmasını ve o gemiyi batırmasını men ettiği halde, dokuz mâsumu birtek câni yüzünden mahvetmek suretinde o haneyi yakmak ve o gemiyi batırmak, en azîm bir zulüm, bir hıyanet, bir gadir olduğundan, dahilî âsâyişi ihlâl suretinde, yüzde on cani yüzünden doksan masumu tehlike ve zararlara sokmak, adalet-i İlâhiye ve hakikat-i Kur'âniye ile şiddetle men edildiği için, biz bütün kuvvetimizle, o ders-i Kur'ânî itibarıyla, âsâyişi muhafazaya kendimizi dinen mecbur biliyoruz."

Öncelikle şunu belirtmeliyim ki: Ben bu tesbite tüm zerrelerimle hak veriyor ve doğru buluyorum. Hakikaten de Kur'an'da buyrulduğu gibi "Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez" ve 'Bir taifeden, bir cereyandan, bir aşiretten bir ferdin hatâsıyla o taifenin, o cereyanın, o aşiretin bütün fertleri mahkûm ve düşman ve mes'ul tevehhüm edil'(e)mez. Ancak birbiriyle bağlantılı olan bu iki bahisten birisinin diğerini 'takyid' ettiğini düşünüyorum.

Evet, bir taifeden, bir cereyandan, bir aşiretten bir ferdin hatasıyla o taifenin, cereyanın, aşiretin bütün fertleri mahkûm, düşman ve mesul tevehhüm edilemez. Ancak burada vurgulandığı üzere 'suçun ferdiyeti' mühimdir. (Çünkü yukarıda alıntıladığım ayet-i kerime meallerinde olduğu gibi 'günahkârın kendisinden başkasının günahlarını yüklendiği' durumlar da vardır.) Eğer suçla ilgili olan unsurlar bu taife, cereyan veya aşirette sıklıkla ve hatta kesretle bulunsa, buradan hareketle o taifenin, cereyanın veya aşiretin geneline dair bazı tedbirler alınabilir ve İslam tarihi boyunca da böyle şeyler yapılmıştır.

Özellikle 'kitlesel taraftarlık' içeren suçlarda, örneğin Benî Nadir'in sürgününde, Efendimiz aleyhissalatuvesselamın sadece bilfiil suça karışanları değil, bu suça taraftarlık gösterenleri ve belki sessiz kalanları da Medine'den sürdüğü malumdur. Yani bu sürgün, sadece fiilen suça girmişlerin değil, taraftarlık gösterenlerin de sürüldüğü bir tehcirdir. Yine 'karantina' gibi tıbbî uygulamalarda da, biz, sadece hastaları karantina bölgesinde tutmaya, olmayanları dışarıya salmaya çabalamıyoruz. Salgının rüzgârı dinene kadar, hadiste de buyrulduğu gibi, içeride olanlar dışarıya çıkmıyor, dışarıda olanlar da içeriye girmiyor. Hasta olmadığını düşünenler dahi, bunun tastamam teşhisi zor olduğu için, sözleri doğru olsa bile, evvelemirde salınmıyorlar. Ancak kesin bilgiye ulaşılınca dışarıya salınıyorlar. Hastaymış gibi bir dizi teste tâbi tutuluyorlar. Ve bu onlar adına bir mağduriyet sayılmıyor. Birinin hatasıyla başkası suçlanmış olmuyor. Hikmetin gereği bu oluyor.

