24 Haziran 2015 Çarşamba

Ehl-i sünnet, Nurculardan neden çekinir?

Ehl-i sünnet müdafîleri neden bizden çekiniyor? Bediüzzaman'ın da ifadesiyle 'Risale-i Nur medreselerin malıyken' neden ehl-i medrese bizle temas etmekte mütereddit? Fakat hayır, bundan da ötede, bir kısım ehl-i sünnet ulemasının bizi neredeyse modernizme/ehl-i bid'a olmaya yakın, ya zaten kaymış veya kaymaya teşne gördüğünü karşıkonulmaz bir şekilde farkediyoruz. Elbette ehl-i insaf olanlar daha insaflıca yazıyorlar. Fakat kimisi var ki; neredeyse, Nurcuları (Allah korusun) ehl-i sünnetten ayrılmış bir fırka gibi görüyorlar. Canımız onları duydukça yansa da canımızın yanması onların yakmasını engellemiyor. Bu yaşanmaya devam ediyor.

Bu sorunun bizden ve onlardan kaynaklanan iki ayağı olduğunu düşünüyorum. Bize bakan yönü: Bediüzzaman'ın, Lahikalar içinde ehl-i medreseye ve ehl-i sünnet çizgisi âlimlerine dönük tüm sevgi, muhabbet, hürmet ifadelerine ve iletişim kurma çabalarına rağmen; ondan sonra gelenler olarak, bu sıla-i rahimi yeterince sağlayamayışımız. Mademki 'Risale-i Nur medresenin malıdır' diyor Bediüzzaman, o zaman onlarla kurulacak bağ bizim sıla-i rahimimizdir. Onlardan uzakta mutlu olamayız. Fakat bu bağı yeterince gözettiğimiz söylenemez. Bu bizim asabiyetimizin ve kibrimizin kem neticesi.

Meselenin bir kısım ehl-i sünnet ulemasına bakan yönündeyse şu sorun var: Bediüzzaman'ın bütünlüğüne bakmak ve Risale-i Nur'a Nurcuların rağmına bile olsa sahip çıkmak yerine, Nurcuların hatalarıyla Risale-i Nur'dan soğumayı tercih ediyorlar. Bu soğumanın ardından gelen davranış şekli, ehl-i sünnetin dağ gibi ortak yanlarını bir kenara koyup, ayrı düştüğümüz meselelerde birbirimizin yaralarını deşip durmak... Yaptığımız tastamam bu. Onlar, böylesi meselelerde Bediüzzaman'ı anlamaya çalışmak yerine sert muhalefeti tercih ediyorlar. Bu tercihte bizim tarafın üslûbu da etkili. Üzüldüğüm tarafı şu: Bediüzzaman'ın iki-üç cümlesi üzerinde dönüyor bütün tartışmalar. Aşılamayacak şeyler de değil, aşılması istenmeyen şeyler. İnsan istiyor ki: Ehl-i medrese, Nurcular ne ederse etsinler Risalelerden küsmesinler. Hatta biz yanlış anlıyorsak bu metinleri çekip elimizden alsınlar. Onlar bize anlatsınlar. Çünkü onlar Risale-i Nur'un beslendiği kaynaklara da aşinalar.

Rahmetli Badıllı ağabeyin gayretleri haricinde Risale-i Nur'un beslendiği, süt emdiği ehl-i sünnet kaynaklarını çalışan bir Nurcu yayıncı veya Nurcu âlim var mı? Sanmıyorum. Bu meselenin tartışıldığı pekçok yer gördüm, ama Nurcular bu konuda adım atamıyorlar. Bediüzzaman hangi eserlerden alıntı yapmıştır? Hangilerine havale etmiştir? Bu eserleri basacak ve Risale-i Nur'un bostanını bize taşıyacak bir Nurcu gayreti yok piyasada. Bu da bizi 'kullanışlı' hale getiriyor bence.

Murat Türker, Moderne Nasihat kitabında tekrar tekrar vurguluyor: "Bediüzzaman bir ehl-i sünnet âlimidir." Hakikaten tekrar tekrar vurgulanması gereken birşey bu. Bediüzzaman (haşa) bir modernist veya ehl-i bid'a değildir. Bazılarının göstermeye çalıştığı gibi dinde reform taraftarı falan da olmamıştır. Onun tecdidi ehl-i sünnetin çizgisini yeniden ortaya çıkarmak noktasında olmuştur. Fakat bizde tecdid denince "Yeni ne söylemiş?" diye bakıldığından, merhum İbrahim Canan Hoca gibi Bediüzzaman'ı calvinist yapandan tutun ta Mustafa Akyol gibi liberal yapana kadar çeşit çeşit temayül var. Hatta bu sıralar Kur'an müslümanlığına Bediüzzaman'dan delil getirenler bile oluyor. Buradan ben şunu anlıyorum: Nasıl ki, sünnet olmadan Kur'an manevi tahrife müsait bir hale geliyor; ehl-i sünnet çizgisi bilinmeden de Risale-i Nur gibi bir Kur'an tefsiri kimi konularda modernistler tarafından tahrife uğratılabilir bir hale geliyor. Belki Bediüzzaman'ın ehl-i medreseye olan düşkünlüğünde bu öngörünün de payı büyük.

