İrtidat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İrtidat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Mart 2021 Salı

Nedir yahu bu mürted meselesi? (2)

8) Soru: Mürtedin katli meselesi 'fikir özgürlüğüne' zarar vermiyor mu? Fikir özgürlüğü artsa İslam'ın yayılmasına hizmet olmaz mı? Buradaki taviz bize aslında zafer getirmez mi?

el-Cevap: Ben bidayet-i İslam'da öngörülmemiş bir zaferi bizim heveslerimizle keşfedebileceğimizi zannedemiyorum. Yani, eğer mürtedlerin özgürce yaşamasına izin vermek İslam'ın yayılmasına hizmet ediyor olsaydı, Aleyhissalatuvesselam da yaşamalarına izin verirdi. İslam'da da bu iş caiz olurdu. Böyle olmamışsa bizim akıl yürütmemizde hata var demektir. Açıklıkla itiraf edelim. Üstelik bu tarz tefekkürlerin 'insan tasavvuru' da bana arızalı görünüyor. 

Öyle ya: İnsan (en azından her insan) birşey mantıklı diye hemen yola gelen bir canlı değildir. Ya? Seçimlerinin meşruiyetini inşa edebilen bir canlıdır. Cerbezesi vardır. En tehlikeli yanı da budur. Sözgelimi: Bir delikanlıya zinanın günah olduğunu anlatın. Sonra da onu alıp bu deniyetin bollukla işlendiği bir ortama bırakın. Bir gün, iki gün, üç gün, bir hafta, bir ay, bir yıl. Bakınız: Çok zordur kendisini tutması. Yüz kişide deneseniz belki birinde muvaffak olursunuz. Belki o kadar da olamazsınız. Çünkü o delikanlının aklı doğruyu dinlerken nefsi de yanlışı dinliyor olacak. Hatta dinlemek de değil. İçinde yaşıyor olacak. Kapılacak. Bu hal onu öyle bir duruma getirir ki, Allah korusun, belki gün gelir size 'zinanın günah olduğu bir dinde kalmayacağını' söyler. Evet. Nefis yeterince manipüle edilirse, bu imkan verilirse, artık dizginleri tutulamaz olur. Aklın "Yapma! Etme! Gitme!" demesine aldırmaz olur. Hatta direksiyonunu nefis ele geçirir. Kendi yolunun meşruiyet taşlarını döşer. Günahının felsefesini, savunusunu, tebliğini üretir. 

İşte mürtedin kafası da böyle çalışır. Yalnız zehirlenmez. Zehirlemeye de gayret eder. Zincirini pek fena kırdığından, tıpkı İblis gibi, beraberinde çokları çukuruna götürmek ister. İnanmadığı(!) Allah'a karşı bir düşmanlık besler. 'Özgürlük' dediğiniz de düşmanınıza "Al beni vur!" diye silah vermek hesabına geçer. Hazine odasında hırsız serbestçe gezebilir mi? Kim gezdirir? Halbuki mü'minler bu dünyanın en değerli hazinesidir. Mürtedlerse mü'min hırsızlarıdır.

9) Soru: Mürtedleri 'katletmek' değil onlarla 'konuşmak' gerekir. Çünkü dinden çıkmanın varlığı dinî tebliğde sorunlar olduğuna işaret eder. Biz İslam'ı yaşayamadığımız için böyle olduklarından onlardan biz sorumluyuz. Mürtedlerin katli ise bu sorumluluktan kaçmaktır.

el-Cevap: Mürtedlerin artmasında elbette ahirzaman şartlarının bir payı var. Ve, doğrudur, İslam'ı tebliğde biz de yeterince sorumluluğumuzu yerine getiremiyoruz. Fakat birşeyin sahadaki halinin nedenlerini konuşmak başka fıkıhtaki uygulamanın meşruiyetini konuşmak başka. Biz, yani bugün 'mürtedin katli' meselesini savunanlar, "Şöyle denk geldiğimiz mürtedlerin kafasını rahat rahat keselim!" mantığıyla bu işi yapmıyoruz. Ya? Biz işin 'kitabiyatını' savunuyoruz. Böylesi bir müeyyidenin İslam'da bulunmasının ondaki nakiseden değil, hâşâ, sosyo-psikolojik bir öngörüden (yani kemalinden) kaynaklandığı söylüyoruz. Evvelemirde yapmaya çalıştığımız bu. Sonrasındaki tartışmalar sonrasında yaşanmalı. Sözgelimi: Üzerinden Süfyan geçmiş bir sosyolojide uygulama nasıl olur? Çerçeve nasıl değerlendirilir? Şartlara nasıl bakılır? Değişen şeyler var mıdır? Hukukumuz, âlimlerimiz, naslarımız bu zeminde neler neler söyler? Cevazlar nereye kadardır? Bütün bunlar elbette 'istikametli ulemanın' halledeceği şeylerdir.

