İslam Tarihi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İslam Tarihi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Şubat 2021 Cuma

Nedir yahu bu mürted meselesi? (1)

Bir-iki yıl kadar önce Ebubekir Sifil Hoca'nın 'mürtedin katli' meselesine dair bir izahını "Dinden çıkanın öldürülmesi Kur'an'da geçiyor mu?" başlığı ile kendi Youtube kanalımda paylaşmıştım. Epeyce ilgi gördü. Yorumlarda da epeyce bir tartışma yaşandı. Ben de kalibrem yettiğince o tartışmalara dahil olup soruları cevaplamaya çalıştım. Tabii başlarken altını çizmem lazım arkadaşlar: Benim bu konularda bir eğitimim yok. Yazık ki mekteplisi değilim. Bu nedenle cevaplarımın da sathî kaldığını açıklıkla itiraf edebilirim. Ancak (ve de belki) birer bakış açısı öğretmek mesabesindeler. İnşaallah. Fakat o tartışmaları takip eden dostlardan bunların yazı olması gerektiğini söyleyenler oldu. Bazıları 'gençlere şifa olacağını' iddia ederek ısrarcı da oldular. Evet. Ben bu iddiayı edemem. Doğrusu yazıyı da beceremedim. Bu kadar daldan dala atlamayı tek bir yazı nasıl kaldırır? İşin içinden çıkamadım. Onun yerine, arasıra takip ettiğim başka bir usûl üzerine, soru-cevap şeklinde birşeyler karalamaya karar verdim. Cenab-ı Hak kalbimizi/kalemimizi sırat-ı müstakîminden ayırmasın. Rahmetini, hidayetini, inayetini yoldaşımız etsin. Dilimizi muradının aksine konuşturmasın. Âmin. Hadi başlayalım. Bismillah:

1) Soru: Kişi münafık kalacağına mürted olup dinsizliğini dürüstçe yaşasa daha iyi olmaz mı? "Münafık kâfirden eşeddir!" Böylece müslüman toplum zararından korunur?

el-Cevap: Arkadaşlar "Münafık kâfirden eşeddir!" sözü haktır. Fakat kâfirden muradı 'mürtedler' değildir. Harbî kâfirleri kasteder. Hatta geçtiği bahsi okuduğunuzda mürşidimin onu söylerken "Din zehirdir!" diyen eski CHP başbakanlarından Şükrü Saraçoğlu gibi isimleri de dairesine dahil ettiğini görürsünüz. Yani Bediüzzaman 'münafık' derken kolaylıkla 'mürted' sınıfına dahil edilebilecek kişileri de kastetmektedir. Bu nedenle şu cümle ile bu hüküm ıskat edilmez. Edilemez. Belki akıl karışıklığını gidermek adına şöyle bir tasnif yapılabilir: "Mürted eşeddir münafıktan. O da eşeddir kâfirden." Yani münafık ya tereddüdü ya korkaklığı yahut edebi veya başka bir tedbiri yüzünden mürted gibi arsızlaşamaz. İçini açığa vuramaz. Zehrini alenen dökemez. Ancak mürted astarını hepten yırttığından edepsizlikte ileri gider. İnternette şöyle bir dolaşacağınız ateist sitelerinden durumu teşhis edebilirsiniz. Bu dinin mürtedi eski dininin düşmanı olur. Başka bir işi yokmuş gibi bütün mesaisini buna ayırır. Sabah-akşam İslam'a saldırıp dururlar. Yani irtidatta 'şüphe'den ileri 'inatlı düşmanlık' vardır. Allahu'l-a'lem.

