46. Ayet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
46. Ayet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Mayıs 2018 Salı

Manipülasyon bir gayret katilidir

Bu yazımda sizinle Enfal sûresinin 46. ayeti hakkında konuşmak istiyorum. Meşhurdur. Fakat başlamadan önce kısaca bir mealini alıntılayalım: "Allah'a ve Resulüne itaat edin ve birbirinizle çekişmeyin; yoksa yılgınlığa düşersiniz, gücünüz de elden gider. Bir de sabırlı olun. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir." Bir başka meal versiyonu da şöyle: "Allah’a ve Resulüne itaat edin, sakın birbirinizle ihtilaf etmeyin; sonra korkuya kapılıp za’fa düşersiniz, rüzgârınız (kuvvetiniz) gider. Bir de tam mânasıyla sabredin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir."

Bu yakınlarda benim bu ayet-i kerimeye bakışımda bir küçük değişiklik oldu. Aslında değişiklik de denmez buna. Bir 'zenginleşme' oldu. Münazarat'ı okurken yaşadığım bir aydınlanma bu. Sadede geleyim. Mürşidime orada soruyorlar ki: "Biz Türkler ve Kürtler, bizde kalbimizin dolusu, belki cesedimiz mâlâmâl, belki inbisat edip şu derelerde dağ olarak tahaccür etmiş kalemiz olan bir şecaat vardır. (...) Komşumuz olan milletler bizden az iken, kuvvetleri bizden çok kısa iken, üzerimize tetavül ediyorlar?" İşte, Bediüzzaman'ın bu soruya verdiği uzunca cevap, aynı zamanda bana mezkûr ayet-i kerimenin farklı bir okumasını daha öğretiyor. Fakat 'farklı'yı öğrenmeden önce 'önce'yi bilmeniz gerek. O zaman biraz ondan bahsedelim:

Ben, bu bahisteki derinliği farkedene kadar, 'kuvvetin elden gitmesi' meselesini 'azlıkla' ilgili görürdüm. Derdim ki içimden: "Eh, tabii, bölününce sayı azalıyor. Sayı azaldıkça da kuvvet azalıyor. Hem cesaret azalıyor. Hem de sonuç almak güçleştiği için yılgınlık oluyor." Elbette bu okuma şekli hatalı değildi. Ancak bir hayli eksiği vardı. Çünkü ihtilafın içimizde meydana getirdiği yıkımı görmüyordu. Meseleyi hemen sayısal/niceliksel zaviyeye çekiyordu. Nitelikteki kaybı ise ıskalıyordu. Oysa ihtilaf öncelikle bir nitelik kaybıydı.

Ne demek istiyorum? Anlatmaya çalışayım: Mü'minler kendi aralarında hırslı bir ihtilafa tutulduklarında sadece kuvvetlerini bölmekle kalmıyorlar. İçsel üretim kuvvetlerini de (tenkid kadarcık olsun) birbirlerine karşı kullanıyorlar. Yani, Cenab-ı Hakkın, salih ameller eylemeleri için varlıklarına nakşettiği kuvve-i şeheviye (menfaatleri elde edebilme kuvveti), kuvve-i gadabiye (zararlardan koruma kuvveti) ve kuvve-i akliyeyi (doğruyu yanlıştan ayırabilme kuvveti) birbirlerine karşı sarfediyorlar. Bu da, tıpkı sürtünen metallerde olduğu gibi, yıpranmaya neden oluyor. Enerjinin yanlışta sarfedilişi doğru yönde sarfedilecek enerjiden de çalıyor.

Sadece bu mu? Değil. En büyük zarara tenkidi/eleştiriyi bir bıçak gibi kullanarak giriyoruz. Mü'minin mü'mine tenkidinin 'dua' gibi olması gerekirken biz onu 'hırs' gibi yapıyoruz. Hırs gibi eleştiriler ise kaderin önünden gitmeye çalışıyorlar. Vakt-i merhunu gelmemiş şeylerin 'olabilecek en kısa sürede' vücuda gelmesi için uğraşıyorlar. Tabir-i caizse üçüncü ayda bebek istiyorlar. Yüz basamağı üç adımda çıkmaya cüret ediyorlar. Onlar bu müfrit yolu takip ettikleri için hem 'sahiplerinin' hem de 'muhataplarının' dünyasında yıkıcı tesirleri oluyor. Yıpratıyor. Yıpranıyor. Çoğu zaman da aksülamel yapıyorlar.