Yani meselenin bugünü bence ancak İslam ulemasının oturup konuşacağı bir iştir. Bizim işimiz değildir. Bizim işimiz İslam'ın hakkını savunmaktır. Öyle ıvır-zıvır argümanlarla, modern hukuk-çağ putlaştırmalarıyla, seküler tabularla 'tukaka' edilmesini engellemektir. Bugün Türkiye'de bu meseleye dair yazıp çizenler de, hiç korkmayın, mürted katletmek peşinde değiller. Onların canlarını yakan İslam'ın her celseden suçlu çıkarılması. Bana sorulsa ki: "Bugün bütün mürtedlerin öldürülmesi gerektiğini mi düşünüyorsun?" Açıklıkla "Bilmiyorum!" derim. "Bu benim karar vereceğim birşey değil. Bu İslam'da hukuksal çerçevesi olan mesele. Bam-güm iş değil." O yüzden bu asrın zaafları ile İslam'ın meşru bir müeyyidesi tezyif edilemez. Ahirzamanın yaralarıyla Asr-ı Saadet mesul tutulamaz. Biz burada Asr-ı Saadet'in savunusunu yapıyoruz.

Kaldı ki: Zaten mürtedin katline dair okumalar yaptığınızda mevzuun evvelinde bir 'tebliğ süreci' yaşandığını görürsünüz. Yani o kişiye şüphelerini giderme konusunda zaman-yardım sağlanır. Tevbe etmesine imkan verilir. Sorar, dinler, öğrenir. Tevbe ederse ne güzel. Tekrar kardeşimizdir. Buna rağmen ısrar ediyorsa derdinin hakikat olmadığı ortaya çıkar. Dolayısıyla "Biz İslam'ı anlatamıyoruz!" diye bir sıkıntı zaten işin hukukî zemininde görünmüyor. İslam o kişiye yetkin bir heyet tarafından anlatılıyor. Soruları cevaplanıyor. Müşkülleri çözülüyor. Müeyyidenin hükmü 'kurtarma çabaları yürütüldükten sonra' uygulanıyor. Bu da endişeyi giderir herhalde. 

10) Soru: Karşı fikre hakk-ı hayat tanımayan bir din nasıl özgürlükten bahsedebilir? Mürtedin katli varsa İslam'da irade özgürlüğü yok demektir. Bu din değil zorbalıktır.

el-Cevap: Arkadaşlar, şu noktaya dikkatinizi çekeyim, büyük laflar etmeden önce büyük resmi görmek lazım. Yani, külliyetli-kapsamlı bir tesbit yapmadan önce, en azından karşınızdaki dinin zaman aynasındaki tefsirini görmelisiniz. Bu yönde okumalar sahibi olmalısınız. Şimdiyse maalesef işler böyle yürümüyor. Pat-küt, cart-curt, yalap-şalap, ağzı olan konuşuyor. Bu gibi şeyler iddia edenler acaba İslam tarihindeki misalleriyle 'farklı din mensuplarının hürriyetlerini' biliyorlar mı? İslam hukukunda 'ehl-i zımme' başlığının altını hiç okumuşlar mı? Hiç içeriğine bakmışlar mı? Ne gezer! Halbuki: Elhamdülillah. İslam, sözde dinlerden-inançlardan üstün olarak, hukukunda farklı din mensuplarının hakk-ı hayatlarını tanımlamıştır. Durumlarını öngörmüştür. İslam'ın farklı din mensuplarına tanıdığı bu hakkı, hristiyanlık, kendi mezhepleri arasında bile sağlamamıştır. Katolik-ortadoks-protestan savaşları az mı can götürmüştür? Yahudi katliamları hakeza. Sevgi pıtırcığı(!) budistler de bugün Myanmar'da az mı müslüman öldürüyorlar? Halbuki İslamiyette zalim olmadıkça böyle katliamları kimseye karşı yapamazsınız. Zalimlerin zulmünü de zaten İslam savunmaz. Sahip çıkmaz. Korumaz. Onu emretmemiştir ki bir de mesul tutulsun?

İslam'ın mürtedin katli meselesinde dikkatimizi çektiği şey bambaşka. Tabir-i caizse: Din meselesinin ciddiyetini yitirmesinden endişeleniyoruz. Gir-çık, gir-çık, gir-çık. Bu işlerin yalap-şalap hale dönmesinden korkuyoruz. Fransız seyyah Du Loir bile işin bu yanını farketmiştir. Seyahatnamesi'nde kendisini müslüman yapmak isteyen bir paşadan bahseden Du Loir, akla gelebilecek bir soruyu, yani paşanın hatırı için İslam'a girmiş gibi yapması yönündeki fikri, İslam'da 'dine girip-çıkmanın şakası yapılabilecek bir husus olmadığını' belirterek yanıtlar. 