İslamoğlu taifesiyle yaptığım tartışmalar sırasında bana karşı kullanmaya çalıştıkları iki argümanı örnek vereceğim: 1) Bediüzzaman'ın Kur'an'ı tevhid-i kıble etmesi meselesi. Bu zümre diyorlar ki: Bediüzzaman da aslında bizim şu an savunduğumuz şeyi savunuyor. Diyor ki; tevhid-i kıble edeceksin, yalnız Kur'an'ın peşinden gideceksin. Halbuki; Alternatif Bakış'ın bir bölümünde Kenan Demirtaş Hoca'nın da altını güzelce çizdiği gibi Bediüzzaman'ın Kur'an'a bakışı/yönelişi bütün muktesebatıyla (özellikle hadis müktesebatıyla) bir bakıştır. Ve Bediüzzaman Münacaat Risalesi gibi pekçok eserinde özellikle altını çizmiştir: "Resûl-i Ekreminin tâlimiyle ve Kur'ân-ı Hakîmin dersiyle anladım ki..." Ve yine 'üç küllî muarrif' öğretisinde Kur'an'ı, nübüvveti (Allah Resulünü) ve kainatı birbirinden kopmaz bağlarla bize anlatır.

2) Zamanın müfessirliği meselesi. Bediüzzaman'ın zamanı bir müfessir olarak zikretmesi, kimileri tarafından 'zamanın ilcaatı' veya 'konjonktüre göre hüküm' şeklinde anlaşıldığı için, çizgiyi korumaya hassas ehl-i sünnet bize karşı tedirgin oluyor. Halbuki bu ifadeyi kullandığı her yerde aslında Bediüzzaman'ın yaptığı, ümmetin zaman içine yayılmış amel ediş tarzının bize gösterdiği genişlikli okuma. Yani zaman aynasında yansıyan ümmetin uygulama şekli, ümmetin icmaı, bize o konuda bir hüküm çıkarabilme veya sınırlarını görebilme yeteneği veriyor. Ümmetin dalalet üzerine birleşmeyeceği sırrı olan bu ifade, bazıları tarafından kötü niyetle kullanıldığından, ehl-i sünnet müdafîleri de bize karşı müteredditler. Fakat haksızlar. Çünkü Bediüzzaman'ın bütünlüğüne bakmıyorlar.

Daha bunun gibi Gülencilerin yaptığı, İslamoğlucuların yaptığı, liberallerin yaptığı, milliyetçilerin yaptığı, modernistlerin yaptığı birçok saptırmayı, Bediüzzaman'dan sanmak doğru değil. Bu çok kullanılma hali Risale-i Nur'un karizmasından ve toplumsal gücünden kaynaklanıyor. Gücünü kullanmaya çalışıyorlar, çünkü geniş halk kitlelerinde karşılığı var. Eğer sapıyorsak, yanlış yapıyorsak, ehl-i medrese olarak Risale-i Nur'a sahip çıkıp bize istikameti anlatmak yine onlara düşer.

İttihad-ı İslam hayali kuran bizler, bu şekilde nasıl ittihad edeceğiz? Daha kendi bahçemizde biraraya gelemiyoruz, ümmet nasıl birleşecek? Lakin son konu hakkında bir özeleştiri daha yapmak istiyorum Nurcular adına. Biz, Nurcular olarak ehl-i bid'aya karşı yeterince uyanık durumda değiliz. Gerek bize, bizim hoşlandığımız kavramların altına saklanarak gelmelerinden ve gerekse bizim Risale-i Nur haricinde İslam geleneğine yeterince hâkim olamayışımızdan kaynaklanıyor bu durum. Fakat devası, kendisini dev aynasında görmek değil; sıla-i rahim yapmakta, yine yüzümüzü ehl-i medreseye/sünnete dönmekte. Hem de Risale-i Nur metinlerini daha nitelikli/derinlikli okumakta. Tek devamız bu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Allah'ın 'aynısı' olunmaz 'aynası' olunur

"Hayatının sırr-ı hakikati şudur ki: Tecellî-i Ehadiyete, cilve-i Samediyete âyineliktir." 11. Söz'den. Mürşidim, Ramazan Risa...