2) Soru: Ya o kişi böyle bir mürted değilse? İnkârcılığını içinde yaşıyorsa? Kimseye bir zararı olmuyorsa? O zaman böyle bir cezaya uğraması haksızlık sayılmaz mı?

el-Cevap: Arkadaşlar hukuk okuyanlarınız daha iyi bilirler: İstisnalar ile müeyyideler iptal edilmez. Sözgelimi: Öyle bünyeler vardır ki: Adam içer içer de yine direksiyonda bocalamaz. O derece sarhoş olmaz yani. Veya öyle şefkatliler vardır ki: Ne tür silah taşırsa taşısın kullanmaz. Kontrolünü kaybetmez. Hiçbir cana kıymaz. Veyahut öyle dürüst kişiler vardır ki: Ne kadar para koysanız bir lirasını çalmaz. Olabilir. Fakat yine bu kişilerin alkollü araba kullanmasına, serbestçe silah taşımasına veya gizlice evlerinizi dolaşmasına izin vermezsiniz. Hüküm eksere bina edilir çünkü. Eğer ekseriyetle böyle yapanlar suça/rahatsızlığa konu oluyorlarsa bu iş yasaklanır. Men edilir. İstisnalar çoğunluğa bina edilen hükmü boşluğa düşüremez. Yoksa anarşi çıkar. Ekser asıldır. Mürtedlerin de istisna sahibi olmaları genele uygulanan hükmü düşürmez. İstisnalar kaideyi bozmaz. Kaide istisnanın rahatını bozar.

3) Soru: Ya o kişi daha sonra tekrar müslüman olacaksa? Böyle bir ceza uygulanarak onun tekrar İslam'a girişi engellenmiş olmaz mı? Geleceğin müslümanı kâfir kalmaz mı?

el-Cevap: Arkadaşlar yine hukuk okuyanlarınız daha iyi bilirler: İhtimaller ile de müeyyideler iptal edilmez. Sözgelimi: Adam yüz masumu öldürmüş. Cezaya müstehak olmuş. "İleride belki iyi adam olur!" diye idamdan kurtulabilir mi? Veya yüz hırsızlık yapmış. Mesleğini yeterince isbat etmiş. "Elim kesilmesin!" diyebilir mi? Her suçlunun 'ileride iyi bir adam olabilmesi ihtimali' vardır. Ama kesin böyle midir? Değildir. Vâki denilebilir mi? Denilemez. Dolayısıyla imkanat ne cezada ne de afta vukuat yerine istimal edilmez. Ceza ele bakar. Vukuata bakar. Bugüne bakar. Geleceğe, ihtimale, 'belki'ye bakmaz. Eğer bir hukuk sistemi böyle işletilmeye başlanırsa kimseye bir müeyyide uygulayabilme ihtimaliniz kalmaz. Anarşiye kapı aralanır. Çünkü sadece ihtimallere bakıyorsunuz. Vukuatı boşveriyorsunuz. Mürtedin cezası da İslam hukukunda işte böyle vukuat konusudur. İhtimal konusu değildir.

4) Soru: Kur'an'da mürtedin katliyle ilgili ayet yok. Dolayısıyla bu uygulamanın İslam'da olduğunu söyleyemeyiz. Neden meşruiyetini savunalım?

el-Cevap: Arkadaşlar samimiyetle bu konuya cevap arayanlar için söylüyorum: Kaynaklarımızı araştırdığınızda sahiden bu konunun cevabını bulamıyor musunuz? Halbuki 'mürtedin katli' meselesinin sünnetten delillerle sabit olduğu genel-geçer bir bilgidir. Uygulamalarının da misalleri aynı kaynaklarda nakledilmiştir. Sonraki dönemlerde yazılmış kaynaklarda da uzun uzun çerçevesi-şartları-usûlü izah edilmiştir. Ben bu hususta tereddüdün "Delilini bulamıyoruz ki!" endişesinden kaynaklandığını sanmıyorum. Daha çok "Benim içime sinmiyor!" sıkıntısından kaynaklanıyor. Kabul edelim: Ahirzaman üzerimizden bir dozer gibi geçti. İçimizdeki pekçok sütunu yıktı. Bu müddeilerin büyük çoğunluğu mürtedin katli meselesini Kur'an'da apaçık görseler bile kabul etmeyecek-edemeyecek kimseler. Hatta daha başka birçok konu var ki onlarda bu tutumu apaçık sergiliyorlar. Duruşlarını isbat ediyorlar. Hırsızın elinin kesilmesi meselesini, Kur'an'da geçtiği halde, kabul ediyorlar mı mesela? Sorun kendilerine. Yok. Onu da modern gönülleri kaldıramıyor. Dolayısıyla, dürüst olursak, mesele Kur'an'da geçip-geçmeme işi değildir. Mesele ahirzaman müslümanlarının yaşadıkları endoktrinasyondan kurtulamamalarıdır. Kendi dinlerinden, değerlerinden, kimliklerinden, hukuklarından emin olamayışlarıdır. Arızanın özü budur. Kur'an Müslümanlığı, tarihselcilik, sosyalist müslümanlık, liberal İslam, bâtınîlik, mezhepsizlik, deizm vs. bu özgüven eksikliğinin yansımalarıdır.

