1 Nisan 2016 Cuma

Bir 'savunma metni' olarak Meyve Risalesi

Bugünlerde Tarihçe-i Hayat okuması yapıyorum. Bediüzzaman'ın metinlerini külliyat içindeki gibi 'karışık' değil de 'telif sırasına göre' kronolojik bir sırayla okumak ilginç farkındalıklar yaşatıyor. Mesela? Bediüzzaman'ın Kastamonu hayatı teliflerinden olan Ayetü'l-Kübra'yı ve Münacaat Risalesi'ni peşpeşe okumak, bu iki metin arasındaki benzerlikleri de farketmemi sağladı. Aralarında, kanaatimce, sadece üslûp farkı var. Deliller ve o delillerin delalet ediş şekilleri büyük benzerlikler içeriyor.

Tabii Bediüzzaman'ın Kastamonu'daki ilk yıllarında büyük bir yalnızlık çektiğini öğrendiğinizde oradaki ilk telifinin bir 'yakarış' eseri olması garibinize gitmiyor. Yalnızsın. Gurbettesin. Talebelerin uzakta. Haberleşemiyorsun. Yanına gelemiyorlar. Yanlarına gidemiyorsun. Eserlerin dahi senden uzakta kalmış. Bu yalnızlık içinde en güzel ne yapılır? Allah'a hâzırane bir şekilde yakarmak... Yine kendisi duaya dair bir metninde şöyle demiyor mu: "Dua eden adam anlar ki, Birisi var, onun hâtırât-ı kalbini işitir, herşeye eli yetişir, herbir arzusunu yerine getirebilir, aczine merhamet eder, fakrına medet eder." Demek Bediüzzaman'ın bu 'en tatlı meyveyi' yemesidir Münacaat Risalesi.

Ayetü'l-Kübra'nın telifi daha sonra. Yıllar var aralarında. Denizli Mahkemesi'ni netice veren de zaten Ayetü'l-Kübra'nın neşri oluyor. Orada Bediüzzaman'ı daha bir gaibane tefekkür içinde görüyoruz. Münacaat'ta yaşananların üçüncü kişinin gözünden aktarımı gibi. Bu iki eserin böylesi bir kardeşliği olduğunu görmek güzel. Bunu Risale-i Nur'u az-çok okumakla geçmiş bunca seneden sonra farketmek güzel. Demek, çok şükür, bitmeyecek bu yolculuk. Bitmeyen, yani ki sonu olmayan, sonlu olandan güzel.

Bir diğer farkındalığım da Meyve Risalesi'ne dair nicedir sorduğum bir sorunun cevabını bulmakla oldu. Denizli Mahkemesi ile ilgili mektupları/savunmaları (14. Şua) okuyanlar bilirler. Bediüzzaman'ın hapiste telif edilen Meyve Risalesi hakkında o metinlerde en çok altını çizdiği şey; onun bir 'savunma metni' oluşudur. Mesela der ki mürşidim: "Ben tahmin ediyordum ki, hakikî ve en son müdafaanamemiz, Denizli hapsinin meyvesi olan risalecik olacak." Ve yine mesela der ki: "Risale-i Nur'un gerçi siyasetle alâkası yoktur. Fakat küfr-ü mutlakı kırdığı için, küfr-ü mutlakın altı olan anarşiliği ve üstü olan istibdad-ı mutlakı esasıyla bozar, reddeder. Emniyeti, âsâyişi, hürriyeti, adaleti temin ettiğine yüzer hüccetlerden biri, bu müdafaanamesi hükmündeki Meyve Risalesidir."

Ben Meyve Risalesi'ne baktığımda onun imanî meseleleri yargı süreciyle ilgisiz bir şekilde anlatan yapısından dolayı 'nasıl bir savunma' içerdiğini anlayamazdım. Yani kendi kendime derdim ki: "Savunma dediğin bir savunma diliyle yazılır. 'Savcı şunu diyor. O aslında öyle değil böyledir...' falan. Meyve Risalesi'nin böyle bir içeriği yok. Bu nasıl savunma?" Ancak yine Meyve Risalesi'nin 6. Meselesi'ne şu mektubun ardından rastlamam onun 'savunma' mahiyetini anlamamı sağladı: "Hem medeniyetin seyyiatını ve kusurlarını tenkit etmesinden, hatır ve hayâlime gelmeyen bir şeyi zabıtnamelerde isnat ediyor: Güya ben radyo, tayyare ve şimendiferin kullanılmasını kabul etmiyorum diye, terakkiyat-ı hâzıra aleyhinde bulunduğumla mes'ul ediyor!"

Peki, Meyve Risalesi'nin 6. Meselesi bize ne anlatıyor? Okuyalım: "Kastamonu'da lise talebelerinden bir kısmı yanıma geldiler. 'Bize Hâlıkımızı tanıttır; muallimlerimiz Allah'tan bahsetmiyorlar' dediler. Ben dedim: Sizin okuduğunuz fenlerden her fen, kendi lisan-ı mahsusuyla mütemadiyen Allah'tan bahsedip Hâlıkı tanıttırıyorlar. Muallimleri değil, onları dinleyiniz..."

Yani Meyve Risalesi, aslında, Bediüzzaman'ın Denizli Mahkemesi'nde suçlama olarak ilerisürülen şeylere metinleriyle dolaylı yoldan cevap vermesi. Kendi duruşunu ortaya koyması ve hakkındaki iddialara 'savunma psikolojisine girmeden' karşı durması. 6. Mesele ve mezkûr mektubun düşündürdükleri bunun yalnızca bir nümunesi. Daha çok detaylar var birbiriyle uyuşan. Bunu farketmem de benim için güzel birşey oldu. Allah'a hamd olsun. Tabii belki de bunlar size 'basit farkındalıklar' veya 'zaten bilinenler' gibi gelmiştir. Eh, ne yapayım, ben de böyle böyle öğreniyorum işte. Öğrenince heyecanlanıp paylaşıyorum. Zaten bilenleriniz varsa, vakitlerini israf ettiğim için, haklarını helal etsinler.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Allah'ın 'aynısı' olunmaz 'aynası' olunur

"Hayatının sırr-ı hakikati şudur ki: Tecellî-i Ehadiyete, cilve-i Samediyete âyineliktir." 11. Söz'den. Mürşidim, Ramazan Risa...