5 Mart 2021 Cuma

Ateistler yazarlıktan anlar mı?

"İşte, hiç görünmeyen—ve halen görünmüyor—o ağaca dair, biri çıksa, bir perde üstünde onun herbir âzâsına mukabil birer resim çekse, birer hudut çizse, daldan meyveye, meyveden yaprağa, bir tenasüple bir suret tersim etse ve birbirinden nihayetsiz uzak mebde' ve müntehâsının ortasında uzuvlarının aynı şekil ve suretini gösterecek muvafık tersimatla doldursa, elbette şüphe kalmaz ki, o ressam o gaybî ağacı gayb-âşinâ nazarıyla görür, ihata eder, sonra tasvir eder." 13. Söz'den.

On kişiye bir kitap yazdırdığımızı düşünelim. Türünü de söylemeyelim. Yok. Hadi. O kadar da gaddar olmayalım. Diyelim ki: Bize bir roman yazın. Ama birbirinize bakmak yok ha. Ortak bir konu bulmaya çalışmak yok. Gidişat üzerine anlaşmak yok. Hiç yok. Bu da mı fazla gaddarlık oldu? Peki. Alt türünü de açıklayalım: Yazacakları eser bir polisiye roman olacak. Daha fazlasını vermeyelim. Gerisini tesadüflere bırakalım. Ve bu on kişi başlasın. Herbiri kitaptan bir bölüm yazsın. Birbirilerinin yazdıklarını hiç okumasın. Sonra tamamlandıklarında onları birleştirelim. Bakalım. Acaba bütünlüklü/uyumlu bir eser bulabilecek miyiz?

Birazcık editörlük/yazarlık tecrübem olduğu için rahatlıkla söyleyebilirim ki: İrtibatsız on kişinin yazdığı bölümler birleştirildiğinde ortaya bir 'eser' değil bir 'facia' çıkacak. Çünkü aralarında hiçbir uyum olmayacak. Birisi Ayşe'nin katilini ararken diğeri Nuri'nin hırsızını bulmaya çalışacak. Herbiri kendi tahayyülerine göre bir kurguya girişecekler. Elbette ortak kararların yoksunluğundan dolayı da ayaklarını aynı yorgana göre uzatamayacaklar.

Bu anlaşmazlığı işveren olarak biz giderebilirdik. Yazılacakların tüm detaylarını onlara söyleyebilirdik. O zaman daha çok noktada buluşmaları mümkün olurdu. Ama yine de sıkıntılar bitmezdi. Çünkü detaylar kadar üslûp da önemli. Bu kalemlerin acaba üslûbu bir mi? Eğer değilse, ki genelde değildir, o zaman kulaklarına fısıldanan kurguyla da bir ittihada gelemezlerdi. Yazdıkları eserin akışında yine birçok kusurları olurdu. Tastamam buluşmazdı. Tastamam buluşmanın sağlanması için ya yazar bir olmalıydı yahut da... Başka ihtimal yok ki.

 Evet, başka ihtimal yok, aynı yazar tarafından telif edilmeyen eserlerin kusurlardan arınması mümkün değil. Devam kitapları başka müellifler tarafından yazılmış serileri düşünüyorum mesela. Yok. Olmuyor. Aynı tadı alamıyorsunuz. Birşeyler tutmuyor. Üstelik devam kitabının yazarı taklid etmeye de çalışıyor. Kendisi olarak kalmaya çabalamıyor. Yani iradesini başkası gibi olmaya sarfediyor. Yine istediğini/arzuladığını alamıyor. Bu yüzden devam kitapları genelde tutmuyor. Hatta bazen aynı yazarın devam kitabı bile tutmuyor. Çünkü yazarı da yaşarken değişiyor. Dili değişiyor. Üslûbu değişiyor. Duyguları değişiyor. Bazen bizzat kendisi de ilk başarısının gölgesinde kalıyor bu yüzden. Değişimin etkisinden zamanın içindeki hiçbir varlık kurtulamaz. Zaman zaten 'aynı kalmama'nın anabaşlığıdır.