Evet. İslam din konusunda ciddidir. Nikah konusunda ciddidir. Elfaz-ı küfür meselesinde ciddidir. İtikadında ciddidir. Ayetlerinde ciddidir. Peygamberlere hürmette ciddidir. Hülasa: Dinimiz ciddi bir dindir. Laubaliliği sevmez. İtikadla ilgili hususlarda özellikle hazzetmez. Mürted meselesi ise, eğer hoşgörülürse, imanmayı-inancı laçkaya çevirecek bir lakaydlığa dönüşür. Hatta iş öyle bir hale gelir ki: Dinin düşmanları dahi dalga geçmek için girip girip çıkarlar. Ben şimdi bu arkadaşlara sorayım: Kızınızı-bacınızı nikahına almak isteyen birisinin, ki onlar sizin elbette değerli hazinenizdir, bir evlenip bir boşanmasını beğenir misiniz? Öyle serbest bırakır mısınız? Tabii ki bırakmazsınız. Çünkü insan kıymetlisi saydığı mevzularda ciddi olur. Namusu hele en ciddi olduğu şeylerden birisidir. Bu nikahta bile böyle oluyorsa din hususunda nasıl olmaz? Elbette din mevzuunda İslam bu işin en ciddi kararını almıştır. O da mürtedin katlidir. Katlin korkusudur.

11) Soru: Mürtedliğin bir müeyyideye maruz kalması meşru olmakla birlikte idam çok ağır bir cezadır. Gelişmiş ülkeler bu ceza yöntemini giderek kaldırmaktadır. Biz de bunu kaldırmalıyız.

el-Cevap: Cevaplaması en kolay şüphe de bu. Zira bir ilüzyonun üzerinde duruyor. İdam cezalarının neredeyse topyekün kaldırıldığı Avrupa'yı esas alalım mesela: Avrupa (birey birey değil devlet-millet olarak söylüyorum) insan öldürmeyi bırakmış mıdır? "Bırakmıştır!" diyen yalan söylüyor. Avrupa'nın bıraktığı ancak kendi vatandaşlarından bu cezayı kaldırmak. Yoksa kendisine karşı işlenmiş suçlarda katliam yapmaktan hiç çekinmiyor. Afrika'da olanlar, Asya'da yaşananlar, İslam coğrafyasının uğradığı saldırılar... Avrupa insan öldürmeyi falan bırakmadı arkadaşlar. Avrupa kendi vatandaşlarını öldürmeyi bıraktı. Bir kere bunu tayin edelim. Resmi doğru görelim.

Peki Avrupa idam cezasını neden kaldırdı? Ayarında duramadığı için. İslam'daki âdil çerçeveyi yakalayamadığı için. İfrat ettiği için. Sırf Fransız devriminde giyotine başını kaptırmış insanların listesini yapsanız feleğiniz şaşar. Stalin'in, Hitler'in vs. idam listeleri dudağınızı uçuklatır. Avrupa, özellikle Dünya Savaşlarında, elinin ayarının olmadığını gördüğü için kendi içinde bu yolu kapamaya çalıştı. Yine de büsbütün kapatmış değil. Suikastler, derin devlet cinayetleri, illegal uygulamalar vs. Avrupa idam cezasını uyguluyor. Ama halkına çaktırmıyor. Amerika'da zaten idam hâlâ var. Üstelik şunun da altını çizelim: Modern hukukun değişmesi bir dakikalık iştir. Bugün "İdam yok!" diyenler yarın icbar eden bir durum olduğunu düşünürlerse tek günde yasalaştırırlar. Onların paşa gönlüne bakan bir durumu norm olarak görüp İslam'dan taviz beklemekse akıl işi değildir. İslam naslar üzerine kuruludur. Avrupa'nın keyfine kurulmuş değildir.

Bir de şu noktaya nazarınızı çekmek istiyorum: Vatan hainliği denilen mesele, isterse hukukta cezası başka türlü tanımlanmış olsun, Avrupa'da hâlâ idamla cezalandırılıyor. Bunları istihbarat birimleri gizli-açık idam ediyorlar da vatandaşın ruhu bile duymuyor. Araba çarptı sanıyorlar. Boğazında kaldı sanıyorlar. Kalp krizi geçirdi sanıyorlar. İntihar etti sanıyorlar vs. Devletler hainlerini hâlâ idamla cezalandırıyor yani. Zaman bu hükmü değiştirmedi. Aksine kavileştirdi. İslam'da ise din devletten üstündür. Devlet dinle kaimdir. Din içindir. Dolayısıyla dinin hukuku devletin de hukukudur. Dinin hainliği devlet hainliği gibi ceza görüyorsa, en azından İslam'ın kendi ontolojisi/mahiyeti üzerinden, buna bir eleştiri getirebilmek mümkün müdür? 

