12 Aralık 2016 Pazartesi

Müslüman intikam almaz mı?

Mürşidim bir yerde diyor: "İşte, tahmin ederim ki, nâsihlerin nasihatleri şu zamanda tesirsiz kaldığının bir sebebi şudur ki: Ahlâksız insanlara derler; 'Haset etme, hırs gösterme, adâvet etme, inat etme, dünyayı sevme.' Yani 'Fıtratını değiştir' gibi, zâhiren onlarca mâlâyutak bir teklifte bulunurlar. Eğer deseler ki; 'Bunların yüzlerini hayırlı şeylere çeviriniz, mecrâlarını değiştiriniz!' Hem nasihat tesir eder, hem daire-i ihtiyarlarında bir emr-i teklif olur."

Erdoğan'ın, ciğerlerimizi dağlayan terör saldırılarının ardından kullandığı 'intikam' vurgulu ifadelerini okuduğumda ve sosyalmedyada bu ifadeler ekseninde yaşanan tartışmalara şahit olduğumda, aklım ister istemez yine bu hikmetli cümlelere gitti. Farkettiğim kadarıyla ıskalanan buydu. Erdoğan'ın böylesi ifadeler kullanmasının yanlış olduğunu söyleyenler de, velev hassasiyetleri doğru bir noktaya isabet ediyor olsun, yine aynı derdi ıskalıyorlardı. Muhtemelen, yine aynı nedenle, nasihatleri tesir etmeyecekti. Peki, tesirli olabilecek nasihat neydi?

Öncelikle şunu belirtmeliyim: Böyle şeyleri bir 'kavram' olarak tartışmakla 'fıtratın bir arzusu' olarak tartışmak arasında fark vardır. Birincisine dair yapılan tartışmalar ikincisini görmezden geliyorsa, ikincisine dair bir duyuşa sahip olanlar da mezkûr tartışmaları (ve tartışanları) görmezden gelirler. Duygulanışlar, varoldukları andan itibaren, körkütük kendi haklılığını savunurlar. Bir yanı hissiyata taalluk eden meselelerde duygulara yokmuşlar gibi davranmak; o hisse sahip olan kişiyi, inkârcısına karşı öfkeli ve epey de karşı-inkârcı kılar.

Bu noktada, eğer nasihat eden konumundaysanız, muhatabınıza tesir etmenizin en önemli şartı, 'hislerini anladığınızı' belirtmektir. Allah Resulü aleyhissalatuvesselamın kendisinden zina etmek için izin isteyen gençle yaşadığı diyalog, "Böyle şey olmaz!" diyenin diyaloğu değildir, onun derdini anlayıp 'ama neden karşı koyması gerektiğini' anlatanın diyaloğudur. İşte, Allah tekrarını yaşatmasın, şöylesi toplu bir şehadet hadisesinde de "Böyle şey olmaz!" demenin hissiyat-ı umumiye anlamında bir karşılığı yoktur. Karşılığı olan tavır ise; psikolojiyi/hissiyatı anlayıp onun 'varlığını' değil 'sınırlarını' tartışmaktır.

İntikam hakikati, değil bir ifrat olarak, adaletin tastamam bir parçası olarak Kur'an'da Cenab-ı Hakka izafe ile kullanılır. Bunlardan bir tanesi İbrahim sûresi 47. ayetteki; "O halde sakın Allah'ı Peygamberlerine olan va'dine hulf eder sanma, şüphesiz Allah azîzdir, intikamı vardır!" fermanıdır. Bir ikincisi Âl-i İmran sûresinin 4. ayetinde geçer: "Bir de ayırt eden Furkan indirdi. Allah'ın ayetlerini tanımayanlara şüphesiz şiddetli bir azap vardır. Öyle ya, Allah'ın izzeti var, intikamı var!" Yani Allah'ın Azîzü'n-Züntikam oluşu bizzat vahiyle ifade buyrulan birşeydir. Hakikatinin inkârı vahyin inkârı gibi olur. "İslam'da intikam yoktur!" denilmez. Ya?

Belki şu denilebilir: "Beşerin aklınca/hissince haklı bulduğu her intikam İslam'da yoktur!" Allah, şanına göre, şe'n-i Rububiyetine göre intikam alır; beşer, ancak Allah'ın şeriatına ve orada öğrettiği sınırlar dairesinde intikam alabilir. Yani "İntikam alınmaz!" denilmez. Belki "İntikam ancak Allah'ın şeriatının sınırları dairesinde alınabilir!" denilebilir. Ki, bunu doğrulayan bir hadis-i şerif de Hz. Aişe (r.anha) annemizden nakille Kütüb-i Sitte'de geçer:

"Resulullah aleyhissalatuvesselam iki iş arasında muhayyer bırakılırsa, mutlaka en kolayını tercih ederdi. Yeter ki bu günah olmasın. Eğer bir iş günah idiyse, günaha karşı insanın en uzak duranı idi. Aleyhissalatuvesselam kendisi için hiç intikam aramadı. Ama Allah'ın bir haramı ihlal edilince, Allah için intikam alırdı." (Kütüb-i Sitte, Hadis No: 5551)

Peki, biz, bu noktada artık Erdoğan'ı ve hissiyatına tercüman olduğu milyonları ne ile uyarmalıyız veya uyarabiliriz? Belki ancak şunun ile: Salt bir öfke ve garazla, Allah'ın ve masum kullarının hukuklarını hiçe sayarak, suçluyu ve suçsuzu ayırmaksızın yapılacak uygulamalarla intikam alınmaz. Böylesi ayrımları Allah'ın şanı, sünnet-i seniyyenin tatbiki ve şeriat-ı İslam'ın istikameti gereğince gözeten tarzlarla ve yollarla intikam alınır. Yani mazlumun zalimden hakkını almak adına, şeriat dairesinde ve şartlarıyla bağlı olarak, hikmetlice intikam alınır.

Bu açıdan da, tıpkı mürşidimin başka bir sadedde dediği gibi; "Helâl dairesi geniştir, keyfe kâfi gelir. Harama girmeye hiç lüzum yoktur." Allah'ın izin verdiği helal dairesi içinde, zalimi ve mazlumu birbirinden ayırarak, zalimden elbette bihakkın intikamımızı alabiliriz. Yalnız şuna dikkat edelim tıpkı İmam Ali'nin (r.a.) bize öğrettiği gibi: "Kafiri, yüzümüze tükürdüğü için mi, yoksa mü'minlere kılıç çektiği için mi öldürüyoruz?" Yüzümüze tükürdüğü için yapmaktan sakınalım. Niyetimizi ve fiilimizi marazdan arındıralım. Mezkûr hadiste öğretildiği gibi kendimiz/kinimiz için intikam aramaktan kaçınalım. Mazlumun hakkını zalimden almada elbette intikamın hakk-ı hayatı var. Buna kim/ne diyebilir? Erdoğan da bu sözü etmekle, belki, olayın dehşetinden duyulan bireysel intikam arzularına set çekti, işi devletin uhdesini aldı, aynı zamanda bir derece hukukun sınırları içine de aldı. Allahu'l-alem.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Allah'ın 'aynısı' olunmaz 'aynası' olunur

"Hayatının sırr-ı hakikati şudur ki: Tecellî-i Ehadiyete, cilve-i Samediyete âyineliktir." 11. Söz'den. Mürşidim, Ramazan Risa...