Misalimize geri dönelim. Diyelim ki: Bu yazarların sayısı on değil yüz olsun. Yok. Yüz de değil. Yüzbin olsun. Ve bu defa onlara birer bölüm yazmalarını değil birer harf koymalarını söyleyelim. Yani onların seçtikleri harfleri derledikten sonra bizim bir kitabımız olacak. Yüzbin harften oluşan bir roman. Romanı da söylemeyelim. Sadece kitap diyelim. Sadece yazacaklarını bilsinler. Ama ne yazacaklarını bilmesinler. Birbirleriyle irtibatsız olsunlar. Üstelik bir de bu insanların aynı dili konuşmadıklarını varsayalım. Yüzbin kişinin herbiri başka bir dilde konuşuyor. Başka ülkelerin vatandaşları. Daha da ileri gidelim: Bu yüzbin kişinin hiçbirisi aynı zamanda yaşıyor olmasın. Yüzyıllar içine bu tecrübeyi dağıtalım. Bin yıl evvelki insanın cümlesini bin yıl sonrakiler tamamlıyor olsun. Sizce eserimiz ne kadar başarılı olur?

Hiç mi? Zor mu? İmkansız mı? Cık, cık, cık. Arkadaşlar, bunlar en azından insan, akılları-şuurları var. İlimleri-iradeleri var. Kudretleri-yetenekleri var. Böyle şeyleri varken işin arkasını toparlayamazlar mı? Yine 'Cııık!' mı? Yok mu? Olmaz mı? 'Iıı ıhh!" mı? Peki. Tamam. Ben de size hakveriyorum. Hakikaten de bir kitap yazabilmek için çok uyumlu bir birlikteliğin varolması lazım. Bunu aşabilmenin en uygun yolu yazarın 'tek' olması. Yazar tek olursa yazdıklarını tevhid etmesi kolaylaşır. Bir konuda, bir üslûpta, bir dilde tutar. Başı-sonu kavuşturur. "Ama heyetle de yazılan kitaplar var!" mı dediniz? Öyle eserleri ben de gördüm. Ancak onları da toparlayan 'üst yazar' mutlaka bulunuyor. Yani önüne gelen metni içerikte tevhidi sağlamak için o denetliyor, düzenliyor, işliyor, farklılıkların yaralarını sarmaya çalışıyor. Buna rağmen böylesi dosyalar yayınevleri için korkulu rüyadır. Başarısı azdır.

İşte, arkadaşım, ateistler öyle insanlar ki: Daha konu insan gibi akıllı-şuurlu bir varlıkken veya kitap gibi sınırlı-kontrollü bir alanken başarılamayan birşeyi kainat kitabının işleyişi için mümkün görüyorlar. On kişiyle muvaffak olunamayan bir bütünlüğü sayısı nihayetsizliğe varan varlıklar için 'olabilir' sanrılıyorlar. Üstelik burada eylemcilerin ittifak ettikleri bir fiil türü var: Yazmak. Dolayısıyla kapsam sınırlı. Hata riski daha az. Fakat onların  vücud vehmettikleri ihtimalde bu da mümkün değil. Çünkü herbir varlık tesadüfün elinde oyuncak. Hem kendisi hem eylemleri. Hepsi bir gelişigüzellik içinde. Gelişigüzellikten nasıl kitap çıkabilir? Kağıt, mürekkep ve kalem bin yıl bekleseler tesadüfle kitap olurlar mı?

Lakin, arkadaşım, gerileyip kitabın tamamına baktığımızda hiçbir kusura da rastlamıyoruz. Karıştırdıkça en karışık nakışların bile binbir hikmetle yapıldığını derkediyoruz. Uyum. Uyum. Uyum. Kainat kitabı telif süreci hakkında size yalnız birşey söylüyor: Beni yazan 'tek' olmalı. Yaratıcım 'tek' olmalı. Gözeticim 'tek' olmalı. Bilenim 'tek' olmalı. Seçenim 'tek' olmalı. Böyle bir dağınıklık başka şekilde toplanmaz. Bu düzen başka şekilde açıklanamaz. 