12) Soru: Mürtedin katli meselesini savunursak DAİŞ'e dönüşmüş olmaz mıyız?

el-Cevap: Niye olalım? Herşeyin bir meşru dairesi var bir de haram dairesi. DAİŞ şu an bu işi nameşru şekilde uyguluyor diye meşruiyetinden vazgeçen neden biz oluyoruz? Neden koca ümmet bir avuç eşkıyadan dolayı kendinden, dininden, hukukundan şüphe ediyor? Üstelik DAİŞ bu cezayı bize karşı uyguluyor. Yani çarpıtmanın asıl mağduru biziz. Ümmetin 14 asırlık tecrübesine baktığınızda, o kadar İslam devleti görmemize rağmen, bunlardaki azgınlığı görmüyoruz. Bu uygulamanın, yine DAİŞ'e benzer bid'î çıkışlar dışında, zulme sebep olduğuna ise rastlamıyoruz. Yani ümmet geniş aynada bu müeyyideyi çerçevesi içinde uygulamayı başarmış. İstikametle hakkını vermiş. Suriye'de bin kişi arsa çevirip devlet ilan etti diye din mi değişecek? Elbette hayır. Din kendi düzeniyle varolacak. İfrat/tefrit oluşumların tasfiyesi yaşanacak. Yoksa DAİŞ "Allah bir!" de diyor. Öyle diyor diye, benzemek korkusuyla, ondan da mı vazgeçeceğiz?

13) Soru: Zararlarından korkulsa bile mürtedlerin başka türlü yaşaması sağlanamaz mı? Mesela: Sınırdışı edilseler? Böylece zararları uzaklaştırılmış olmaz mı? Bu yeterli değil mi? 

el-Cevap: Zaten mürted 'irtidadını' açıklamasa, açıklamadan pılını-pırtını toplayıp bir gayrimüslim memleketine taşınsa, orada açıklasa, kimse ona İslam beldelerinden suikast düzenlemez. Yahut da hayatı çok seviyorsa, irtidadını içinde tutsa, açıklamasa, öyle yaşasa, kimse kalbini yarıp bakmaz. Mürtedi problem haline getiren ilanıdır. O ilanın bir tür tebliğ hükmüne geçmesidir. Yahu bugün neleri neleri tartışıyoruz. "Uyuşturucuya teşvik diye bir suç var!" diyoruz. Atıyorum: "Bir şarkının sözlerinde toplumu tahkir varsa suçtur!" diyoruz. Dizilere-filmlere boykotlar uyguluyoruz. "Ahlakî yapımızı bozuyorlar!" diye basbas bağırıyoruz. Haklıyız da. Yani, özellikle internet çağında, her koyunun kendi bacağından asılmadığı hepimizin kabülü artık. Ahirzamanda çürümüş koyunun kokusu daha hızlı yayılıyor. Kötülük daha kolay teşvik ediliyor. İnsanların maneviyatı daha kolay kirletiliyor vs. Yani ahirzaman karanlığı yayan bir zaman.

Bence mürtedin katli meselesinin en az sorgulanması gereken zaman da, işte şu mezkûr niteliğinden dolayı, bu zaman olmalıydı. Yani şu anki durumumuzun tam tersi olmalıydı. Çünkü onun 'teşvik, tebliğ, tahrik' edici yanları açıklıkla görülmeliydi. Öküzün bir tanesi aldı eline Kur'an sayfalarını yırttı. Şimdi bu adamın yaptığı tahrik değil miydi? Bir başkası gençlere eşcinsellik propagandası yapmaya devam ediyor. Bu bir teşvik değil mi? Bir diğeri sabah-akşam "İslam'a neresinden saldırayım?" videoları çekiyor. Bunda tebliğ yok mu? Yani mürtedin zehirleyiciliğini anlamak için daha başka ne tecrübeye ihtiyacımız var? Ben asıl bu sorunun şaşkınlığındayım.

14) Soru: Batı'ya mürtedin katlini anlatamayız.

el-Cevap: Hah, işte, zurnanın uzunca bir 'Zııııırt!' çektiği yere geldik. Bütün mevzuun kaynağı burası bence. Bu aşağılık kompleksi. Canım kardeşim sen neden Batı'ya birşeyler anlatmak zorunda hissediyorsun kendini? Seni mü'min kılacak Batı mı? Üstelik, eğer birşeylerin açıklanması gerekiyorsa illa, o zalimler dünyada akıttıkları kanı, sömürdükleri canı, ettikleri israfı, dağıttıkları huzuru açıklasınlar. Önce onlar itiraf-tevbe etsinler. İki kez Dünya Savaşı yapıp, sivil-çocuk demeden Hiroşima'ya atom bombası atıp, İslam coğrafyasına çöküp onca zulmü işleyen hergeleler, hiçbir açıklama yapma ihtiyacı hissetmiyorlar da, sen neden burada gayet  meşru bir müeyyide için açıklama sancıları çekiyorsun? Ne diyeyim? Geçmiş olsun. Çok geçmiş olsun.

Neyse, bu yazı da epey uzadı, geri kalan konuları da bir dahaki yazıya bırakalım. Onu hemen yazmayabilirim ama. Hemen gelecek diye beklemeyin. Soruları biriktirip döneceğim. Cenab-ı Hak bizi ehl-i sünnetin istikamet dairesinden ayırmasın. Âmin. Âmin. Âmin.