Mürşidimin mezkûr metinde yaptığı bir benzetme var. Hemen alıntılayayım: "Zira, her bir millet için, o milletin cesaret-i milliyesini teşkil eden ve namus-u milliyesini muhafaza eden ve kuvveti onda toplanacak bir mânevî havuz vardır. Ve sehâvet-i milliyesini teşkil eden ve menâfi-i umumiyesini temin eden ve fazla kalan malları onda tahazzün edecek bir hazine-i mâneviyesi vardır. İşte o iki kısım reisler, bilerek veya bilmeyerek, o havuzun ve o hazinenin etrafında delik-melik açtılar. Mâye-i bekàyı ve madde-i hayatı çektiler. Havuzu kurutup hazineyi boş bıraktılar. Böyle gitse, devlet milyarlar borç altında kalıp düşecek. Nasıl bir adamın kuvve-i gadabiyesi olan dâfiası ve kuvve-i şeheviye olan cazibesi olmazsa, ölmüş olmuş olur ve hayy iken meyyittir. Hem de, bir şimendiferin buhar kazanı delik-melik olsa, perişan ve hareketten muattal kalır. Hem de bir tesbihin ipi kırılsa dağılır. Öyle de, bir şahs-ı mânevî olan bir milletin kuvvet ve malının havuzu ve hazinesini boşaltan başlar, o milleti serseri, perişan ve mevcudiyetsiz edip, fikr-i milliyetin ipini kesip, parça parça ederler."

İşte, bence, biz de kendi adımıza bu tehlikeden korkmalıyız. Neden? Çünkü bu 'delik açılardan' birisi haline pekala gelebiliriz. Nerede? Öncelikle kendi dünyamızda. "Herşeyi elde etmeye çalışan herşeyden mahrum kalır!" kabilinden biz de içimizdeki kuvvetleri salih hedeflere yoğunlaştıramazsak üretimden düşeriz. Bir sabır ve sebat ipine dizemezsek tesbihten oluruz. Rüzgârımız kesilir. Zira gücümüz ancak sebatımızla tesirlidir. Onu yitirirsek etkisizleşiriz.

Manipülasyon bir gayret katilidir. Dikkat dağıtıcıdır. Eleştirecek onlarca, yüzlerce, binlerce şey var âlemde. Fakat her tenkit edişte bizden de bir miktar güç azalmış olmuyor mu? Öfkelenip hakkında konuştuğumuz her kötülükte bir iyilik yapma fırsatını elimizden kaçırmış olmuyor muyuz? Kötülüğün zikri, iyilik yapılmadıktan sonra, onun vücudunu çağırmak gibi değil midir? Öyle ya! Kötülükten bahsetmekle iyi olunmaz. Ancak iyilik yapmakla iyi olunur.

Sosyal medyada her gün kızılacak yüzlerce şey görüyorsunuzdur. Ben de görüyorum. Yanlışlar, yanlışlar, yanlışlar... Onlara nişan almış atarlı twitler. Bütün bunlar bir açıdan bizim dikkatimizi de elimizden alıyor gibi. Yoğunlaşsak başaracağımız birçok harikayı düşlerimizden çekiyor gibi. Dağıtıyor gibi.

Nihayetinde, sosyal medya karşısında aklını geveze etmiş, eleştirdiği şeylerle dahi meşguliyeti bir twitçik olan, ertesi gün ne hakkında twit attığını daha hatırlamayan bireylere dönüşüyoruz.

Tamam. İhtilaf toplumsal gayretimizi öldürüyor. Kabul. Ama ondan önce, ihtilaf, içimizdeki gayreti de öldürüyor. Şahs-ı manevimizi de katlediyor. Hedefsizliğimizin bize yaşattığı şaşkınlık içinde giderek yılgınlığa düşüyoruz. Parçalarımız dağılıyor. Evet, ayet-i kerimeden, kendi içimdeki ihtilafa dair böyle bir ders de aldım ben: Her yola doğru yürümeye çalışan aslında hiçbir yere gitmiyor. Herşey hakkında yorum yapan aslında hiçbirşey bilmiyor. Herşey hakkında konuşan aslında hiçbirşey duyurmuyor. Ve işte, kardeşlik, öncelikle şu 'gayretin iktisadını' sağladığı için kıymetlidir.

Allah'ın 'aynısı' olunmaz 'aynası' olunur

"Hayatının sırr-ı hakikati şudur ki: Tecellî-i Ehadiyete, cilve-i Samediyete âyineliktir." 11. Söz'den. Mürşidim, Ramazan Risa...