Biraz da kurgusal konuşalım: İçinde masum bulunan hiçbir gemiyi batıramayacak olsanız saldırı gemilerine karşı sizi kim koruyabilir? (O gemide savaşla hiç alakası olmayan insanların bulunması her zaman muhtemeldir.) Veyahut bir düşman kalesini muhasara ettiğinizde, attığınız mermilerden illa ki kalenin masum sakinlerinden de mağduriyet yaşayanlar olur. Böyle bir mağduriyet yaşanacağı için kalenin fethinden vazgeçer misiniz? Elbette İslam hukuku savaşta bile mağduriyetlerin en aza indirileceği şekli tercih eder. Hiçbir masumun incinmeyeceği bir fetih veya savunma mümkünse o yapılır. Ancak İslam tarihinin tamamına bakıldığında böyle mağduriyetlerin hiç yaşanmadığı kaç savaş gösterilebilir? Üstelik geminin durumunun Bediüzzaman'ın temsilinde tayin edilmediğini de biliyoruz. Bu gemi bize saldırıyor durumda mıdır? Yoksa kendi halinde seyrediyor durumda mıdır? Kendi halinde seyrediyorsa ve bize zarar dokundurma ihtimali yoksa elbette masumun hatırı için vurulmaması doğrudur. Ancak ya gemi masumla dolu bir şehri topa tutacaksa? Yine de "İçinde masum var!" deyip kendi haline bırakılabilir mi?

Ben fakih değilim. Bu konulardaki fıkhî hükümleri de bilmiyorum. İnşaallah, işin erbabı olanlar sorularımın yanıtlarını da verirler. Hatalarımı da düzeltirler. Zamanın/uygulamanın müfessirliği içinde, kaydı olmayan mutlaklıkların (ne cazibedar görünürse görünsünler) hayata yansıtılamadığını düşünüyorum. Bugün karşıkarşıya olduğumuz FETÖ fitnesinde yapılan masumiyet analizleri ve etrafında süren tartışmalar da, dikkat çekmeye çalıştığım şekilde, illetin sâriliği/bulaşıcılığı ve uygulanacak tedbirlerin/testlerin standartları ekseninde düğümlenmektedir. Burada oluşan makul şüpheden bir 'suçlama' değilse de bir 'tedbirin' yapılıp yapılamayacağı tartışılmaktadır.

Şu soru yüzleşilmesi gereken ilk sorudur: FETÖ bir sâri illet midir? Bütün müntesiplerinin karantinaya alınmasını gerektirecek bir bulaşıcılığa sahip midir? Bağlılarında da bu rahatsızlığın tezahürleri sıklıkla görünmekte midir? Hasta olmadıklarını söyleyenlerin hasta olmadıklarına ne kadar inanılabilir? Test ve tedbir süreci gerekir mi? Bu meselenin birinci yanı. İkinci yanı: Bu gemi, eğer batırılmazsa, kendi halinde yolculuğuna devam mı edecektir, yoksa masum şehirlerine (15 Temmuz'da olduğu gibi) top atışı mı yapacaktır? Bediüzzaman'ın ferdî suçlar adına yaptığı analiz bulaşıcı olmayan hastalıklar için elbette doğrudur. Kimse bunun hakikatini inkâr edemez. Peki ya hastalık bulaşıcıysa?

En başa geri dönelim: Bu, cevabın değil, soruların yazısıdır. Suçlamanın değil tedbirin yazısıdır. O gözle okunmasını isterim. Sorularıma da dört mezhep kıblesinde ve selef-i salihînden dayanaklarla cevap verilmesini arzu ederim. Fıkıh metinlerinde mutlaka böyle başlıklar için söylenmiş şeyler olmalıdır. Hele test sürecinin kıstasları da mutlaka İslam geleneğinde izleri sürebilecek şeylerdir. Onlara bakmadan kesin hüküm vermek ve bu hükümde takyidsiz/tavizsiz olmak yanlıştır. Zira mutlak adalet, bizzat insanın kusurluluğundan/sınırlarından dolayı, küre-i arz üzerinde asla varolmamıştır. Maksimumu istemek optimuma razı olanlarda güzeldir.

Allah'ın 'aynısı' olunmaz 'aynası' olunur

"Hayatının sırr-ı hakikati şudur ki: Tecellî-i Ehadiyete, cilve-i Samediyete âyineliktir." 11. Söz'den. Mürşidim, Ramazan Risa...