26 Şubat 2021 Cuma

Nedir yahu bu mürted meselesi? (1)

Bir-iki yıl kadar önce Ebubekir Sifil Hoca'nın 'mürtedin katli' meselesine dair bir izahını "Dinden çıkanın öldürülmesi Kur'an'da geçiyor mu?" başlığı ile kendi Youtube kanalımda paylaşmıştım. Epeyce ilgi gördü. Yorumlarda da epeyce bir tartışma yaşandı. Ben de kalibrem yettiğince o tartışmalara dahil olup soruları cevaplamaya çalıştım. Tabii başlarken altını çizmem lazım arkadaşlar: Benim bu konularda bir eğitimim yok. Yazık ki mekteplisi değilim. Bu nedenle cevaplarımın da sathî kaldığını açıklıkla itiraf edebilirim. Ancak (ve de belki) birer bakış açısı öğretmek mesabesindeler. İnşaallah. Fakat o tartışmaları takip eden dostlardan bunların yazı olması gerektiğini söyleyenler oldu. Bazıları 'gençlere şifa olacağını' iddia ederek ısrarcı da oldular. Evet. Ben bu iddiayı edemem. Doğrusu yazıyı da beceremedim. Bu kadar daldan dala atlamayı tek bir yazı nasıl kaldırır? İşin içinden çıkamadım. Onun yerine, arasıra takip ettiğim başka bir usûl üzerine, soru-cevap şeklinde birşeyler karalamaya karar verdim. Cenab-ı Hak kalbimizi/kalemimizi sırat-ı müstakîminden ayırmasın. Rahmetini, hidayetini, inayetini yoldaşımız etsin. Dilimizi muradının aksine konuşturmasın. Âmin. Hadi başlayalım. Bismillah:

1) Soru: Kişi münafık kalacağına mürted olup dinsizliğini dürüstçe yaşasa daha iyi olmaz mı? "Münafık kâfirden eşeddir!" Böylece müslüman toplum zararından korunur?

el-Cevap: Arkadaşlar "Münafık kâfirden eşeddir!" sözü haktır. Fakat kâfirden muradı 'mürtedler' değildir. Harbî kâfirleri kasteder. Hatta geçtiği bahsi okuduğunuzda mürşidimin onu söylerken "Din zehirdir!" diyen eski CHP başbakanlarından Şükrü Saraçoğlu gibi isimleri de dairesine dahil ettiğini görürsünüz. Yani Bediüzzaman 'münafık' derken kolaylıkla 'mürted' sınıfına dahil edilebilecek kişileri de kastetmektedir. Bu nedenle şu cümle ile bu hüküm ıskat edilmez. Edilemez. Belki akıl karışıklığını gidermek adına şöyle bir tasnif yapılabilir: "Mürted eşeddir münafıktan. O da eşeddir kâfirden." Yani münafık ya tereddüdü ya korkaklığı yahut edebi veya başka bir tedbiri yüzünden mürted gibi arsızlaşamaz. İçini açığa vuramaz. Zehrini alenen dökemez. Ancak mürted astarını hepten yırttığından edepsizlikte ileri gider. İnternette şöyle bir dolaşacağınız ateist sitelerinden durumu teşhis edebilirsiniz. Bu dinin mürtedi eski dininin düşmanı olur. Başka bir işi yokmuş gibi bütün mesaisini buna ayırır. Sabah-akşam İslam'a saldırıp dururlar. Yani irtidatta 'şüphe'den ileri 'inatlı düşmanlık' vardır. Allahu'l-a'lem.

2) Soru: Ya o kişi böyle bir mürted değilse? İnkârcılığını içinde yaşıyorsa? Kimseye bir zararı olmuyorsa? O zaman böyle bir cezaya uğraması haksızlık sayılmaz mı?

el-Cevap: Arkadaşlar hukuk okuyanlarınız daha iyi bilirler: İstisnalar ile müeyyideler iptal edilmez. Sözgelimi: Öyle bünyeler vardır ki: Adam içer içer de yine direksiyonda bocalamaz. O derece sarhoş olmaz yani. Veya öyle şefkatliler vardır ki: Ne tür silah taşırsa taşısın kullanmaz. Kontrolünü kaybetmez. Hiçbir cana kıymaz. Veyahut öyle dürüst kişiler vardır ki: Ne kadar para koysanız bir lirasını çalmaz. Olabilir. Fakat yine bu kişilerin alkollü araba kullanmasına, serbestçe silah taşımasına veya gizlice evlerinizi dolaşmasına izin vermezsiniz. Hüküm eksere bina edilir çünkü. Eğer ekseriyetle böyle yapanlar suça/rahatsızlığa konu oluyorlarsa bu iş yasaklanır. Men edilir. İstisnalar çoğunluğa bina edilen hükmü boşluğa düşüremez. Yoksa anarşi çıkar. Ekser asıldır. Mürtedlerin de istisna sahibi olmaları genele uygulanan hükmü düşürmez. İstisnalar kaideyi bozmaz. Kaide istisnanın rahatını bozar.

