28 Ağustos 2015 Cuma

Kadere iman, imanın kemalidir 2

Sık düştüğümüz bir yanılgı var. Kader yalnızca bizimle (bireysel hayatlarımızla) ilgili birşey değil. Kader bize kainatın nasıl yaratıldığını anlatıyor. Daha doğrusu; yaratış için gerekli olan tek şeyin 'kudret' olmadığını (yani yaratıcının mucib-i bizzat olmadığını) bilen bir mümin için kader, ilim-irade ikilisinin yaratış içindeki fonksiyonunu tayin ediyor. Bu nedenle bir insan kadere iman ettiğinde, ekstra/fazladan birşeye iman etmiş olmuyor. Bakmayın siz Kur'an müslümanlığı sapkınlarının "Kur'an'da geçmiyor!" deyu onu inkâr etmelerine. Gözünde hastalık olana güneş dahi ışık veremez. Dilinde hastalık olana bal bile kezzap gelir. Aslında kadere esmaü'l-hüsna adedince işaretler var Kur'an'da. Çünkü Allah'ın tüm isim ve sıfatlarında sonsuzluğu kaderle mümkün. Hatta sırf kainattaki nizam (düzen) dahi kaderin bir delilidir. Ki kaderin Kur'an'da en sık tekrar edilen burhanı 'bilişten yaratışa sirayet eden ölçülülük'tür.

Biz kadere iman ettiğimiz zaman aslında Allah'ın 'yüzü ilme ve iradeye bakan' her ismine iman etmiş oluyoruz. Tüm sınırsızlığı ve sonsuzluğuyla. Aksi halde, yani kadere imanın olmadığı bir düzlemde, Allah'ın nasıl (hâşâ) kusurlu bir ilah olacağını bir önceki yazımda anlatmaya çalışmıştım. Bilmeden yaratan... Sonradan öğrenen... Kadere iman edilmediğinde Allah tasavvurumuzda ve tevhid inancımızda meydana gelecek erozyonun telafisi mümkün değil. Hatta şöyle düşünüyorum ben: İnsan, Allah'ı (hâşâ) 'insanlaştırmaya/sınırlamaya' kadere iman etmeyerek başlıyor. Kadere imanın sarsılması şirke doğru atılmış ilk adım. Madem imanın altı şartı içinde en sonuncu olarak o söyleniyor. Ve madem Bediüzzaman, Kader Risalesi'nde onun için; "Kader ve cüz-ü ihtiyarî, İslâmiyetin ve imanın nihayet hududunu gösteren, hâlî ve vicdanî bir imanın cüzlerindendir..." diyor. Bu direklerin yıkılışı da herhalde en ahirkinden başlıyor. Çünkü her gerileme 'nihayetten/sondan' başlar.

Bu noktada, İşaratü'l-İ'caz'da, yine kaderle ilgili, Bakara sûresinin 7. ayetini tefsir ederken Bediüzzaman'ın; "Evet, vâcibi mümkine kıyas etmekten, pek garip ve gülünç şeyler çıkar. Meselâ, ehl-i tabiat, o aldatıcı kıyas ile, tesir-i hakikîyi, esbaba; Ehl-i İ'tizal, halk-ı ef'ali, abde; Mecusîler, şerri, ikinci bir hâlıka isnad etmeye mecbur olmuşlardır. Güya zuumlarınca Cenâb-ı Hak, azamet-i kibriya ve tenezzühü dolayısıyla, bu gibi hasis ve çirkin şeylere tenezzül etmez! Demek, akılları vehimlerine esir olanlar, bu gibi gülünç şeyleri doğururlar..." demesi bu 'insanlaştırmaya' işarettir.

