9 Şubat 2014 Pazar

Kim özel olmak istemez?

Hani yalan olmasın, insan olduğumdan bence, yaratılışımın kuytu bir köşesinde özel olmak isterim. Vahdaniyetle herşeyi kuşatan Allah, Ehadiyetle bana özel baksın, isterim. Hem herkese benzemek bir şekilde (çünkü benzemek ünsiyettir), fakat bir yerlerde diğerlerinden ayrılmak isterim. Nasıl söylesem? Allahın, âlemlerin Rabbi olduğuna iman etmekle birlikte; "Rabbim!" diye andığım dakikalarda, geri kalan herşeyi ardımızda bırakarak, aramızda ayrı/özel bir hukuk olsun isterim.

Kim istemez ki? Hepimiz insanız. Serde bencillik, serde aşk var. Mesleğimiz onun üzerine olmasa da fıtratımızın bir kısmı onun üzerine. Aşk, üçüncülere katlanır mı? Maşuku anarken, durup bir de masivasın hatırlamak var mı aşkta?

Ortaya çıkmamış istidatlar da bazı zaman kesik uzuvlar gibi sancır bence. Bir zamanlar var olduğunu, belki hâlâ bir şekilde (daire-i ilimde, imam-ı mübinde vs.) var olduğunu hatırlatır. Bu özel olmak arzusu da bir yerlerde aşk'ın hâlâ var olduğunu hatırlatıyor bana. Onun inhisar arzusu; sevmek namına, emek namına, bilmek namına, merak namına, hayalde görmek namına ne varsa alıp bir noktaya odaklanması, yabancım değil.

Kapılmak istemiyorum, ama diğer yandan, Allah'ı Ehadiyetini çağrıştırır isimlerle çağırmak, Vahdaniyetine dair esmayı kullanmaktan daha tatlı geliyor. Daha bir yakın oluyoruz sanki. Hele ki yalnızken. Herşey bir, ben birken. Ne yapayım, ancak insanım. Böylesi zamanlarda Yunus peygamberim gibiyim: Deniz, balık ve karanlık ittifak ettiğinde aleyhimde, nur-u tevhid içinde sırr-ı ehadiyet görünsün isterim. Sıradışı birşeyler olsun isterim.

Besmelede biraz bu var sanki: Vahidiyetten çıkıp Ehadiyete varmak! Allah'ın, Allah içre Rahman da olduğunu, Rahman içre Rahim de olduğunu hatırlatıyorsun kendine. İsimden sıfata, sıfattan şuunata gidiyorsun. İsimde herkes muhatap, şuunatta biraz daha birebir. Her saat muhtaçsın bunu anımsamaya. Çünkü kayboluyorsun. Kesret, Hz. Yunus'un üzerine üzerine geldiği gibi, senin de üzerine üzerine geliyor. Sıkılıyorsun.

Onların arasında, kendine has okumalar eşiğinde, özel bir dünyan olduğunu biliyorsun. Belki en yakınlarının bile habersiz olduğu bir dünya bu. Âlemin, senin renginde. Sen karamsarsan, âlem de karamsar. Sen iyiysen, o da iyi. O âlemle, diğer âlem arasında kopuşlar olduğunda Allah'ın o âleme Ehadiyeti ile tecelli etmesini bekliyorsun. Bir hususi imdat belki. Bir küçük teselli. Bir tevafuk. Bir güzel rüya. Yüzüne gülümseyen bir bebek. Omzuna konan bir kelebek... Bir şekilde yani, Allahın, (hâşâ) seni unutmadığını ve zaten Onun katında unutmak diye birşey olmadığını unutmamak istiyorsun. Kerametin çokluğu, bu açlığın şiddetinden geliyor belki.

Rahman'dan Rahim'e gelirken bu var. Rahman, herkese merhamet eden; Rahim, sana özel rahmet tecellileri de bulunan. Bediüzzaman'ın arşı ferşe bağlayan demesi boşuna değil. Bir içine girebilsen, göreceksin ki; herşeyin sahibi, aynı zamanda Rahim, yani kesrette seni ihmal etmiş değil, sana özel tecellileri de var. Mutlu oluyorsun o zaman işte. Bencillik değil, muhtaçlık kastedilen. Sanki âlem çıkmış aradan, bir sen ve bir de Rabb-i Rahim'in kalmış. Bunun aklına gelmesiyle aklın başından gidiyor adeta.

Ben demiyorum ki; Allah, ancak böyle bilinir. Fakat insanız. İnsan bazı şeylerin kendisine özel olmasını isteyendir. Kıskançlık, bir nevi bunun delilidir. Mesleğimiz bunun üzerine olmasa da fıtratımızın bir kısmı bunun üzerine. Bu arada kendimce Rabbimi tarif etmeye bir yol buldum. Fezlekem bu olsun: Kalbimin sahibi o Allah'tır ki, varlıklarının birisine has tecellileri olması, diğerlerine de has tecellileri olmasını engellemez. Hepsini idare etmesi, birisinin özel hukukunu ihmale sebebiyet vermez. Evet, benim Rabbim, tam da böyle bir ilahtır. İşte bu yüzden: "Kalbim, Rabbimin aynasıdır, arşıdır."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Allah'ın 'aynısı' olunmaz 'aynası' olunur

"Hayatının sırr-ı hakikati şudur ki: Tecellî-i Ehadiyete, cilve-i Samediyete âyineliktir." 11. Söz'den. Mürşidim, Ramazan Risa...