3) Soru: Ya o kişi daha sonra tekrar müslüman olacaksa? Böyle bir ceza uygulanarak onun tekrar İslam'a girişi engellenmiş olmaz mı? Geleceğin müslümanı kâfir kalmaz mı?

el-Cevap: Arkadaşlar yine hukuk okuyanlarınız daha iyi bilirler: İhtimaller ile de müeyyideler iptal edilmez. Sözgelimi: Adam yüz masumu öldürmüş. Cezaya müstehak olmuş. "İleride belki iyi adam olur!" diye idamdan kurtulabilir mi? Veya yüz hırsızlık yapmış. Mesleğini yeterince isbat etmiş. "Elim kesilmesin!" diyebilir mi? Her suçlunun 'ileride iyi bir adam olabilmesi ihtimali' vardır. Ama kesin böyle midir? Değildir. Vâki denilebilir mi? Denilemez. Dolayısıyla imkanat ne cezada ne de afta vukuat yerine istimal edilmez. Ceza ele bakar. Vukuata bakar. Bugüne bakar. Geleceğe, ihtimale, 'belki'ye bakmaz. Eğer bir hukuk sistemi böyle işletilmeye başlanırsa kimseye bir müeyyide uygulayabilme ihtimaliniz kalmaz. Anarşiye kapı aralanır. Çünkü sadece ihtimallere bakıyorsunuz. Vukuatı boşveriyorsunuz. Mürtedin cezası da İslam hukukunda işte böyle vukuat konusudur. İhtimal konusu değildir.

4) Soru: Kur'an'da mürtedin katliyle ilgili ayet yok. Dolayısıyla bu uygulamanın İslam'da olduğunu söyleyemeyiz. Neden meşruiyetini savunalım?

el-Cevap: Arkadaşlar samimiyetle bu konuya cevap arayanlar için söylüyorum: Kaynaklarımızı araştırdığınızda sahiden bu konunun cevabını bulamıyor musunuz? Halbuki 'mürtedin katli' meselesinin sünnetten delillerle sabit olduğu genel-geçer bir bilgidir. Uygulamalarının da misalleri aynı kaynaklarda nakledilmiştir. Sonraki dönemlerde yazılmış kaynaklarda da uzun uzun çerçevesi-şartları-usûlü izah edilmiştir. Ben bu hususta tereddüdün "Delilini bulamıyoruz ki!" endişesinden kaynaklandığını sanmıyorum. Daha çok "Benim içime sinmiyor!" sıkıntısından kaynaklanıyor. Kabul edelim: Ahirzaman üzerimizden bir dozer gibi geçti. İçimizdeki pekçok sütunu yıktı. Bu müddeilerin büyük çoğunluğu mürtedin katli meselesini Kur'an'da apaçık görseler bile kabul etmeyecek-edemeyecek kimseler. Hatta daha başka birçok konu var ki onlarda bu tutumu apaçık sergiliyorlar. Duruşlarını isbat ediyorlar. Hırsızın elinin kesilmesi meselesini, Kur'an'da geçtiği halde, kabul ediyorlar mı mesela? Sorun kendilerine. Yok. Onu da modern gönülleri kaldıramıyor. Dolayısıyla, dürüst olursak, mesele Kur'an'da geçip-geçmeme işi değildir. Mesele ahirzaman müslümanlarının yaşadıkları endoktrinasyondan kurtulamamalarıdır. Kendi dinlerinden, değerlerinden, kimliklerinden, hukuklarından emin olamayışlarıdır. Arızanın özü budur. Kur'an Müslümanlığı, tarihselcilik, sosyalist müslümanlık, liberal İslam, bâtınîlik, mezhepsizlik, deizm vs. bu özgüven eksikliğinin yansımalarıdır.

5) Soru: Kur'an'da mürtedin katline aykırı ayetler var. Dolayısıyla bu hüküm Kur'an'la çelişiyor. Uyuşmuyor. Onunla uyuşmayan bir uygulamayı kabul etmek zorunda değiliz.

el- Cevap: Ben bu hususta girdiğim tartışmalarda hep şunu gördüm: Mürtedlerle hiçbir bağlam ilişkisi olmayan ayetler bu hükme karşı delil olarak 'kullanılmaya' çalışılıyor. Kur'an Müslümanı dediğimiz kitlede zaten bu arıza çok var. Kur'an'la ilişkileri o kadar yüzeysel ki, ona bakarken "Kim, kime, ne makamda, ne söylemiş?" gibi, 'bir sözü doğru anlamanın en temel umdeleri' sayılabilecek detayları dahi ıskalıyorlar. Gerçi Kur'an'a da baktıkları yok aslında. Baktıkları beşer sözü mealler. Arapça zaten şinanay. Herhangi birisiyle tartışmaya girdiğinizde açıklıkla görüyorsunuz: Kâfirler hakkında inen ayeti müslümanlar hakkında, müslümanlar hakkındaki inen hükmü kâfirler hakkında, münafıklar hakkındaki açıklamayı mürtedler hakkında, İsrailoğulları hakkındaki ayeti ümmet-i Muhammed'e yapıştırarak vs. istedikleri cümleyi istedikleri yerde, hiçbir usûle bağlı olmadan, canlarının dilediği gibi delil olarak 'kullanıyorlar.' 