Kaderle kainatın düzeni arasındaki ilgiye geleyim. Bu ilgi aynı zamanda Kur'an müslümanlığı taifesinin "Kader Kur'an'da geçmiyor!" safsatasına da güzel bir cevap olacak. Ve Kur'an'da düzenden/ölçülülükten bahseden her ayetin aslında kaderden bahsettiğini bize gösterecek. Şöyle söylüyor mürşidim bir eserinde; "Evet, şu kâinatı idare eden Zât, herşeyi nizam ve mizan içinde muhafaza ediyor. Nizam ve mizan ise, ilim ile hikmet ve irade ile kudretin tezahürüdür. Çünkü, görüyoruz, her masnu, vücudunda gayet muntazam ve mevzun yaratılıyor. Hem hayatı müddetince değiştirdiği suretler dahi, birer intizamlı olduğu halde, heyet-i mecmuası da bir intizam tahtındadır." Mürşidimin bu tesbitine 'sadakte' demek için değil imana, azıcık insafa sahip olmak bile yeterli. Çünkü kainattaki düzen, inkâr edilemez bir şekilde, tüm bilimdallarının yüzümüze haykırdığı birşey. Hatta bilimin kendisi zaten bu düzenin keşfî üzerine kurulu. Düzeni olmayan birşeyin bilimi olabilir mi? Rastgelelik bizzat bilginin düşmanıdır. Daha doğrusu 'nasıllığın' bir kaideye/kanuna bağlı olmadığı bir sahada, zaten kendisi bizzat kaide/kanun keşfine dayanan bilim diye birşey yapılabilir mi? Demek bizim kainattan okuduğumuz her kanun/kaide (nasıllık bilgisi) aslında o şeyin belirli bir düzen/ölçü içinde yaratılmasının delilidir. Herhalde ateistlerin bile reddemediği bu gerçeği Kur'an müslümanları da reddetmezler. Yoksa ederler mi?

İşte mürşidim de diyor ki: Madem bu düzeni reddemiyorsun, o halde o düzenin ardındaki şu üç şeyi de reddemezsin: İlim, irade, kudret... Yani herhangi bir fiil vücuda geldiğinde yalnızca kudret ile vücuda gelmez. Yaratıcı aynı zamanda o fiili bilir, seçer ve yaratır. Yaratıştan öncesi (bu biz kullarca bir öncedir) yani ilim ve irade yönleri, Kur'an'da 'takdir' lafzıyla zikredilen şeyin içeriğini doldurur aslında. Ve kader konusunda takıntılı olanların da kafalarının basmadığı şey budur: Allah, elbette, yarattığı şeylerin ne olduğunu ve ne olacağını bilir, iradesiyle seçer ve kudretiyle de yaratır. Düzen dediğimiz şey de Allah'ın 'takdiri' dediğimiz bu 'ilimle/ölçüyle ve iradeyle/seçilerek' vücuda gelişin bir tezahürüdür.

Eğer Allah yarattığının ne olacağını bilmeden yaratıyor olsaydı, kainatta bir düzenin varlığından bahsedebilir miydik? Fiillerin arkasında irade olmasaydı, kanunları/eşyayı kalıp içinde ne tutabilirdi? Bütün kainatta varolan sanatlar, düzenler, işleyişler bir 'bilenin/seçenin' yaratışının eseri değil midir? Küllî iradenin 'hikmetli' seçişleri ile kuşatılmış değil mi her bir yanımız? Allah'a Hakîm diye bu yüzden iman etmiyor muyuz? O halde, kainattaki 'tecezzi kabul etmez' düzen içinden Kur'an müslümanına Kur'anca soralım: "İnsan, başıboş bırakılacağını mı sanır?"

Elbette 'başıboş' bırakılmaz. O da bu 'takdire' dahildir. "Bir küll ne şeye muhtaç ise, cüz'ü de o şeye muhtaçtır. Meselâ, bir şecerenin meydana gelmesi için ne lâzımsa, bir semerenin vücuduna da lâzımdır." Onun da iradesiyle yaptığı/yapacağı seçimler Allah'ın ilminde bilinmektedir. İradesiyle onaylanmaktadır. Kudretiyle de yaratılmaktadır. Bu noktada yine Bediüzzaman'ın kaderle takıntı yaşayanların psikolojisine dair yaptığı şu tesbit ne kadar anlamlıdır: "Evham, şübehat, dalâletin menşe' ve mahzenlerinden biri: Nefis, kendisini kader ve sıfât-ı İlâhiyenin tecelliyat dairesinden hariç addeder." En başta da söylediğim gibi: Kader yalnızca bizimle (bizim bireysel hayatlarımızla) ilgili birşey değil. Böyle düşünmekle büyük bir yanılgıya düşüyoruz. Kainatın yaratılışını ilim ve iradeden öte açıklayabilen meczup varsa, o beri gelsin, kendisini de o ilim ve iradeden bağımsız açıklasın.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Allah'ın 'aynısı' olunmaz 'aynası' olunur

"Hayatının sırr-ı hakikati şudur ki: Tecellî-i Ehadiyete, cilve-i Samediyete âyineliktir." 11. Söz'den. Mürşidim, Ramazan Risa...