14 Nisan 2020 Salı

Bir öğretmene verilecek 'en güzel hediye' nedir?

Bediüzzaman'ın 'birinci talebem' iltifatına mazhar olmuş Albay Hulusi Yahyagil merhum Barla Lahikası'nda yeralan bir mektubunda 'Size benim bugün ve yarın en büyük hediyem...' diyor ve devam ediyor: 'Verdiğiniz dersi namınıza olarak vekâleten alâ kadri'l-imkân mü'minlere tebliğ eylemek...' Evet. Elhamdülillah. Hulusi ağabeye katılıyorum. Öğrencinin öğretmenine en güzel hediyesi bu olsa gerek. 'Hediyeyi hediye etmenin sünnet oluşunu' bir de bu açıdan düşünüyorum. Hediyeyi hediye etmek reşha olmaktır. Varlığını aradan çekmektir. Asıllığı terkedip vesileliği omuzlamaktır. Bu şekilde hediye vermekte öğreticinin maddi bir menfaat kazandığı yok belki. En azından doğrudan böyle bir fayda görünmüyor. Fakat şu oluyor: Verdiği dersin karşılığı bir hayatla ödenmiş sayılıyor. Çünkü öğrencisi dersin altına hayatıyla giriyor. Gayretiyle giriyor. Zamanıyla giriyor. Böylece en değerli şeyini öğretmenine adıyor. Bir yanıyla ödüyor. İnsanın en değerli şeyi nedir sahi? Hayatı, gayreti, zamanı. Bu üçüyle alır her ne alıyorsa. Ve bu üçünü alır her ne ödüyorsa.

Otobüsle değil de uçakla gittiniz. Daha fazla para verdiniz. Ne kazandınız? el-Cevap: Hayat, gayret, zaman. Peki ödemede kullandığınız nakdi kazanmak için neyi harcamıştınız? Yine hayat, gayret, zaman. Bu açıdan Hulusi ağabeyin mürşidine ödediği bedel hiç de az değil. Bütün bir hayatını yoluna verdi. Çünkü ondan bütün bir hayat almıştı. İşittiği/okuduğu derslerle öyle bir ömür kazandığını düşünüyordu ki buna bir ömür feda edilebilirdi. Demek alacak-verecek noktasında böyle bir takas düşleyenler de talebelerine öyle bir ders vermeli. Talebe aldığı dersle hayatını kazandığını düşünmeli ki karşılığında da hayatını vermeli. Eğer aldığının bu olduğunu düşünmezse karşılığında da şunu vermez. Hayat vermeyen alamaz.

Tevbe sûresinin 111. ayeti kısa bir mealiyle şöyle buyuruyor: "Allah, mü'minlerden mallarını ve canlarını, kendilerine (verilecek) cennet karşılığında satın almıştır." Bediüzzaman bu ayet-i kerimeyi 6. Söz isimli eserinde tefsir ediyor. Onu okurken de böyle düşünmüştüm ben: Herşeyin hakiki bedeli cennetidir. Bunu sadece uhrevî anlamda söylemiyorum. Daha dünyadayken bile bize cennetimizi soluklatanlar ancak karşılığında hayatlarımızdan parçalar alırlar. Bir evliliğe ödenecek hayat ücreti aslında evlenilecek kişinin düşlettiği cennetedir. Hatta 'düşlettiği' demek de yarınlı bir cevap oldu. Yanlış oldu. Doğru kelime 'hissettirdiği' idi.

Mevzuu daha aşağılara çekelim. Bir tatilköyü reklamını düşünün mesela. Yahut da daha başka birşeyin reklamını hayal edin. Aslında orada satılan ürünün kendisi değildir. Ya? Cennetidir. Her reklam hakkında olduğu ürünün sizi bir parça cennete taşıyacağını vaadeder. Dondurmasını ısırdığında kendinden geçen kadın, arabasını sürerken ağzı kulaklarına varan adam, bezi değiştirildiğinde gülücükler saçan bebek, hepsinin ardında 'cennet' vardır. Bu eşikten bakarsak "İnsanlar aslında ürünleri almazlar!" diyebiliriz. İnsanlar aslında cennetlerini alırlar. Yahut da kendilerine vaadedilen cennete ulaşabilme ümidine hayatlarını harcarlar.

Demek her insan karşılığının ancak cennet olduğunu biliyor. Yanlış adreslere koşsa da. Yanlış yerlere ödemeler yapsa da. Yanlış reklamlara kansa da. Derinlerde bir yerde ödemenin cennetle yapılması gerektiğini seziyor. Fıtratında var bu. Lakin şu yol ayrımında ayağı kayıyor: Bu cennet 'anlık' mı olmalı yoksa 'devamlı' mı? Yahut da şöyle soralım: Bu cennet 'nefsin' mi olmalı yoksa 'vicdanın' mı? Veyahut şöyle diyelim: Bu cennet 'hayvanî' mi olmalı yoksa 'melekî' mi? Her şekilde cevaplarımızın rengi değişmez. 'Hep kalan cennet'i aramadığımız sürece seçimlerimiz bizi hep 'avuntulara' götürecektir. Bir kilo baklava parasıyla 'yemek süresince bir cennet' de satın alınabilir veya muhtaç birisinin sıkıntısını gidermekle 'sonsuza dek bizimle kalacak bir huzur' da takas edilebilir. Kalıcılığı bir turnusoldur. Hakiki cennetin hangisinin ardında olduğunu fısıldar. Sonsuzun bu dünyadaki kokusu dahi ötekinden kalıcıdır. Sonsöz olarak şunu da söyleyebilirim ki: Hulusi ağabey kalanı aldığı için gideninden vazgeçti.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Leyla Mevla'nın bahanesidir

"Hem, gerek nebatî ve gerek hayvanî ve gerek insanî bütün validelerin o rahîm şefkatleriyle ve süt gibi o lâtif gıda ile o âciz ve zayı...