Kullanıyorlar kelimesine tekrar dikkat çekmek istiyorum. Çünkü bu arıza ancak 'kullanma' ile anlatılabilir. Bu arkadaşlar zaten modern(!) dünyanın algı operasyonuyla yapyağlı bir bulamaç kıvamına gelmişler. Doğruları-yanlışları onlara göre şekillenmiş. Artık Kur'an'a bakmalarının sebebi doğruyu-yanlışı öğrenmek değil. Ya? Dayatmak. Meşrulaştırmak. "Bakalım sen de bizim sözümüze gelebiliyor musun?" diye siğaya çekmek. Hâşâ. Allah'ın hikmeti. İmtihanın sırrı. Kur'an, kendisine hidayet için gelenin hidayetini, dalalet için gelenin dalaletini arttırır. Bunlar da gelip dalaletlerini buluyorlar. Halbuki o ayetlerin kimler hakkında indiğine dair şöyle bir araştırma yapsalar görecekler: Yüzde doksandokuzu münafıklar hakkında gelmiş. Ve onların içlerinde yaşadıkları gelgitli-tutarsız süreci yüzlerine vuruyor. Yoksa Asr-ı Saadette "İslam'a girdi-çıktı, girdi-çıktı, girdi-çıktı..." diye anlatılan bir vakıa var mı? Bir 'mürtedler topluluğu' bulunuyor mu? Böyle bir tecrübe yaşanmış mı? Onlarla ilgili ayetler inmiş mi? Uygulama olmuş mu? Bunları soran yok. Salla savur gitsin. Takva arayan mı var? Sünneti boşverdikten sonra kim tutar seni!

6) Soru: Mürtedin katli meselesi "Dinde zorlama yoktur!" hükmüne aykırıdır. Birisine dinden çıktığı için ceza uygulamak onu dini hakkında zorlamaya gider. Savunulamaz.

el-Cevap: Arkadaşlar, "Dinde zorlama yoktur!" haktır, ama yukarıda az önce konuştuğumuz şekilde 'makamı' dolayısıyla 'kayıtları' vardır. Yani bir gayrimüslimi zorla müslüman yapmak caiz değildir. İslam tarihinde de harbî kâfirlere ehl-i zimme statüsünde yaşama hakkı tanınmıştır. Fakat mürtedler bu kapsama girmez. (Ridde savaşları meşhur bir tecrübesidir.) Hatta mevzuyu daha genel alırsak: İslam hukukundaki bütün müeyyideler aynı zamanda meşru zorlama sayılır. Sözgelimi: Hırsızlık yapan birinin elinin kesilmesi onu 'yapmamaya zorlamak' değil midir? İftiraya sopa cezası neden vardır? Yalancının şahitliği neden kabul edilmez? Zaten bütün müeyyidelerin amacı budur. Zorlamadır. İnsanı yanlıştan doğruya doğru zorlamaktır cezalandırmalar. Hal böyleyken mezkûr hükmü genelleştirip "İslam'da zorlama yoktur!" diyen şer'i hukukun bu türden bütün müeyyidelerini görmezden gelmiş olur. (Hatta dinin amacını berhava etmiş olur.) Çünkü bu hukukun günübirlik hayata bakan uygulamaları da pekala dinin içindedir. Nasıl hırsızlık İslam'da suçsa irtidat da öyle suçtur. Şuna verilen ceza zorlama olarak meşruysa buna verilen ceza da aynı derecede meşrudur. Hem dünyamızı hem ahiretimizi düzenlemeye yöneliktir. İnşaallah. Hem de elhamdülillah.

