18 Şubat 2014 Salı

Soruların, dualarındır...

"Elif, Lâm, Mîm..." diyor ki bana: Hayat bazen şifrelidir. İkinci bir dikkat, bir nazar ister. Okutmaz hemen kendini. "(...) nazlanan ve istiğna gösteren nazeninlerin mehirleri dikkattir..." Kitapları suçlama. Eğer okumasını bilmiyorsan, en açık satırlar bile okunmazdır senin için. Dillerini anlayana kadar anlamsız şekiller gibi görünür harfler. Bu yüzden diyorum ki: Her okuyamadığını hakikatsizlikle itham etme. Belki sen bilmiyorsun. Belki sorun senin nazarında, eşyada değil. Neden hakikatine varamayınca, abeslikle itham ediyorsun varlığı? Bir kere de bakışından şikayet et. Böylesi bir istiğfar, Rabbe duadır. Bakarsın, nazarın da açılır.

Dünya balığının karnında Yunus peygamberim gibi ol. Birşeyler içinden çıkılmaz geldiğinde; nefsine zulmedebilme, yani kusurun kendinde olabilmesi ihtimalini düşün evvelce. Bir aman ver, hüsnüzan ile bak hemen duvağını açmayanlara. Bir fırsat tanı... Güzellik bazen öyle cesim olur ki, tamamını kuşatamazsın. Parçalarını görürsün ancak. O parçalar okunmuyor diye bütünün anlamını inkâr etme. Ne biliyorsun, belki evveli hoş olmayanın ahiri hoş çıkar. Zaten bu evvellik/ahirlik var ya, hep sendeki sınırlar. Allahın tasarrufuna kayıt mı var?

"Elif, Lâm, Mîm..." diyor ki bana: Bazen üstüne üstüne gelir herşey. Çözemezsin. Tıpkı Cebrail efendimin, Peygamberim aleyhissalatu vesselamı kucaklayıp sıkması gibi, sıkar yaşananlar da seni. "Oku!" der aslında o baskılar sana, ama okuyamazsın. Acizsindir, itiraf edersin: "Ben okuma bilmem!" dersin.

İnsan anlayamadığına düşman olur genelde. Daha da çözemezse, inkâra meyleder. Manasızlık, bir nevi ölümüdür varlığın, insanın nazarında. Hayat mertebelerinde bir gerilemedir. Daralırsın. Akıl bir hisse ister her başa gelenden; onun hissesini vermezsen, hiçbir şeyi ardında bırakamazsın. Hep döner yakalar seni başını yastığa koyduğunda. Yahut yalnız kaldığında. Veyahut yağmur yağdığında.

Bir yere bağladığın/bağlandığın zaman huzurludur dünya senin için. "İman, bir intisaptır..." Bineğini bağlamak gibi birşey bu. En kıymetlilerini, emin birine emanet vermek. Sonra da arkanda bırakmak herşeyini. O sebepten "Huzur İslamdadır!" yazıyor kocaman kocaman mahyalarda arkadaşım. İslam; yani teslimiyet, kendini ve varlığı emin bir yere bağlamak bir nevi. Geri döndüğünde bulacağın bir yere. Bağlamak; 'emin olma' hali. Bağlanmak; 'elinden ve dilinden emin olunma.'

Peki, nereye bağlıyorsun? Elbette hakikat-i eşya olan esmaya. Eşyayı, esma ile birlikte okuyunca herşey yerli yerine oturuyor çünkü. Serseri değil hiçbiri; sahibi ve kanunu var, görüyorsun. İsmini bilmek, tanımanın alametidir. Tanımaksa, ünsiyettir, endişeyi giderir. Aklın omzundan atıyorsun tazyiki böylece. İnsansın en nihayet. Her gördüğünü bir ömür hafızanda taşıyamazsın. Bir ömür endişelenemezsin her kalbine girene. Unutmak da bir nimet, birşeyleri arkada bırakmak da. Bilgini marifetle bağlayıp, bazı bazı gemiye bırakmalısın. Yeni keşifler için, rahatlamalısın.

"Elif, Lâm, Mîm..." Bediüzzaman diyor ki: "(...) sûrelerin başlarındaki huruf-u mukattaa ilahî bir şifredir; has abdine, onlarla bazı işaret-i gaybiye veriyor..." Bana sorsan hayat da böyle. Sana özel şifreleri var. Ehadiyet cilveleri. Serpiştirilmiş ömrün her köşesine. Okuyabilirsen; inayet, ikram, tevafuk, keramet diyorlar. Zaten Kur'an ile kâinat, nazarımda ikizkardeştirler. Birinde ne varsa, ötekinde de vardır. "Yaş ve kuru ne varsa hepsi apaçık bir kitaptadır." Bu yüzden Elif, Lâm, Mîm'lere, Hâ, Mîm'lere; Elif, Lâm, Râ'lara rastladığında şaşırma. Hemen çözülmeyenlere alış.

Haydi bir kısmını çözdün diyelim, bir üst mertebe yine nazarında şifreli kalıyor. Takılıyorsun. Hem sana çok güzel birşey söyleyeyim mi? Allah'ın en büyük nimeti; Onu bilme yolculuğunun hiç bitmemesi bence. Sana nasihatim, kendime ettiğimden farklı değil: Malumatını dünyanın mihengi zannetme. Okuyamadığını inkâra girişme. Anlaşılmayanın da bir gün açılacağına dair açık bir kapı bulunsun kalbinde arkadaşım. Soruların, duaların olsun.

Kurtul önyargılarından. Uzanamadığın ciğere mındar demekten kurtul. "Anlaşılmıyor, anlamadım, o zaman saçmadır!" deme. Allah Resulünün sünnetine ittiba et: "Ben okuma bilmem" de. Çünkü 'bilmediğini bilmek' büyük bir lütf-u ilahidir. Bunu itiraf eden ve azmeden kuluna, lütfeder Rabbisi, okumasını da öğretir. "Elif, Lâm, Mîm..." diyor ki bana: Okumayı öğrenmeye çalışan her talebe, önce harfleri bilir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Allah'ın 'aynısı' olunmaz 'aynası' olunur

"Hayatının sırr-ı hakikati şudur ki: Tecellî-i Ehadiyete, cilve-i Samediyete âyineliktir." 11. Söz'den. Mürşidim, Ramazan Risa...