5) Soru: Kur'an'da mürtedin katline aykırı ayetler var. Dolayısıyla bu hüküm Kur'an'la çelişiyor. Uyuşmuyor. Onunla uyuşmayan bir uygulamayı kabul etmek zorunda değiliz.

el- Cevap: Ben bu hususta girdiğim tartışmalarda hep şunu gördüm: Mürtedlerle hiçbir bağlam ilişkisi olmayan ayetler bu hükme karşı delil olarak 'kullanılmaya' çalışılıyor. Kur'an Müslümanı dediğimiz kitlede zaten bu arıza çok var. Kur'an'la ilişkileri o kadar yüzeysel ki, ona bakarken "Kim, kime, ne makamda, ne söylemiş?" gibi, 'bir sözü doğru anlamanın en temel umdeleri' sayılabilecek detayları dahi ıskalıyorlar. Gerçi Kur'an'a da baktıkları yok aslında. Baktıkları beşer sözü mealler. Arapça zaten şinanay. Herhangi birisiyle tartışmaya girdiğinizde açıklıkla görüyorsunuz: Kâfirler hakkında inen ayeti müslümanlar hakkında, müslümanlar hakkındaki inen hükmü kâfirler hakkında, münafıklar hakkındaki açıklamayı mürtedler hakkında, İsrailoğulları hakkındaki ayeti ümmet-i Muhammed'e yapıştırarak vs. istedikleri cümleyi istedikleri yerde, hiçbir usûle bağlı olmadan, canlarının dilediği gibi delil olarak 'kullanıyorlar.' 

Kullanıyorlar kelimesine tekrar dikkat çekmek istiyorum. Çünkü bu arıza ancak 'kullanma' ile anlatılabilir. Bu arkadaşlar zaten modern(!) dünyanın algı operasyonuyla yapyağlı bir bulamaç kıvamına gelmişler. Doğruları-yanlışları onlara göre şekillenmiş. Artık Kur'an'a bakmalarının sebebi doğruyu-yanlışı öğrenmek değil. Ya? Dayatmak. Meşrulaştırmak. "Bakalım sen de bizim sözümüze gelebiliyor musun?" diye siğaya çekmek. Hâşâ. Allah'ın hikmeti. İmtihanın sırrı. Kur'an, kendisine hidayet için gelenin hidayetini, dalalet için gelenin dalaletini arttırır. Bunlar da gelip dalaletlerini buluyorlar. Halbuki o ayetlerin kimler hakkında indiğine dair şöyle bir araştırma yapsalar görecekler: Yüzde doksandokuzu münafıklar hakkında gelmiş. Ve onların içlerinde yaşadıkları gelgitli-tutarsız süreci yüzlerine vuruyor. Yoksa Asr-ı Saadette "İslam'a girdi-çıktı, girdi-çıktı, girdi-çıktı..." diye anlatılan bir vakıa var mı? Bir 'mürtedler topluluğu' bulunuyor mu? Böyle bir tecrübe yaşanmış mı? Onlarla ilgili ayetler inmiş mi? Uygulama olmuş mu? Bunları soran yok. Salla savur gitsin. Takva arayan mı var? Sünneti boşverdikten sonra kim tutar seni!