7) Soru: Hristiyanlar kendilerinden ayrılıp İslam'a girenleri öldürseler mutlu olur muyuz? Onlar bunu yapsa kızacağımız halde biz nasıl böyle birşeye razı oluruz? 

el- Cevap: Yukarıda da demiştim arkadaşlar: Ahirzaman dozeri bizim üzerimizden pek feci geçti. Bazı insanımız öyle bir hale geldi ki: Hristiyanlığı-yahudiliği-ateistliği vs. İslam'la kafasında eşitledi. Hepsinin ortasını bulacak bir hukuk bulabileceğini sanrıladı. Taraftarlığını yitirdi. Liberalizm de tektipleştirici söylemiyle bunu destekledi. Evet. Liberalizm tektipleştirmecidir. Ama muhatabını okşaya okşaya tektipleştirir. Farklılıkları önemsemez hale getirir. Sosyalizm gibi doğrudan karşısına almaz. Birden savaşmaz. Ya? "Hepimiz kardeeşiiiz!" diye bir türkü tutturur. O arada sen de kendi 'buğzlarını' ve 'taraftarlıklarını' yitirirsin. Nötrleşirsin. Hatta düşmanını savunur olursun. Burada da problemin kaynağı aynı gibi görünüyor: Bir insanın hristiyanlıktan (veya başka bir dinden) İslam'a geçmesiyle bir müslümanın hristiyan olmasını nasıl eşitleyebilirsin? Yapan yapar da bunu sen nasıl yapabilirsin? Sen müslümansın. Hak dinin bu olduğunu biliyorsun. Dolayısıyla Bediüzzaman'ın bahsettiği başkalığı sezebiliyor olmalısın:

"İslâmiyet sair dinlere kıyas edilmez. Bir Müslüman, İslâmiyetten çıksa ve dinini terk etse, daha hiçbir peygamberi kabul edemez. Belki Cenâb-ı Hakkı dahi ikrar edemez ve belki hiçbir mukaddes şeyi tanımaz; belki kendinde kemâlâta medar olacak bir vicdan bulunmaz, tefessüh eder. Onun için, İslâmiyet nazarında harbî kâfirin hakk-ı hayatı var. Hariçte olsa, musalâha etse; dahilde olsa, cizye verse İslâmiyetçe hayatı mahfuzdur. Fakat mürtedin hakk-ı hayatı yoktur. Çünkü vicdanı tefessüh eder, hayat-ı içtimaiyeye bir zehir hükmüne geçer. Halbuki, Hıristiyanın bir dinsizi, yine hayat-ı içtimaiyeye nâfi bir vaziyette kalabilir. Bazı mukaddesâtı kabul eder ve bazı peygamberlere inanabilir ve Cenâb-ı Hakkı bir cihette tasdik edebilir."

Üstelik hristiyanlıktan veya başka bir dinden İslam'a geçen mukaddesat bağlamında daha azını bulmaz ki. Hep daha fazlasını görür. Balın en hasını tadar. Halbuki İslam'ın mürtedi alelekser ateist olur. Büsbütün mukaddesat zincirlerinden boşalır. O yüzden bizim mürtedimiz tehlikelidir. İçinde yıktığı değerlerin yerine başkalarını inşa edemez. Daha iyisini bulamaz ki inşa etsin. Bir yıkıntıyla yaşar. Bir yıkıntıyı çevresine yaşatır. Bunun derin tahlili psikiyatri sahasında aittir. Özetle şunu diyelim: Kendini birileriyle eşitlemeye mecbur hissedip 'Domates, biber, herkese gider!' bir hukuk araştıran boşuna uğraşır. İslamsa izzetlidir. Kararsızlıklardan müberradır. Böyle bir özgüven eksikliği hissetmediği için bükülmez. Buna mecburiyet duymaz. Kendi doğrularını kendi içinde, yani naslarıyla, usûlleriyle tanımlar. Böyle argümanlarla İslam'dan "Azıcık da sen modern dünya için eğilir misin lütfen!" diye taviz beklenmez. Hem düşünün: Her hukukî mevzuda biz de onlara eşitlenseydik, ohoo, o iş nerelere nerelere varırdı Allah korusun. 

Bununla birlikte şunu da ilave edelim ki: Modern devletler seküler, yani dini merkezlerinden çıkarmış, devletlerdir. Dolayısıyla müslümanlara şefkatleri(!) de dindarlıklarından değildir. Dindışılıklarındandır. Eğer bugün Avrupa'da, Amerika'da veya başka bir yerde din merkezli bir devlet görseydik, evet, onlar da kendi dinlerini terkedeni böyle cezalandırıyor olacaklardı. Çünkü böylesi cezalar onların da hukuklarında vardı. Delil arayan internette azıcık gezinse bulur. (Ben DİA'nın ilgili maddesinde bu konuda izahlar görmüştüm. Oraya da bakılabilir.) Dolayısıyla bu tarzı eşitlemeler ontolojik olarak yanlıştır. Seküler hukuku normlaştırıp İslam hukukunu ona benzemiyor diye 'tukaka' etmek bir mahiyet hatasıdır. Eh, evet, bu konuda söylenecek başka şeyler de var. Bir yazıda halledemedik. Bir dahaki yazıda konuşalım. Tevfik, hidayet ve inayet Allah'tandır. Biz de istikametimizi Ondan dileriz. Âmin.

Allah'ın 'aynısı' olunmaz 'aynası' olunur

"Hayatının sırr-ı hakikati şudur ki: Tecellî-i Ehadiyete, cilve-i Samediyete âyineliktir." 11. Söz'den. Mürşidim, Ramazan Risa...