Gerçi Kehf sûresinin 1. ayetinde 'kitap'tan kastedilen Kur'an'dır. Mürşidim de 13. Söz'de onu Kur'an olarak tefsir etmiştir. Ancak onunla kainat arasındaki ilişkiye yaptığı atıflarla bana şunu da düşündürmüştür: Cenab-ı Hakkın yazdığı hiçbir kitapta uyumsuzluk yok. Tutarsızlık yok. Karışıklık yok. Tutarsızlık kesretin delilidir. Uyum tevhidin delilidir. Yazan bir olmadığı zaman bütün kitaplar karışır. Bütün kitapları bir tutarsızlık karıştırır. İşte bu hakikat mezkûr ayette (gayet kısa bir mealiyle) şu şekilde ders verilir: "Hamd bütünüyle o Allah'a aittir ki kuluna kitabı indirmiş ve onda hiçbir tutarsızlığa yer vermemiştir." 

Yani: Kitapsa tutarsız olmayacak. Tutarsızlık varsa kitap değildir. Eğer tutarsızlık yoksa fail de bir olacak. Çünkü failleri arttırmak fiilerde karışıklığa neden olur. Tutarsızlık doğurur. Fiillerin faili birse hamd da ona aittir. Öyle ya: Başkalarına neden iltifat edilsin? Başkaları neden övünç sahibi olsun? Onlar yapmamışlardır ki. Nasıl hırsızlık ederler? Övgüyü-şükrü fiili yapanın alması gerekmez mi? Gerekir. Bu açıdan 'La ilahe illallah'ın gereği 'Elhamdülillah'dır arkadaşım. 'Elhamdülillah'ın gereği de 'La ilahe illallah'tır. Ondan başka yaratan olmadığına göre övgüden dilim kesilmez. Ondan başkasına övgüden dilim kesilemediğine göre O birdir. Ayetin 'Elhamdülillah' ile başlayıp 'kitap'la sona ermesi bu dersi de içerir. Allahu'l-a'lem.

Aleyhissalatuvesselama inen Furkan'ın içinde hiçbir çelişki bulunmadığı gibi insanlığın içine indiği kainat kitabında da hiçbir çelişki yok. Üstelik biz de kainat kitabının içine inmiş başka başka kitaplarız. O kadar nüsha yazılmışız. Yahu bizde de çelişki yok. Yani ki insanlıktan bu kadar nüsha yazılmış. Hepsi ne kadar güzel yazılmış. Maşaallah. Kâfirin küfrü kendine. Allah'ın sanatına değil ki. Allah'ın sanatı kâfirin üzerinde bile parıl parıl parıldıyor. Yalnız kâfir kendisi farkedemiyor. Şuna da ayrıca dikkatini çekerim arkadaşım: Bu âlem öyle bir kitap ki elmanın noktasını âlemin cümlesi tamamlıyor. Sivrisineğin gözü güneşle birlikte çalışıyor. Pirenin midesi güneş sistemine muhtaç. Bediüzzaman bunları hep anlatıyor. Kainat bunları hep anlatıyor. Kur'an bunları hep anlatıyor. Hakkıyla kulak veremeyenler biziz. Çünkü bizler matbaa makinesinin başında hergün yeni bir şiir yazmasını bekleyenleriz. Makine şiir yazamıyor. Çünkü şiir, kalıpçıların değil, her an içinde yeni bir dünya yaratılanların işidir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Allah'ın 'aynısı' olunmaz 'aynası' olunur

"Hayatının sırr-ı hakikati şudur ki: Tecellî-i Ehadiyete, cilve-i Samediyete âyineliktir." 11. Söz'den. Mürşidim, Ramazan Risa...