6) Soru: Mürtedin katli meselesi "Dinde zorlama yoktur!" hükmüne aykırıdır. Birisine dinden çıktığı için ceza uygulamak onu dini hakkında zorlamaya gider. Savunulamaz.

el-Cevap: Arkadaşlar, "Dinde zorlama yoktur!" haktır, ama yukarıda az önce konuştuğumuz şekilde 'makamı' dolayısıyla 'kayıtları' vardır. Yani bir gayrimüslimi zorla müslüman yapmak caiz değildir. İslam tarihinde de harbî kâfirlere ehl-i zimme statüsünde yaşama hakkı tanınmıştır. Fakat mürtedler bu kapsama girmez. (Ridde savaşları meşhur bir tecrübesidir.) Hatta mevzuyu daha genel alırsak: İslam hukukundaki bütün müeyyideler aynı zamanda meşru zorlama sayılır. Sözgelimi: Hırsızlık yapan birinin elinin kesilmesi onu 'yapmamaya zorlamak' değil midir? İftiraya sopa cezası neden vardır? Yalancının şahitliği neden kabul edilmez? Zaten bütün müeyyidelerin amacı budur. Zorlamadır. İnsanı yanlıştan doğruya doğru zorlamaktır cezalandırmalar. Hal böyleyken mezkûr hükmü genelleştirip "İslam'da zorlama yoktur!" diyen şer'i hukukun bu türden bütün müeyyidelerini görmezden gelmiş olur. (Hatta dinin amacını berhava etmiş olur.) Çünkü bu hukukun günübirlik hayata bakan uygulamaları da pekala dinin içindedir. Nasıl hırsızlık İslam'da suçsa irtidat da öyle suçtur. Şuna verilen ceza zorlama olarak meşruysa buna verilen ceza da aynı derecede meşrudur. Hem dünyamızı hem ahiretimizi düzenlemeye yöneliktir. İnşaallah. Hem de elhamdülillah.

7) Soru: Hristiyanlar kendilerinden ayrılıp İslam'a girenleri öldürseler mutlu olur muyuz? Onlar bunu yapsa kızacağımız halde biz nasıl böyle birşeye razı oluruz? 

el- Cevap: Yukarıda da demiştim arkadaşlar: Ahirzaman dozeri bizim üzerimizden pek feci geçti. Bazı insanımız öyle bir hale geldi ki: Hristiyanlığı-yahudiliği-ateistliği vs. İslam'la kafasında eşitledi. Hepsinin ortasını bulacak bir hukuk bulabileceğini sanrıladı. Taraftarlığını yitirdi. Liberalizm de tektipleştirici söylemiyle bunu destekledi. Evet. Liberalizm tektipleştirmecidir. Ama muhatabını okşaya okşaya tektipleştirir. Farklılıkları önemsemez hale getirir. Sosyalizm gibi doğrudan karşısına almaz. Birden savaşmaz. Ya? "Hepimiz kardeeşiiiz!" diye bir türkü tutturur. O arada sen de kendi 'buğzlarını' ve 'taraftarlıklarını' yitirirsin. Nötrleşirsin. Hatta düşmanını savunur olursun. Burada da problemin kaynağı aynı gibi görünüyor: Bir insanın hristiyanlıktan (veya başka bir dinden) İslam'a geçmesiyle bir müslümanın hristiyan olmasını nasıl eşitleyebilirsin? Yapan yapar da bunu sen nasıl yapabilirsin? Sen müslümansın. Hak dinin bu olduğunu biliyorsun. Dolayısıyla Bediüzzaman'ın bahsettiği başkalığı sezebiliyor olmalısın:

"İslâmiyet sair dinlere kıyas edilmez. Bir Müslüman, İslâmiyetten çıksa ve dinini terk etse, daha hiçbir peygamberi kabul edemez. Belki Cenâb-ı Hakkı dahi ikrar edemez ve belki hiçbir mukaddes şeyi tanımaz; belki kendinde kemâlâta medar olacak bir vicdan bulunmaz, tefessüh eder. Onun için, İslâmiyet nazarında harbî kâfirin hakk-ı hayatı var. Hariçte olsa, musalâha etse; dahilde olsa, cizye verse İslâmiyetçe hayatı mahfuzdur. Fakat mürtedin hakk-ı hayatı yoktur. Çünkü vicdanı tefessüh eder, hayat-ı içtimaiyeye bir zehir hükmüne geçer. Halbuki, Hıristiyanın bir dinsizi, yine hayat-ı içtimaiyeye nâfi bir vaziyette kalabilir. Bazı mukaddesâtı kabul eder ve bazı peygamberlere inanabilir ve Cenâb-ı Hakkı bir cihette tasdik edebilir."

Üstelik hristiyanlıktan veya başka bir dinden İslam'a geçen mukaddesat bağlamında daha azını bulmaz ki. Hep daha fazlasını görür. Balın en hasını tadar. Halbuki İslam'ın mürtedi alelekser ateist olur. Büsbütün mukaddesat zincirlerinden boşalır. O yüzden bizim mürtedimiz tehlikelidir. İçinde yıktığı değerlerin yerine başkalarını inşa edemez. Daha iyisini bulamaz ki inşa etsin. Bir yıkıntıyla yaşar. Bir yıkıntıyı çevresine yaşatır. Bunun derin tahlili psikiyatri sahasında aittir. Özetle şunu diyelim: Kendini birileriyle eşitlemeye mecbur hissedip 'Domates, biber, herkese gider!' bir hukuk araştıran boşuna uğraşır. İslamsa izzetlidir. Kararsızlıklardan müberradır. Böyle bir özgüven eksikliği hissetmediği için bükülmez. Buna mecburiyet duymaz. Kendi doğrularını kendi içinde, yani naslarıyla, usûlleriyle tanımlar. Böyle argümanlarla İslam'dan "Azıcık da sen modern dünya için eğilir misin lütfen!" diye taviz beklenmez. Hem düşünün: Her hukukî mevzuda biz de onlara eşitlenseydik, ohoo, o iş nerelere nerelere varırdı Allah korusun. 

Bununla birlikte şunu da ilave edelim ki: Modern devletler seküler, yani dini merkezlerinden çıkarmış, devletlerdir. Dolayısıyla müslümanlara şefkatleri(!) de dindarlıklarından değildir. Dindışılıklarındandır. Eğer bugün Avrupa'da, Amerika'da veya başka bir yerde din merkezli bir devlet görseydik, evet, onlar da kendi dinlerini terkedeni böyle cezalandırıyor olacaklardı. Çünkü böylesi cezalar onların da hukuklarında vardı. Delil arayan internette azıcık gezinse bulur. (Ben DİA'nın ilgili maddesinde bu konuda izahlar görmüştüm. Oraya da bakılabilir.) Dolayısıyla bu tarzı eşitlemeler ontolojik olarak yanlıştır. Seküler hukuku normlaştırıp İslam hukukunu ona benzemiyor diye 'tukaka' etmek bir mahiyet hatasıdır. Eh, evet, bu konuda söylenecek başka şeyler de var. Bir yazıda halledemedik. Bir dahaki yazıda konuşalım. Tevfik, hidayet ve inayet Allah'tandır. Biz de istikametimizi Ondan dileriz. Âmin.

Allah'ın 'aynısı' olunmaz 'aynası' olunur

"Hayatının sırr-ı hakikati şudur ki: Tecellî-i Ehadiyete, cilve-i Samediyete âyineliktir." 11. Söz'den. Mürşidim, Ramazan Risa...